Tek Başıma Yapabilirim
Saatin alarmıyla uyandı, günlerden cumartesiydi. Bugün Aras’la buluşacağı aklından tamamen çıkmıştı. Birlikte sinemaya gideceklerdi. Karşı koltukta yatan kardeşini görmemezliğe geldi, üzerinde sadece iç çamaşırıyla sere serpe uyumuştu hayırsız oğlan. Ne kadar pervasızdı, aynı şekilde kendisi uyusa annesi maazallah onu gece yarısı kaldırır; ‘‘Utanmaz, seni terbiyesiz, çabuk giyin üstünü, kıs kısmı bu şekilde yatar mı hiç yatağa?’’ diyerek, etlerini çimdik çimdik ederdi. Fakat Bedriye’nin oğlu söz konusu olduğunda işler değişirdi. Oğlu yapabilirdi; çıplak uyuyabilir, alaturka olan tuvalette ayakta durur, rahatça çişini duvarlara çöğdürebilirdi. Tüm bunların hepsini aslan oğlu yapabilirdi. Alışmıştı kardeşinin bu hoyrat tavırlarına; ona kızmıyordu. O daha çok anne babasına kızıyordu. Bu çocuğu haddinden fazla şımartan onlar değil miydi? Başından yukarıya doğru yorganı çekti, öylece bir müddet durdu. Sessizliği seviyordu. Yatağın içinde omuz hizasında duran telefonu aldı eline. Cep telefonuna bakmak istemiyordu. Annesi hiç gelmese, o da yatağında biraz daha kalsa, düşünseydi. Ama ne gezer, bu mümkün olmazdı ki. Nitekim bugün de mümkün olmamıştı. Hışımla odaya daldı annesi. Bugün her zamankinden daha sinirli olduğu kapı kolunu tutuşundan belli olmuştu. Kapı kolundan çıkan sert gıcırtıyı duydu, ardından kapının duvara çarpmasının çıkardığı sesi. Yorganı üzerinden attı hemen, yatağın içinde doğruldu.
-Kalktın mı kız, uyuma, çabuk hemen mutfağa gel.
-Tuvalete gideyim, hemen gelirim anne.
-Oyalanma fazla, hemen mutfağa gelesin çabuk…
Odanın ortasına kadar gelen Bedriye, oğlunu çıplak görünce, ‘‘Vay kerata iç çamaşırınla yatmış gene,’’ dedi. Usulca oğlanın üzerini örttü. Oğlanın üzerini örttükten sonra hışımla yürüdü, odadan çıktı. Kadife, annesi odadan çıkınca ayaklandı. Cep telefonunu eşofmanın içine sokup tuvalete gitti. Tuvalet kapısını kapatınca cep telefonunu açtı. Tahmin ettiği gibi Aras’tan mesaj gelmişti. Aras saat 13.00 de Kafkas Pastanesi önünde onu bekleyeceğini yazmıştı. Annesine ne yalan söyleyecekti, yoksa yalan söylemese de doğruyu mu söylese idi. Sonuçta Aras’la görüştüğünü biliyordu; fakat Aras’la buluşacağım derse inadına onu erken çağırır, iki saate buradasın derdi. O yüzden başka bir şey uydurmalıydı, ama ne? Düşündü. Annesinin, hadisene kız inadına mı yapıyorsun? Buraya gel! diye sinirli sinirli söylendiğini duydu. İşini çabuk görüp annesinin yanına gitti. Annesi başlamıştı vaaza, tembel ve hımbıl olduğundan girdi, işe yaramazın biri olduğundan çıktı. Demesine göre Kadife’nin yaşındayken saat beşte daha kalkar, yediye kadar da bütün işlerini bitirir, yedi buçukta kayınvalidesinin evinde olurdu. Bedriye’nin anlatışına göre bir gün bile bir başına kendi evinde oturamamıştı. Kör olasıca kaynanasından sonra da kocasından çekmediği kalmamıştı. Bedriye başladı anlatmaya, Kadife bir yandan annesini dinliyor, bir yandan da önüne yığılmış olan dağ gibi bulaşığa girişmiş, yıkamaya çalışıyordu. Bedriye’nin demesine göre yedi buçukta kayınvalidesinin evine geldiğinde; git buradan, seni istemiyorum yaktın oğlumun başını! sözüyle karşılanırmış. Bedriye o anda kaynanasının evini terk etmek istediği hâlde kocasının korkusundan boynunu büker, kadına hiç karşılık vermeden üzerinden sayasını çıkarır, mutfaktaki bulaşıkları yıkamaya başlarmış. Evde toplamda on çocuk olduğundan Bedriye’yle Hasan’a kalacak yer yokmuş, onlar da ölen amcalarının kümesten bozma evinde yaşamaktaymış. Bedriye anlattıkça daha beter harlanıyor, içindeki ateş bir türlü sönmek bilmiyordu.
