Burcu BOLAKAN

Burcu BOLAKAN

[email protected]

OTUZ ALİ

28 Temmuz 2024 - 16:23 - Güncelleme: 29 Temmuz 2024 - 10:26

OTUZ ALİ
 
Arkadaşlarıyla birlikte askerlik şubesine teslim olmaya giderken heyecanlıydı. Dilini hiç bilmediği insanlar arasında askerlik yapacaktı. Bu yaşına kadar ona Türkçeyi kimse öğretmemişti. Hasan’la Osman Türkçeyi biraz konuşabiliyor, anlıyorlardı ama Ali Türkçe tek bir kelime bile bilmiyordu. Yaşadıkları köyde şimdiye kadar da öğrenmesi gerekmemişti. Dağlarda koyun, keçi otlatır akşam olunca evine dönerdi. Bu zamana değin  ne okul yüzü görmüştü ne de resmi daireye düşen bir işi olmuştu. İlk kez askerlik şubesinden çağrılıncaya kadar da bu şekilde yaşayıp gitmişti. Son yıllarda yaşanan bulaşıcı hastalık yüzünden anası-babası üç kardeşi ölmüştü. O her nasılsa hayatta kalmış, doktor yüzü görmediği hâlde bir şekilde ölüm onu bulmamıştı. Askerlik şubesine muayene olmak için gittiklerinde köyde birlikte büyüdüğü Osman ona çat pat anladığı komutanın konuşmaları hakkında bilgi verdi.

Subayın sağlam raporu verebilmesi için onları muayene etmesi gerekiyordu, ‘‘Şuraya geçip üstünüzü çıkarın,’’ dedi, Osman subayın gösterdiği yere doğru yürüyüp, Ali’yi oraya doğru götürdü. Arkadaşına bakıp üstündeki kıyafetleri çıkarmasını, muayene olacaklarını söyledi.

Muayene olup askerlik yapabilir kâğıdını almışlardı. O günün üzerinden bir ay geçmişti ve işte bugün Osman’la birlikte acemi birliğine teslim olmak için gidiyorlardı.

Ali kısa boylu, sevimli yüzü olan genç bir delikanlıydı. Ali’yi görenlerin delikanlıya bu sevimli tipi dolayıyla kızması pek mümkün olmazdı. Acemi birliğinde askerlik yaparken arkadaşlarının yardımıyla Türkçe bilmediği hâlde birkaç gününü geçirebilmişti. Bir gün komutanları değişti, yerine orta yaşlarda kumral, uzun boylu, yakışıklı başka bir komutan geldi.

Sabah şafak attıktan hemen sonra yaptırdığı eğitimde askerleri çok sıkı çalıştırıyordu. Askerler öğleye kadar eğitim yapıyordu. Yeni gelen kumral komutanın erlere pek acıması yoktu. Onları yerlerde süründürüyor, direklere tırmandırıyor, şınav çektiriyor, yüksekten atlatıyor, koşturuyordu.

***
Komutan sabah erkenden kalkmış askerlerin karşısına geçmişti. İsmini söylediği er ortaya çıkıyor, komutanın talimatına göre onun emirlerini yerine getirerek kendini gösteriyordu.

Sırayla ismi söylenen asker meydana çıkıyor, komutanın emirlerine dinleyip kendilerine verilen direktiflere göre askerlik hünerini gösteriyordu. Komutan erlerle ilgili yanındaki katibine bir şeyler söylüyor o da komutanın söylediklerini elinde tuttuğu deftere not ediyordu. Sıra Ali’ye gelmişti.

‘‘Ali Aydın,’’ diye bağırdı komutan. Ali askerliğe başladıktan sonra birkaç Türkçe kelime öğrenmişti. İsmini seslenen komutana ‘‘Burdayım,’’ diye yanıt vererek öne çıktı. İlk hamlesi olan ‘‘Burdayım,’’ sözünü söyleyip öne çıkması diğer askerlerin gülümsemesine neden olmuştu. Ama askerler kendilerini tutuyorlardı. Neticede burası ana kucağı değil asker ocağıydı.

Komutan gür sesiyle haykırdı, ‘‘Asker Ali buraya gel.’’

Ali anlamamıştı, dikilip duruyordu. İri gözlerini açmış komutana doğru bakıyordu. Komutan kıpırdamayan askeri görünce öfkelenip ‘‘Asker gel buraya!’’ diye sert bir şekilde emretti. Askerlerden biri Ali’nin kolundan tutup komutana doğru arkadaşını itekleyerek ona komutanın yanına gitmesini Kürtçe söyledi. Ali şimdi anlamıştı, koşarak komutanın yanına gitti. Komutan Ali’ye emir vermeye başladı.

‘‘Sağa dön.’’ Ali bunu anlamıştı, sağına soluna dönmeyi ilk geldiği gün daha öğrenmişti. Ali sağına döndü.

Komutan ‘‘Soluna dön,’’ diye emretti Ali onu da yapmıştı. Ali komutanının emriyle sağına, soluna döndü. İleri, geri yürüdü. Ama bundan sonra verilen hiçbir emri kesinlikle anlayamıyor komutanının oynayan dudaklarına bakıyordu. Komutan da Ali’yi sevmişti ama emirleri yerine getirmemesine kızdı. Sert bir sesle emri yerine getirmesini istedi. Ali yapamıyordu, orada öylece durup komutana bakıyordu. Erlerden biri bir adım öne çıkarak ‘‘Komutanım!’’ diye seslendi. Komutan öne bir adım kadar çıkan askerin yanına giderek ‘‘Söyle asker,’’ dedi.

