'Mihrace' Filmi Hakkında Düşüncelerim
Mihrace filminde genel olarak bir dini liderin müritlerini suistimal etmesi, zevk ve sefa içinde yaşaması anlatılıyor. Filmin sosyal içerikli bir film olması benim dikkatimi çeken bir konuydu.
Film 2024 yılında çekilmiş ve yaşanmış olaylar üzerine kurulmuştur. Filmde anlatılan olayların tarihleri ve yaşanılanların gerçek olması da insanı etkiliyor ve bu filmi izlenebilir kategorisine koyuyor. Oyuncuların icra ettikleri sanattan çok işlenen konunun gerçek olması bana kalırsa en önemli husustur ve filmde anlatılan hikâyeye odaklanılmalıdır. Filmin baş kahramanlarından birisi olan Karsan Das 1832 yılında Cücereat’ın Vadaal köyünde doğar. Ailesi Ortodoks Vaişnav’dır ve Karsan Das da doğar doğmaz pek çok kişinin başına geldiği gibi ait olduğu toplumun bir parçası olarak onların dinine mensup bir yaşam sürecektir. Ailesi tarafından Vaişnav tarikatının dini kurallarına göre yetiştirilir ama Karsan Das küçük yaşlardan itibaren dinin kurallarına ait birçok ritüeli sorgulayacaktır. On yaşında annesi öldüğünden dayısı Karsan Das’ı babasından alarak Bombay’a getirir. Bombay o sıralarda İngiliz sömürgesi altındadır ve yedi ada üzerine kurulmuş bir konsept şehirdir. İngiliz kralına çeyiz olarak verilen Bombay yılda 10 sterlin karşılığında Doğu Hindistan Şirketi’ne kiralanmıştır. Bombay’ın bir ticaret merkezi ve işlek bir liman olması pamuk tüccarlarının bu şehirde yaşamasına sebep olur. Karsan Das da tüccar bir ailenin oğludur.
Karsan Das isminin anlamı köle manasına gelmektedir. Karsan Das doğar doğmaz ona verilen isimle kaderi arasında bir bağ kurulduğuna inanılır. Karsan Das ismine ve ailesine yakışır şekilde dinine ve tarikatına hizmet etmek zorundadır. Neticede o önemli bir tüccar ailesinden olmasına rağmen aynı zamanda tarikatına hizmet etmek için yaşayacak olan bir köledir. Karsan Das ve onu yetiştiren ailesi işte böyle düşünürken ve yaşarken onun reformcu kişiliği de diğer yandan oluşmaktadır. Karsan Das okuyan biridir ve hayatı, toplumdaki kötülükleri, tarikatının yanlış işleyen taraflarını görmektedir. O iyi bir hatiptir, aynı zamanda kalemi güçlü bir yazardır. Kelimelerin gücüne inanan reformist bir insan olan Karsan Das’ın karşısına insanları korkutarak onları boyun eğdirmeyi başarmış, dinin en büyük güç olduğuna inanan birisi çıkmıştır o da ‘J J’ adlı baş keşiştir. Yadunath Maharaj adlı kişi müritleri tarafından tanrı yerine konulan ve kendisine tapınılan bir kişidir. Karsan Das da bir Vaişnav olarak diğer müritlerle Haveli’ye (bir çeşit tapınak) gitmekte, burada Yadunath Maharaj’a ve onun temsil ettiği dine tapınarak görevini bir mürit olarak yerine getirmektedir.
Bu filmi izlerken benim dikkatimi çeken önemli hususlardan birisi şuydu. Karsan Das, Vaişnav tarikatından olduğunu hiçbir zaman inkâr etmiyordu. O dinini sevdiğini söylüyor ama her yerde her şekilde kendisini gören bir tanrıyla arasına Yadunath Maharaj’ın girmesine tahammül edemiyordu.