Bu kör olmayasıca Kadife de yirmi yaşına gelmişti gelmesine ama hâlâ bir kısmeti çıkıp evlenememişti. Hâlbuki aklını kullanabilse kendisini üç yıl önce isteyen İbrahim’le evlenebilseydi, kızından o dakika kurtulabilecekti. Aslında Kadife’den nefret etmiyordu ama kız çocuklarının çok sevilmesi akıl alacak iş de değildi. Sonuçta el için yetiştirilir, zamanı gelince de birine gider; zaten olması gerektiği gibi el olurdu. Bedriye yirmi beş yıl önce geldiği Sinop’a on yılı aşkın bir süredir gitmemişti, geldiği ocağa bağlanmış, burasını evi bellemişti. Hatta o cadı, zalim kaynanasını kendi anasından üstün tutmuştu. Bedriye, ben gelene kadar bulaşıkları yıkayasın diyerek bir koşuda aşağı salındı. Bahçeye indiğinde Hasan’ı anasıyla incir ağacının altında konuşur görmüştü. Kümesin yanından aldığı yemi yere biraz sepeledikten sonra tavuk kümesinin kapısını açtı. Önden görünen kırmızı horoz, üç dişi tavuğunu ardına takmış gerine gerine çıktı kümesin içinden. Şuna bak şuna dedi, Bedriye. Erkek kısmısı değil mi? Şu gerinişe bak hele… Bedriye, Hasan’ın yanına geldiğinin farkına varmamıştı. Hasan dişlerini gıcırdatarak, ben işe giderim, anamın işlerini gör de öyle çık yukarı dedi Bedriye’ye. Kadın artık yıldığından; bitmedi senin ananın işleri çağırsın acık da küçük gelinlerini onlara yaptırsın temizliğini dedi, Hasan’ın sözünü takmayarak ardını dönüp evine doğru yürümeye başladı.
***
Olduğu yerde kalan Hasan, artık eskisi gibi sözünün geçmediği bu deli kadının arkasından baktı bir mühlet. İncir ağacının altında oturan, olanı biteni duyan anasına da utancından bir laf edemedi, dut ağaçlarının olduğu taraftan yola doğru yürümeye başladı. Anası bugün kardeşlerinin karılarını çağırsaydı ne olurdu ki sanki… Hasan yine de Bedriye’ye bilendi, bu kadının parasını biraz kısmalıydı ki eskisi gibi sözünü dinletsin. Sonra düşündü, zaten Bedriye’ye doğru düzgün para verdiği yoktu. Kadife desen evde varlığıyla yokluğu belli olmayan bir kızdı, onun da parayla işi pek olmazdı. Geçen gün üzerinde gördüğü kırmızı ceketi, ayağındaki yeni ayakkabıları da herhâlde dayısı para göndermiş olacaktı ki almış olunsun.
***
Kadife saat sekiz buçuğa doğru bulaşıkları bitirmiş, mutfak dolaplarını da annesinin istediği gibi bir güzel silmişti. Aras’la buluşacağını annesine söylemesinin şimdi tam vaktiydi. Bedriye kızında bir huzursuzluk olduğunu anlamış, kızın kendisine ne yumurtlayacağını merak etmekle birlikte sessiz bekliyordu.
- Anne.
- He.
- Bugün Aras’la buluşacağım.
- Niye?
- Anne sevgilim olduğunu biliyorsun, izin versen ne olur sanki?
- Sevgiliymiş. Yöresi uymaz, töresi uymaz, sevgiliymiş. Elin yabanından sevgili yapmış da haspam, kendi köyünde bir yavuklu yapamamış da şimdiye dek ikinci çocuğunu doğuramamış.
- Sen de babama geldin anne. Yaban babama geldin hem de ta Sinoplardan.
- Ben başka, ben başka.
- Sen niye başka.
- İbrahim’i kaçırmasaydın şimdiye ikinci çocuğunu doğuracaktın.
- Anne İbrahim evlendi.
- İyi ya işte. İbrahim’le evleneydin akılsız, şimdiye ikinci çocuğunu doğuracaktın.
- İstersen çağır İbrahim’i anne, kuma gideyim.
- Sende nerde o kadar akıl. O yaban Aras’a gideceğine İbrahim’e kuma git.
- Temelli şaşırdın kendini.
- Bana bak gidecen ama iki saatte buradasın.
- Köyden şehre gitmek bir saat anne. Beşe kadar gelirim merak etme.
Bedriye başını salladı, olacağın önüne geçilemezdi. Kadife evde kalmıştı bir kez. En azından biriydi işte bu Aras, yabanın biri de olsa. Kadife evlenince de oğlu evlenirdi. Şu Güre Hüseyin’in kızı Zehra pek bir güzel kızdı. Allah göstermesin kızı kendilerinden önce bir isteyen olmasındı. Sıra önceliği Kadife’deydi, önce Kadife’nin evlenmesi gerekirdi ki Ömer’e sıra gelsin.