Asker Ali’nin Türkçe bilmediğini komutana bildirdikten sonra yerine geçti. Komutan karşısında duran delikanlıya bakarak iç çekti. Taburuna dönerek seslendi, ‘‘Ali’ye en kısa zamanda Türkçe anlama-konuşma, okuma-yazma ve sayma öğretecek bir asker varsa aranızda bir adım öne çıksın,’’ dedi.

Askerlerin sadece birinden ses çıktı, o asker ‘‘Komutanım ben öğretirim,’’ demişti.
Sarışın uzun boylu çocuk Bursa’nın köylerindendi. Hakkâri'nin Şemdinli ilçesine bağlı bir köyden olan arkadaşına Türkçe anlama-konuşma, okuma-yazma ve sayma öğretecekti. Hemen o akşamdan itibaren çalışmaya başladılar. Ali on gün içinde bazı basit cümleleri kurabilir duruma geldi. Bazı harfleri yan yana dizerek basit kelimeler de yazabiliyordu. Sayı saymayı da ona öğretiyorlardı.

***
Acemi birliğindeki eğitimler bitmişti. Askerlerin her biri usta birliklerine dağıtılmayı bekliyordu. Askerler gitmeden evvel komutanları onlara bir eğlence tertip etmek istedi. Askerler kendi aralarında dozunda bir şekilde eğlenerek acemi birliğindeki askerliklerini başarılı bir şekilde bitirmelerini kutlayacaklardı. Masalar kuruldu, üzerlerine güzel yiyecekler ve içecekler konuldu. Askerlerin hepsi mutluydu. Bu özel gecede yeteneği olan bazı erler yeteneklerini sergiliyorlardı. Saz çalan eline sazı alıp masaların ortasındaki boş alana geçiyor çalıyor, söylüyordu. Bazısı şiir okuyordu. Kimi de güzel fıkralar ya da memleket hikâyeleri anlatıyordu. Komutan birden Ali’yi hatırladı. Oturduğu sandalyede dikilip Ali’yi sordu. Ali de ortaya çıkmıştı. Ali’yi gören komutanın keyfi yerine geldi.

‘‘Elliye kadar saymasını öğrendin mi Ali?’’

‘‘Evet komutanım,’’ diye cevap verdi Ali.

‘‘Aferin sana, eğer elliye kadar sayabilirsen ben de sana hediye olarak bot vereceğim.’’

Ali çok sevindi, bu yaşına kadar hiç botu olmamıştı, tabii acemi birliğinde geçirdiği günleri saymazsa. Ali tüm meraklı bakışların arasında saymaya başladı. ‘‘Bir, iki, üç, dört, beş…’’

Onu dinleyen askerler de çok heyecanlıydı, yerlerinde kıpraşıp duruyorlardı. Ali devam ediyordu. ‘‘… on, on bir, on iki…’’

Heyecan doruktaydı Ali sayıyordu, Komutan neşeliydi, ‘‘… yirmi beş, yirmi altı, yirmi yedi…’’

Ali’ye saymayı öğreten sarışın asker ayağa kalktı. ‘’… Otuz beş, otuz altı, otuz yedi…’’

Askerlerden bazıları da tıpkı Ali’ye saymayı öğreten asker gibi ayağa kalktılar hep birlikte Ali’nin dudaklarının kıpırtısını takip ediyorlardı. Ali saymaya devam ediyordu. ‘‘…, kırk altı, kırk yedi, kırk sekiz,’’ komutan da dayanamayıp oturduğu iskemleden kalktı, pürdikkat Ali’ye bakıyordu.

Askerlerden bazıları Ali’ye tezahürat yapmaya başladı, ‘‘Ali hadi, aslanım Ali.’’


Komutanın zeytin yeşili gözleri çakmak taşı gibi parladı, Ali ‘‘Kırk dokuz,’’ dedi, durdu. Ali’den çıt çıkmıyordu. Ali olduğu yerde donakaldı. Tezahüratları duymuyormuş gibi bir hâli vardı. Komutanın gözlerinin içine baktı, sonra yere eğdi bakışlarını, hatırlayamıyordu. Şimdi hangi rakamı söyleyeceğini bilemiyordu. Askerler bir yandan sıkıştırıyordu. Ali boncuk boncuk terliyordu, dudakları kıpırdadı, dudaklarının kıpırtısı durdu, tekrar oynattı onları, tekrar durdurdu. Askerlerden biri bağırdı, ‘‘Söyle artık şunu.’’

Ali’nin eli başına gitti, şapkasını düzeltti, hazır ola geçip ‘‘Kırk dokuz,’’ dedi tekrar. Bir saniye sonra da ‘‘otuz,’’ diye haykırmıştı.

Herkes gülmeye başladı. Ali kırk dokuzdan sonra elli diye bağırsaydı belki bu kadar kahkaha kopmayacaktı. Ali olduğu yerde duruyordu, komutanı ona sevecen bakışlarla baktı. Ali’yi kısa zamanda elliye kadar saymasını ve Türkçe anlayıp konuşabilmesini öğrendiği için kutladı.

Ali, komutanından botları almıştı. Bundan sonraki yaşantısında kırk dokuzdan sonra elli geldiğini hiç unutmayacaktı.
 
Önceden kibelekultursanat sitesinde yayımlanmıştır.

Reklam