SES
Havada dayanılması güç bir ağırlık vardı. Gökyüzü insana nefes aldırmayacak derecede kasvet yağdırıyordu. Yasemin başını önünde yürüyen oğullarına doğru çevirip ‘‘Hadi bakalım biraz daha hızlanalım,’’ dedi. Evden çıktığına pişman olmuştu. Utku ile Barış huysuzca adımlar atmaya başladı. Utku, ‘‘Ben dışarıya çıkmak istememiştim ki,’’ diye sızlanıyordu. Yaseminin de olmak istediği tek yer şu an eviydi. Üst üste kondurulmuş evlerin camlarına baktı. Her biri sımsıkı kapatılmıştı. Binaların balkonlarında gezindi gözleri, hiç kimse mi yaşamıyordu bu binalarda, bir insan çıkmaz mıydı ya da oturmaz mıydı balkonunda? Koyu bir sessizlik, duvar gibi kalın bir sessizlik. Boğuluyormuş hissi yaşıyordu. Gökyüzü bile gündüz vakti tüm insanlığa geceyi yaşatıyordu. Aylardır bir yakınını gördüğü yoktu. Evinden çalışıyordu şu sıralar, herkesin yaptığı gibi. Bilgisayarın karşısında ders anlattığı saatler dışındaki vakitlerde tek yaptığı evindeki odalar içinde gezinmekti. Hiçbir hayat belirtisi yok. ‘‘Allah’ım,’’ diye düşündü bir an, ‘‘Ben neredeyim ve nereye doğru gidiyorum?’’ Tüm bunların rüya olup olmadığıyla ilgili kendine sorular sorup duruyordu.
Utku sızlanıp duruyordu, rüzgâr haşindi ve Yasemin’i de çocuklarını da hırpalıyordu. Göğsüne korkunç bir soğuk dolmuştu, ellerini ise montunun cebinden çıkarmaya cesaret edemiyordu. Yılankavi dolanan dar yürüyüş yolunda parke taşlarını seyre daldı. Sağdan sola beş tane, pembe ve gri renkli, ortasından bir şerit geçiyor. Aklını kaçırmak üzereydi. Hiç ses yoktu. Çıldırtırdı insanı bu sessizlik sonra bu soğuk. İliklerine kadar işlemişti. Kanı donmuş olmalıydı. Kıpırdamakta güçlük çekiyor ama bilemediği bir kuvvet ayaklarını hareket ettiriyordu. Barış, Utku’yla mesafesini açmıştı. Yasemin bir an korktu, oğluna seslendi. Barış yanaklarını şişirmişti ama olduğu yerde de kalıp yüzünü annesine ve Utku’ya dönmüştü. ‘‘Bekle orada bizden uzaklaşma,’’ diye seslendi Yasemin. Ümitle evlerin balkonlarına bakıyordu. Hiç kimse yok, ses yok. Bazı panjurlar kapalı.
Yasemin Utku’nun elinden tuttu. Karşı taraftan onlara doğru bir adam geliyordu. Bir insan, en nihayetinde işte o da evinde Yasemin gibi sıkılmış ve yürüyüşe çıkmış olmalıydı. Yasemin saatine baktı. İzin süresi dolmak üzereydi. Biraz sonra yasaklı saatler başlayacaktı. Adam başını yerden hiç kaldırmıyordu. Yasemin şimdi de korkuyordu. Etrafına bakındı, bir canlılık alameti aradı. Hiçbir şey yok. Ağaçlar ve çimenler başka hiçbir şey yok. Evler ve içindeki insanlar hepsi birer ölü gibi. Çıt çıkmıyor. Kahrolası bir sessizlik. Koyu, ıssız, korkutucu ve derin bir sessizlik. Yasemin titremeye başladı. ‘‘Barış,’’ diye seslendi. Adamdan uzaklaş demek istiyordu. Aklını mı kaçırmıştı? Sağlıklı düşünemiyordu. O da kendisi gibi normal bir insandı. Yok yok, ya bir şey yaparsa. Kimse yok, yardım edecek kimse yok. İçindeki ses çığlık atıyordu, ‘‘Barış uzaklaş oradan.’’ Hayır, kesinlikle çıldırmış olmalıydı. Adam başını yerden kaldırsa da yüzü görünse. Yok hayır, başı önde yürüyor. Nasıl bir yürüyüştü bu böyle?
Adam önce Barış’ın yanından geçti, hızlı adımlarla yürüyordu. Yasemin’in kalbi deli gibi atmaya başladı. Evlerin camlarına doğru baktı yine. Hiç kimse yok, yok. Nerde bu insanlar?
Adam sessizce ama çok hızlı bir şekilde Yasemin ve Utku’nun yanından da geçti, gitti. Oh! Çok şükür. Ama yine de rahat değildi Yasemin. Nasıl bir geçişti ki bu böyle? Başı önde yürüyen bir adam, hiçbir yere bakınmıyor. En azından çocuklara gülümseyemez miydi? Bir iyi günler dileyemez miydi? Yoksa insanlar, yoksa insanlar… Bu nasıl bir çaresizlikti böyle. Kimse kimseyle görüşmüyordu. Hatta telefonlaşmıyordu. Nasıl? Telefondan bulaşmıyordu ki! Neden?