***
İçeriden kalın bir öksürük sesi geldi. Ömer uykudan uyanmış, Kadife kahvaltım diye bağırınır olmuştu. Çay tepsisinin içine sıralanan; zeytin, peynir, reçel, yumurta, çay, Ömer’in eline hızlı bir şekilde Kadife tarafında tutuşturuldu. Ömer yattığı koltukta oturur vaziyetteydi, kumandayı ver bana çık dışarı diye uyardı Kadife’yi. Genç kız yaşaran gözlerle odadan çıktı. Salonda gördüğü annesine, bir terbiye veremedin oğluna, beni hizmetçi belledi temelli, sanki onun ablası değilim de kölesiyim. Kadife kahvaltı getir, Kadife pantolonumu ütüle, Kadife kumandayı ver, Kadife dışarıya çık… Annesi Kadife’nin dediklerini önemsemedi, bir tanecik oğlan, hadi hadi diyerek mutfağına geçti. Kadife de elinde cep telefonu yatak odasına daldı. Çarçabuk hazırlandı, koluna çantasını takıp acele tarafından annesine de seslenmeden evden çıktı. Otobüs durağına kadar on dakika yol yürümüş, karşılaştığı dedikoducu her bir kadına izahatını vermişti. Durakta karşılaştığı Ayşe kadınla konuşmak istemediğinden otobüsün gelmesini beklemedi, minibüse bindi. Araca bindiğinde biraz rahatlamıştı. Kent Meydanı’nda indi, durakların olduğu kısımdan hızlı adımlarla yürümeye başladı. Aras’ın yanında kalsa, köye hiç dönmese ne olurdu ki sanki…
Yarım saat sonra Aras’ın iş yerinin önüne gelmişti. Aras’ı cep telefonuyla aradı, oğlan beş dakikaya şirketin ana kapısına inmişti.
- Saat 13.00’de gelirsin diye düşünüyordum. Kadife Aras’ın boynuna sarıldı, ağlamaya başladı. Ağlama dedi Aras, karşıdaki kafeye git, otur, bekle beni. Geleceğim. Kadife yolun karşı tarafındaki kafeye yürüdü. Bir süre sonra Aras da yanına gelmişti. Gitmeyeceğim, dedi Kadife.
- Nereye gitmeyeceksin?
- O eve gitmeyeceğim.
- İyi ama Kadife peki ya ne yapmayı düşünüyorsun?
- Senin yanında kalsam olmaz mı?
- Kadife ben beş parasızım, yazık edersin kendine. Ne ev var ne bark.
- Hepsi var Aras. Ama senin beni almaya gönlün yok.
- Kadife okumayı denesen tekrar.
- Senin yanında okurum. Hem çalışır hem okurum.
- Düğün yapamam, evde yok.
- Olmasın.
- Yarın öbür gün, başıma kakarsın. Bir düğün etmedin dersin, hem seninkiler vermez.
- İstemene gerek yok. Ben gitmeyeceğim.
- Kadife bak aslında Ankara’dan bir iş teklifi aldım. Böylelikle kalacak yer sorunumuz olmaz. Eğer kararlıysan birkaç gün bir arkadaşımda kalırsın, gizlice evlenir, Ankara’ya gideriz. Oraya gidince de sana bir iş bakarız. Adam kalacak bir yer verecekti.
- Seninkilere söylemeyecek misin? Buradan birlikte size gideriz diye düşünüyordum.
- Olmaz, karşı çıkarlar.
***
Aras’la Kadife’nin Ankara’ya gitmesi bir ayı buldu. Bu süre zarfında Kadife, Aras’ın bir arkadaşının evinde kalmıştı. Babası sadece bir kez aradı, Kadife’nin kaçtığını kendi ağzından öğrendiğinde sövüp sayıp senin gibi kızım yok benim demişti o kadar. İşte bu kadardı, kız çocuğu olmak böyle bir şeydi. En azından Kadife’nin ailesi için durum böyleydi. Kadife’yle Aras Ankara’ya gitmeden iki hafta önce evlendi. Ne Kadife’de gelinlik vardı ne de Aras’ta damatlık. İki garip gibi evlendiler, mutluydular gerçi, yine de buruktu içleri. Kadife’nin anne babası da yoktu Aras’ınkiler de. Ortak bir kaderin birleştirdiği iki insandı onlar. Nikah kıyıldıktan sonra bile aynı evde kalamadılar. Kadife o akşam çok ağladı. On beş gündür evinde misafir olarak kaldığı Orhan’ın annesi çok tatlı kadındı, kendi annesinden bile iyiydi ama yine de Kadife kendini garip hissediyor, bu dünyada niçin bu kadar yalnız olduğunu anlayamıyordu.