Bu filmde kast sitemine, dulların ellerinden alınan haklarına, kadınların eğitimine ve yine kadınların peçe takmak zorunda kalmalarına dikkat çekilmektedir. Kadınların peçe ile yüzlerini gizledikleri ya da gizlemek zorunda kaldıkları bir dünyada sırf bir dini lider kendi öyle istiyor diye kocaları, ağabeyleri, babaları tarafından bu dini lidere sapkın bir ritüel için teslim edilmeleri söz konusudur. Yadunath Maharaj aurası yüksek bir kimsedir ve Vaişnav tarikatının gelişmesini sağlamıştır. Dini istediği gibi kendi çıkarları doğrultusunda kullandığı için genç ve güzel kadınları kocalarından, babalarından talep edebilmektedir. Filmin ana konusu kadınların suistimali üzerine kuruludur, yaşanmış bir olay olduğundan bu tarihi gerçeklik daha da hüzünlü hâle geliyor. Bir zamanlar soylu lordlara topraklarında çalışan çiftçilerin karılarını ellerinden aldıkları yasaların tanıdıkları haklar gibi Hindistan Bombay’ında da bir Vaişnav tarikat lideri olan Yadunath Maharaj bu hakkı kendi kendine tanıyor.
Karsan Das’ın nişanlısını ayin için seçen ve kendi cinsel sapkınlığını ibadet olarak gösteren J J olarak da tanınan Yadunath Maharaj bu ayini diğer yandan kutsal bir ritüel olarak göstermektedir. Karsan Das yaşadığı toplum içinde kadınları kirleten, pek çok kadının günahına girmiş ve bu yaptığı kötü eylemleri din adına yaptığını iddia eden bir tarikat liderine karşı savaşıyor. Onun yaptığı kötü işlerden halkı haberdar etmek için yazılar yazıyor. Karşısındaki rakip güçlü bir rakiptir ve ne olursa olsun kendisine tapan, hediyeler veren onu zengin eden, köle müritleri vardır. Bu olay Bombay’da 1862 yılında İngiliz Yüksek Mahkemesi’ne taşınmış ve dava İngilizlerin yönettiği bir mahkemede sürdürülmüş. Davayı açan kişi de Yadunath Maharaj’dır. Üstelik suçlu olduğu hâlde bunu yapmıştır çünkü cahil müritlerine karşı yazdığı yazılarla itibarını zedeleyen bir Karsan Das vardır. Dini kullanarak Karsan Das’ı galip edemeyince o da kanuna başvurur ama işe bakın ki o yıllarda Bombay’ın adalet sisteminin başında da İngilizler vardır. Bir dini liderin sapkınlıklarını sanki ilahi bir gücün yansıması olarak gören insanların elbette kendi ülkelerinde yabancıların esareti altındaki mahkeme salonlarında adaleti bulmaya çalışmaları doğal olsa gerek. Filmin önemli bir sahnesi vardı. Bu sahnede baş yargıç olan Sör Mathew Richard Sausse ve Sir Joseph Arnauld arasında şöyle bir konuşma geçiyor.
‘‘1200’den fazla davaya baktım Joseph bu kadar kalabalığın olduğu bir davayı görmedim.
Bana kalırsa onları bir arada tutan şey din.
Onları bölen şey de din. Başka türlü onları nasıl uzun süre yönetirdik.’’
Bu konuşma tarihi bir öneme sahiptir. Yadunath Maharaj gibi kötü niyetli dini liderlerin türemesi ya da bunları ortaya çıkaran nedenler çok iyi düşünülmelidir. Bu insanlar kendiliğinden mi ortaya çıkıyorlar, nasıl oluyor da birçok kitleleri arkalarından sürükleyebiliyorlar?
Karsan Das bazı kişilerin tercih ettiği yolu tercih etmiyor. Karsan Das’ın sorunu dini ile ilgili değildir. O dinine cephe almaktansa dinin saçtığı o kutlu ışıkta yapılan haksızlıkların, toplumdaki kötülüklerin yok edilmesini istemektedir. Karsan Das’ın mahkeme salonunda 'okudukça dinime ve tarikatıma saygım arttı fakat niçin Sanskritçe olan metinleri tercüme etmiyoruz ve neden onları anlamak için bir tarikat liderine ya da guruya ihtiyaç duyuyoruz' manasına gelen sözleri tüm insanlık ve yeryüzünde hâlâ inananları olan bütün dinler adına söylenmiştir. Bu davayı Yadunath Maharaj kaybetti, talep ettiği 50.000 rupiyi alamadığı gibi toplumdaki saygınlığı da yerle bir oldu. Yadunath Maharaj okuduğu Sanskritçe metinleri kendi menfaatine göre yorumluyordu ve bunu da soylu kanın -dededen toruna geçtiğine inanılan- adına yaptığını ifade ediyordu.
Mihrace adlı film, insanları düşünmek ve ülkemizde de yaşanan bugünün sorunlarını yeniden değerlendirebilmek adına izlenmelidir diye düşünüyorum.
Saygılarımla...