Yasemin’in cebindeki nesne titremeye başladı, çıkarıp baktı. Kalbi yerinden fırlayacak gibi oldu. Utku’nun elini bırakıp mesajı açtı.
‘‘Anne, anne,’’ diye bağırdı Utku.
Yasemin etrafına bakınıyordu. Utku, ‘‘Anne, anne, hadi eve gidelim çok üşüyorum,’’ diyordu. Yasemin telefondaki mesajı okudu, iki kez, üç kez. Nerede? Nerede? Kim? Kim bu? Bilinmeyen bir numaradan gelen bir mesaj. ‘‘Evde kal, maskeni tak.’’ Elleri titremeye başladı. Yer sarsılıyor, ağaçlar, binalar dönüyordu. Gerçekten şu an neler oluyordu?
Utku’yu kucağına aldı. Utku ayaklarını annesinin karnına vurup duruyordu, ‘‘Bıraksana beni, bırak beni.’’
‘‘Barış,’’ tut elimi dedi, yanına gidip. Barış kayıtsızca annesinin yüzüne bakıyordu. Omzunu silkip annesinin yanında yürümeye başladı. Ama Yasemin oğlunun tavrına aldırmayıp elini sıkıca tuttu. Biri kucağında biri elinde uçar gibi yürüyordu. Telefonu sürekli titriyordu. Ardı ardına gelen mesajlar. Yasemin ağlamaklı oldu, soğuk tüm vücudunu bir yorgan gibi kaplamıştı. Son nefesini vermeden evine ulaşmak istiyordu. Yol gittikçe uzuyor, mesafe gittikçe artıyordu. Yılan kavi uzanan pembeli, grili parke taşlar gözüne şimdiye kadar hiç bu kadar çirkin görünmemişti. Kollarında güç kalmayınca Utku’yu kucağından indirdi. Oğlan da rahat durmamış, kucağa alındığı için annesinin karnını defalarca tekmelemişti. Barış elini tutmak istemiyor, bırak beni diye debelenip duruyordu. İkisi birlikte Yasemin’in elini bırakıp yalnız başlarına yürümeye başladılar.
Barış, ‘‘Hoparlörden adam konuşacak,’’ diye bağırdı. Yasemin saatine baktı. Eve ulaşmaları gerekiyordu. Soğuk tüm dünyayı dondurmak üzereydi. Bir kadınla ve yanındaki iki çocuğuyla hiç kimse ilgilenmezdi. Evine gitmeliydi. Başlarına bir iş gelmeden evine varmalıydı. Hastalık tüm insanlığın üzerine bir çığ gibi düşmüştü. Sokaklarda gezinmek yasaktı. İnsanların bazıları telefonla konuşmaya ürküyordu. Hilâl arada yazıyordu, haftada bir test yapıyormuş, hasta değilmiş ve hiç olmamışlar. Virüs taşıyan insanlarla konuşmak istemiyordu. Karşı dairesinde oturan insanlara karşı Yasemin dikkatli olmalıydı. Onlar virüs taşıyordu. Herkes birbirinden kaçıyordu. Evlerin içinde insanlar yaşamıyor gibiydi. Koyu bir sessizlik, siyah, simsiyah…
Hoparlördeki ses ‘‘Yasak başlıyor, herkes evine girsin,’’ dedi. Ses dediğini ardı ardına tekrar ediyordu. ‘‘Bizden başkası yok kahrolası, kapat çeneni,’’ diye bağırdı Yasemin. ‘’Allah,’’ dedi gerisini yutup ağlamaya başladı. ‘‘Yok, hiçbir şey yok. Kimse yok. Kimsemiz yok.’’
Utku’yu kucağına aldı, Barış’ın yine elinden tuttu. Şimdi çocuklar da anneleri ne yaparsa yapsın teslim olacaklar gibi görünüyorlardı. Barış annesinin hızlı adımlarına kendi küçük adımlarını uydurmaya çalışıyordu. Yaşadıkları bina nihayet göründü. Ipıssız bir bina. Hiçbir şey yaşamıyordu. Ölmüştü her şey. Bütün gücüye bağırmak istiyordu. Neredesiniz? Neredesiniz?
Evine geldi, içeriye girdi. Sıcak yüzünü okşayıp dağıldı. Önce çocukların, sonra kendi montunu çıkardı. Mutfağa geçip pencereyi açtı. Hoparlördeki ses tekrarlıyordu: ‘‘Yasak başladı. Sokağa izni olanlar çıkabilir.’’ Ses tekrar ediyordu, ‘‘Yasak başladı. Sokağa izni olanlar çıkabilir.’’
Yasemin açık pencereden başını dışarıya uzattı: ‘‘Kim inanıyor tüm bunlara! Hayırrrr!’’ diye haykırdı.
SON