***
Aras o akşam Kadife’yle evlendiğini annesine söyledi. Verilen tepki korkulacak derecede dehşetliydi. İyi ki Kadife burada değil diye düşündü Aras. Hamdi Efendi ile Necla Hanım oğullarını daha beş yıl gibi evlendirmek istemiyorlardı. Banka kredisiyle alınan ev için Aras ve kardeşi Tolga da maaşlarının önemli kısmını babasına veriyorlardı. Hamdi Efendi avazı çıktığı kadar haykırıyor, kıza dokunmadıysan evliliği bozabilir, kızı geri verebilirsin diyordu. Annesi Necla ise çoktan bayılmıştı. Aras böyle bir şey yapamayacağını, Kadife’nin bir aydan beridir Orhanların evinde kaldığını, nikahlandıklarını, Ankara’ya gideceklerini, orada iş bulduğunu söyledi. Necla bayılmış olduğu yerden zıplayarak, kat’i surette olmaz, dedi. Büyük bir patırtı daha kopmuş, Necla sesli bir şekilde ağlıyor, Hamdi Efendi ise ne idüğü belirsiz bir köylü kızını oğluna yakıştıramıyor, henüz çok genç olduğunu, kıza dokunmadıysa evliliği bitirmenin kolay olacağını söylüyordu.
- Baba, kız zaten yirmi yaşında.
- O zaman daha da iyi. Dokunduysan bile sorun olmaz.
- Seviyorum Kadife’yi, evlendim, sizden para istemiyorum. Bana düğün yapın, ev alın, eşya düzün demiyorum. İş buldum diyorum. Karımı alıp yarın gideceğim diyorum.
- Hayır, gidemezsin. Mademki evlendin, karını buraya getireceksin. Tolga salonundaki koltukta yatar. Sende karınla küçük odada kalırsın, dedi Necla.
- Olmaz.
- Ne olmaz? Evin borcu var. Daha üç yıl ödenecek.
Aras o akşam ne dediyse anne babasına dinletememiş, inatlarını kıramamıştı. Ertesi gün Kadife’yle buluştu olanı biteni ona da anlattı. Kadife yıkıldı, Aras’la Ankara’da yaşama, birlikte çalışma hayâli kurarken şimdi bir anda tüm dünyası yıkılmış, küçücük bir evde banyosu bile olmayan bir odada bir evlilik hayatı nasıl yaşayacağını düşünür olmuştu. Bir anda yaşanan öfke patlamasıyla evinden olmuştu, zaten onun gidişini dört gözle arzulayan annesi de babasına arkasını aratmamıştı. Şimdi ise huyunu suyunu hiç bilmediği bir kadınla aynı evin içinde üstelik bir kayın ve kayınbaba ile yaşamak zorunda kalacaktı. Sonra annesinin yirmi yıl boyunca her gün bıkmadan, usanmadan kendisine anlattığı sıkıntılar aklına geldi. Annesini yazgısı onun başına da mı yazılmıştı? Bunu yapamayacağı kesindi, ben yapamam dedi Aras’a, üzgünüm. Aras aldığı bu cevabı hiç beklemiyordu, karısının önce biraz huysuzlanacağını düşünmüştü ama ben yapamam diyerek kestirip atacağını hiç düşünmemişti. İyi ama dedi Aras, sana gül bahçesi vadetmemiştim, tüm bunları biliyordun, hem sonra evimizin kredi borcu varken annemi babamı bırakamam. Sen de benim karımsın, bana yardımcı olmalısın. Sana iş bulurum merak etme, annemle bütün gün evde tıkılıp kalmazsın. Beş yıl kadar sonra çıkarız.
- Beş yıl, dedi Kadife boynunu eğdi.
- Evet.
- Üzgünüm.
Kadife ayaklandı. Ben gidiyorum, dedi Aras’a.
- Nereye gidiyorsun, beni bırakamazsın.
- Birlikte Ankara’ya gidecektik. Öyle demiştin. Şimdi kredi diyorsun, annem babam diyorsun.
- Yanıma geldiğinde Ankara işini bilmiyordun. Senin yanında kalayım derken bizimkilerin varlığını bilmiyor muydun?
- Bilmek başka, yaşamak başka.
- Hamile olabilirsin üstelik, gidemezsin.
- Değilim. Ben gidiyorum.
Kadife, Aras’ın yanından ayrıldı. Aras Kadife’nin ettiği sözlerden sersemlemiş ne düşüneceğini ne yapacağını bilemez olmuştu. Caddeye doğru yürümekte olan Kadife’yi görüyor ama ardından koşturarak gitmek, kal benimle demek, ikna etmeye çalışmak da şu dakikada manasız geliyordu. Belki de babası haklıydı, bu evlilik yanlıştı ve bitmesi gerekiyordu. Kadife otobüs garajına geldiğinde bir eliyle karnını tuttu, sabah yaptığı testin sonucu pozitif çıkmıştı ama bunu Aras’a hiçbir zaman söylemeyecekti. Karacabey’e giden minibüslere bindi, orada mevsimlik işçi olarak çalışabilirdi. Yıllar önce Umurbey’e gelmiş olan Ayten orada yaşıyordu, oraya vardığında Ayten’i arayacaktı. Bir daha asla birine boyun eğmeyecekti. Kendisi çalışabilirdi, yine kendine bakabilirdi. Necla’yı Aras’ın yanında üç dört sefer görmüş ve kadını sevmemişti. Yaparım sanmıştı, ilk başlarda annesine, babasına, kardeşine duyduğu nefret yüzünden Aras’la ve onun ailesiyle yaşayabilirim sanmıştı. Ama hayır, olmazdı. Bir daha olmazdı, kararını verdi. Karacabey’e doğru yola çıktı.
-Kalktın mı kız, uyuma, çabuk hemen mutfağa gel.
-Tuvalete gideyim, hemen gelirim anne.
-Oyalanma fazla, hemen mutfağa gelesin çabuk…
Odanın ortasına kadar gelen Bedriye, oğlunu çıplak görünce, ‘‘Vay kerata iç çamaşırınla yatmış gene,’’ dedi. Usulca oğlanın üzerini örttü. Oğlanın üzerini örttükten sonra hışımla yürüdü, odadan çıktı. Kadife, annesi odadan çıkınca ayaklandı. Cep telefonunu eşofmanın içine sokup tuvalete gitti. Tuvalet kapısını kapatınca cep telefonunu açtı. Tahmin ettiği gibi Aras’tan mesaj gelmişti. Aras saat 13.00 de Kafkas Pastanesi önünde onu bekleyeceğini yazmıştı. Annesine ne yalan söyleyecekti, yoksa yalan söylemese de doğruyu mu söylese idi. Sonuçta Aras’la görüştüğünü biliyordu; fakat Aras’la buluşacağım derse inadına onu erken çağırır, iki saate buradasın derdi. O yüzden başka bir şey uydurmalıydı, ama ne? Düşündü. Annesinin, hadisene kız inadına mı yapıyorsun? Buraya gel! diye sinirli sinirli söylendiğini duydu. İşini çabuk görüp annesinin yanına gitti. Annesi başlamıştı vaaza, tembel ve hımbıl olduğundan girdi, işe yaramazın biri olduğundan çıktı. Demesine göre Kadife’nin yaşındayken saat beşte daha kalkar, yediye kadar da bütün işlerini bitirir, yedi buçukta kayınvalidesinin evinde olurdu. Bedriye’nin anlatışına göre bir gün bile bir başına kendi evinde oturamamıştı. Kör olasıca kaynanasından sonra da kocasından çekmediği kalmamıştı. Bedriye başladı anlatmaya, Kadife bir yandan annesini dinliyor, bir yandan da önüne yığılmış olan dağ gibi bulaşığa girişmiş, yıkamaya çalışıyordu. Bedriye’nin demesine göre yedi buçukta kayınvalidesinin evine geldiğinde; git buradan, seni istemiyorum yaktın oğlumun başını! sözüyle karşılanırmış. Bedriye o anda kaynanasının evini terk etmek istediği hâlde kocasının korkusundan boynunu büker, kadına hiç karşılık vermeden üzerinden sayasını çıkarır, mutfaktaki bulaşıkları yıkamaya başlarmış. Evde toplamda on çocuk olduğundan Bedriye’yle Hasan’a kalacak yer yokmuş, onlar da ölen amcalarının kümesten bozma evinde yaşamaktaymış. Bedriye anlattıkça daha beter harlanıyor, içindeki ateş bir türlü sönmek bilmiyordu.
Bu kör olmayasıca Kadife de yirmi yaşına gelmişti gelmesine ama hâlâ bir kısmeti çıkıp evlenememişti. Hâlbuki aklını kullanabilse kendisini üç yıl önce isteyen İbrahim’le evlenebilseydi, kızından o dakika kurtulabilecekti. Aslında Kadife’den nefret etmiyordu ama kız çocuklarının çok sevilmesi akıl alacak iş de değildi. Sonuçta el için yetiştirilir, zamanı gelince de birine gider; zaten olması gerektiği gibi el olurdu. Bedriye yirmi beş yıl önce geldiği Sinop’a on yılı aşkın bir süredir gitmemişti, geldiği ocağa bağlanmış, burasını evi bellemişti. Hatta o cadı, zalim kaynanasını kendi anasından üstün tutmuştu. Bedriye, ben gelene kadar bulaşıkları yıkayasın diyerek bir koşuda aşağı salındı. Bahçeye indiğinde Hasan’ı anasıyla incir ağacının altında konuşur görmüştü. Kümesin yanından aldığı yemi yere biraz sepeledikten sonra tavuk kümesinin kapısını açtı. Önden görünen kırmızı horoz, üç dişi tavuğunu ardına takmış gerine gerine çıktı kümesin içinden. Şuna bak şuna dedi, Bedriye. Erkek kısmısı değil mi? Şu gerinişe bak hele… Bedriye, Hasan’ın yanına geldiğinin farkına varmamıştı. Hasan dişlerini gıcırdatarak, ben işe giderim, anamın işlerini gör de öyle çık yukarı dedi Bedriye’ye. Kadın artık yıldığından; bitmedi senin ananın işleri çağırsın acık da küçük gelinlerini onlara yaptırsın temizliğini dedi, Hasan’ın sözünü takmayarak ardını dönüp evine doğru yürümeye başladı.
***
Olduğu yerde kalan Hasan, artık eskisi gibi sözünün geçmediği bu deli kadının arkasından baktı bir mühlet. İncir ağacının altında oturan, olanı biteni duyan anasına da utancından bir laf edemedi, dut ağaçlarının olduğu taraftan yola doğru yürümeye başladı. Anası bugün kardeşlerinin karılarını çağırsaydı ne olurdu ki sanki… Hasan yine de Bedriye’ye bilendi, bu kadının parasını biraz kısmalıydı ki eskisi gibi sözünü dinletsin. Sonra düşündü, zaten Bedriye’ye doğru düzgün para verdiği yoktu. Kadife desen evde varlığıyla yokluğu belli olmayan bir kızdı, onun da parayla işi pek olmazdı. Geçen gün üzerinde gördüğü kırmızı ceketi, ayağındaki yeni ayakkabıları da herhâlde dayısı para göndermiş olacaktı ki almış olunsun.
***
Kadife saat sekiz buçuğa doğru bulaşıkları bitirmiş, mutfak dolaplarını da annesinin istediği gibi bir güzel silmişti. Aras’la buluşacağını annesine söylemesinin şimdi tam vaktiydi. Bedriye kızında bir huzursuzluk olduğunu anlamış, kızın kendisine ne yumurtlayacağını merak etmekle birlikte sessiz bekliyordu.
- Anne.
- He.
- Bugün Aras’la buluşacağım.
- Niye?
- Anne sevgilim olduğunu biliyorsun, izin versen ne olur sanki?
- Sevgiliymiş. Yöresi uymaz, töresi uymaz, sevgiliymiş. Elin yabanından sevgili yapmış da haspam, kendi köyünde bir yavuklu yapamamış da şimdiye dek ikinci çocuğunu doğuramamış.
- Sen de babama geldin anne. Yaban babama geldin hem de ta Sinoplardan.
- Ben başka, ben başka.
- Sen niye başka.
- İbrahim’i kaçırmasaydın şimdiye ikinci çocuğunu doğuracaktın.
- Anne İbrahim evlendi.
- İyi ya işte. İbrahim’le evleneydin akılsız, şimdiye ikinci çocuğunu doğuracaktın.
- İstersen çağır İbrahim’i anne, kuma gideyim.
- Sende nerde o kadar akıl. O yaban Aras’a gideceğine İbrahim’e kuma git.
- Temelli şaşırdın kendini.
- Bana bak gidecen ama iki saatte buradasın.
- Köyden şehre gitmek bir saat anne. Beşe kadar gelirim merak etme.
Bedriye başını salladı, olacağın önüne geçilemezdi. Kadife evde kalmıştı bir kez. En azından biriydi işte bu Aras, yabanın biri de olsa. Kadife evlenince de oğlu evlenirdi. Şu Güre Hüseyin’in kızı Zehra pek bir güzel kızdı. Allah göstermesin kızı kendilerinden önce bir isteyen olmasındı. Sıra önceliği Kadife’deydi, önce Kadife’nin evlenmesi gerekirdi ki Ömer’e sıra gelsin.
***
İçeriden kalın bir öksürük sesi geldi. Ömer uykudan uyanmış, Kadife kahvaltım diye bağırınır olmuştu. Çay tepsisinin içine sıralanan; zeytin, peynir, reçel, yumurta, çay, Ömer’in eline hızlı bir şekilde Kadife tarafında tutuşturuldu. Ömer yattığı koltukta oturur vaziyetteydi, kumandayı ver bana çık dışarı diye uyardı Kadife’yi. Genç kız yaşaran gözlerle odadan çıktı. Salonda gördüğü annesine, bir terbiye veremedin oğluna, beni hizmetçi belledi temelli, sanki onun ablası değilim de kölesiyim. Kadife kahvaltı getir, Kadife pantolonumu ütüle, Kadife kumandayı ver, Kadife dışarıya çık… Annesi Kadife’nin dediklerini önemsemedi, bir tanecik oğlan, hadi hadi diyerek mutfağına geçti. Kadife de elinde cep telefonu yatak odasına daldı. Çarçabuk hazırlandı, koluna çantasını takıp acele tarafından annesine de seslenmeden evden çıktı. Otobüs durağına kadar on dakika yol yürümüş, karşılaştığı dedikoducu her bir kadına izahatını vermişti. Durakta karşılaştığı Ayşe kadınla konuşmak istemediğinden otobüsün gelmesini beklemedi, minibüse bindi. Araca bindiğinde biraz rahatlamıştı. Kent Meydanı’nda indi, durakların olduğu kısımdan hızlı adımlarla yürümeye başladı. Aras’ın yanında kalsa, köye hiç dönmese ne olurdu ki sanki…
Yarım saat sonra Aras’ın iş yerinin önüne gelmişti. Aras’ı cep telefonuyla aradı, oğlan beş dakikaya şirketin ana kapısına inmişti.
- Saat 13.00’de gelirsin diye düşünüyordum. Kadife Aras’ın boynuna sarıldı, ağlamaya başladı. Ağlama dedi Aras, karşıdaki kafeye git, otur, bekle beni. Geleceğim. Kadife yolun karşı tarafındaki kafeye yürüdü. Bir süre sonra Aras da yanına gelmişti. Gitmeyeceğim, dedi Kadife.
- Nereye gitmeyeceksin?
- O eve gitmeyeceğim.
- İyi ama Kadife peki ya ne yapmayı düşünüyorsun?
- Senin yanında kalsam olmaz mı?
- Kadife ben beş parasızım, yazık edersin kendine. Ne ev var ne bark.
- Hepsi var Aras. Ama senin beni almaya gönlün yok.
- Kadife okumayı denesen tekrar.
- Senin yanında okurum. Hem çalışır hem okurum.
- Düğün yapamam, evde yok.
- Olmasın.
- Yarın öbür gün, başıma kakarsın. Bir düğün etmedin dersin, hem seninkiler vermez.
- İstemene gerek yok. Ben gitmeyeceğim.
- Kadife bak aslında Ankara’dan bir iş teklifi aldım. Böylelikle kalacak yer sorunumuz olmaz. Eğer kararlıysan birkaç gün bir arkadaşımda kalırsın, gizlice evlenir, Ankara’ya gideriz. Oraya gidince de sana bir iş bakarız. Adam kalacak bir yer verecekti.
- Seninkilere söylemeyecek misin? Buradan birlikte size gideriz diye düşünüyordum.
- Olmaz, karşı çıkarlar.
***
Aras’la Kadife’nin Ankara’ya gitmesi bir ayı buldu. Bu süre zarfında Kadife, Aras’ın bir arkadaşının evinde kalmıştı. Babası sadece bir kez aradı, Kadife’nin kaçtığını kendi ağzından öğrendiğinde sövüp sayıp senin gibi kızım yok benim demişti o kadar. İşte bu kadardı, kız çocuğu olmak böyle bir şeydi. En azından Kadife’nin ailesi için durum böyleydi. Kadife’yle Aras Ankara’ya gitmeden iki hafta önce evlendi. Ne Kadife’de gelinlik vardı ne de Aras’ta damatlık. İki garip gibi evlendiler, mutluydular gerçi, yine de buruktu içleri. Kadife’nin anne babası da yoktu Aras’ınkiler de. Ortak bir kaderin birleştirdiği iki insandı onlar. Nikah kıyıldıktan sonra bile aynı evde kalamadılar. Kadife o akşam çok ağladı. On beş gündür evinde misafir olarak kaldığı Orhan’ın annesi çok tatlı kadındı, kendi annesinden bile iyiydi ama yine de Kadife kendini garip hissediyor, bu dünyada niçin bu kadar yalnız olduğunu anlayamıyordu.
***
Aras o akşam Kadife’yle evlendiğini annesine söyledi. Verilen tepki korkulacak derecede dehşetliydi. İyi ki Kadife burada değil diye düşündü Aras. Hamdi Efendi ile Necla Hanım oğullarını daha beş yıl gibi evlendirmek istemiyorlardı. Banka kredisiyle alınan ev için Aras ve kardeşi Tolga da maaşlarının önemli kısmını babasına veriyorlardı. Hamdi Efendi avazı çıktığı kadar haykırıyor, kıza dokunmadıysan evliliği bozabilir, kızı geri verebilirsin diyordu. Annesi Necla ise çoktan bayılmıştı. Aras böyle bir şey yapamayacağını, Kadife’nin bir aydan beridir Orhanların evinde kaldığını, nikahlandıklarını, Ankara’ya gideceklerini, orada iş bulduğunu söyledi. Necla bayılmış olduğu yerden zıplayarak, kat’i surette olmaz, dedi. Büyük bir patırtı daha kopmuş, Necla sesli bir şekilde ağlıyor, Hamdi Efendi ise ne idüğü belirsiz bir köylü kızını oğluna yakıştıramıyor, henüz çok genç olduğunu, kıza dokunmadıysa evliliği bitirmenin kolay olacağını söylüyordu.
- Baba, kız zaten yirmi yaşında.
- O zaman daha da iyi. Dokunduysan bile sorun olmaz.
- Seviyorum Kadife’yi, evlendim, sizden para istemiyorum. Bana düğün yapın, ev alın, eşya düzün demiyorum. İş buldum diyorum. Karımı alıp yarın gideceğim diyorum.
- Hayır, gidemezsin. Mademki evlendin, karını buraya getireceksin. Tolga salonundaki koltukta yatar. Sende karınla küçük odada kalırsın, dedi Necla.
- Olmaz.
- Ne olmaz? Evin borcu var. Daha üç yıl ödenecek.
Aras o akşam ne dediyse anne babasına dinletememiş, inatlarını kıramamıştı. Ertesi gün Kadife’yle buluştu olanı biteni ona da anlattı. Kadife yıkıldı, Aras’la Ankara’da yaşama, birlikte çalışma hayâli kurarken şimdi bir anda tüm dünyası yıkılmış, küçücük bir evde banyosu bile olmayan bir odada bir evlilik hayatı nasıl yaşayacağını düşünür olmuştu. Bir anda yaşanan öfke patlamasıyla evinden olmuştu, zaten onun gidişini dört gözle arzulayan annesi de babasına arkasını aratmamıştı. Şimdi ise huyunu suyunu hiç bilmediği bir kadınla aynı evin içinde üstelik bir kayın ve kayınbaba ile yaşamak zorunda kalacaktı. Sonra annesinin yirmi yıl boyunca her gün bıkmadan, usanmadan kendisine anlattığı sıkıntılar aklına geldi. Annesini yazgısı onun başına da mı yazılmıştı? Bunu yapamayacağı kesindi, ben yapamam dedi Aras’a, üzgünüm. Aras aldığı bu cevabı hiç beklemiyordu, karısının önce biraz huysuzlanacağını düşünmüştü ama ben yapamam diyerek kestirip atacağını hiç düşünmemişti. İyi ama dedi Aras, sana gül bahçesi vadetmemiştim, tüm bunları biliyordun, hem sonra evimizin kredi borcu varken annemi babamı bırakamam. Sen de benim karımsın, bana yardımcı olmalısın. Sana iş bulurum merak etme, annemle bütün gün evde tıkılıp kalmazsın. Beş yıl kadar sonra çıkarız.
- Beş yıl, dedi Kadife boynunu eğdi.
- Evet.
- Üzgünüm.
Kadife ayaklandı. Ben gidiyorum, dedi Aras’a.
- Nereye gidiyorsun, beni bırakamazsın.
- Birlikte Ankara’ya gidecektik. Öyle demiştin. Şimdi kredi diyorsun, annem babam diyorsun.
- Yanıma geldiğinde Ankara işini bilmiyordun. Senin yanında kalayım derken bizimkilerin varlığını bilmiyor muydun?
- Bilmek başka, yaşamak başka.
- Hamile olabilirsin üstelik, gidemezsin.
- Değilim. Ben gidiyorum.
Kadife, Aras’ın yanından ayrıldı. Aras Kadife’nin ettiği sözlerden sersemlemiş ne düşüneceğini ne yapacağını bilemez olmuştu. Caddeye doğru yürümekte olan Kadife’yi görüyor ama ardından koşturarak gitmek, kal benimle demek, ikna etmeye çalışmak da şu dakikada manasız geliyordu. Belki de babası haklıydı, bu evlilik yanlıştı ve bitmesi gerekiyordu. Kadife otobüs garajına geldiğinde bir eliyle karnını tuttu, sabah yaptığı testin sonucu pozitif çıkmıştı ama bunu Aras’a hiçbir zaman söylemeyecekti. Karacabey’e giden minibüslere bindi, orada mevsimlik işçi olarak çalışabilirdi. Yıllar önce Umurbey’e gelmiş olan Ayten orada yaşıyordu, oraya vardığında Ayten’i arayacaktı. Bir daha asla birine boyun eğmeyecekti. Kendisi çalışabilirdi, yine kendine bakabilirdi. Necla’yı Aras’ın yanında üç dört sefer görmüş ve kadını sevmemişti. Yaparım sanmıştı, ilk başlarda annesine, babasına, kardeşine duyduğu nefret yüzünden Aras’la ve onun ailesiyle yaşayabilirim sanmıştı. Ama hayır, olmazdı. Bir daha olmazdı, kararını verdi. Karacabey’e doğru yola çıktı.