KOZA
Vadi sabaha uyandığında kar yağışı durmuştu. Ormandan gelen uğultular havayı dolduruyor, rüzgârı amansız bir telaşın içine düşürüyordu. Hırçınlaşmış rüzgâr ağaçları yerlerinden sökecekmiş gibi yükseliyor onları önüne katarak köklerinden koparırcasına üzerlerine hücum ediyordu. Koza ışıltılı ve büyülü bir beyazlığa bürünmüştü. Rüzgârın hışmına dayanamayan ağaçların dallarındaki kar taneleri gökyüzüne doğru uçuyor sonra yer annenin koynuna doğru iniyor, yer annenin o görkemli bağrında kendi cinsinden olanlar arasındaki yerini alıyordu.
Doğanın acımasızlığının içinde hiçbir sesi duymayan, dışarıdaki tehlikelerden uzak vadinin tam ortasında bir başına ve sanki yalnızlığa yüce bir güç tarafından zorla itilmiş olan bir kulübe duruyordu. İnsanda sonsuzluğa doğru uzanıyor hissi uyandıran bu acımasız büyülü beyazlıkta bir anne ve kızına sığınak olan kulübe doğanın o muhteşem şarkısının içinde bir yerlerde ‘‘Ben de buradayım,’’ diye sessizce mırıldanarak huzurla yaşıyordu. Kulübe anne ve kızı için bir sığınaktan çok bir dost ve onları tüm o grileşmiş zamandan ve onun yarattığı kaostan koruyordu. Oraya bu kulübeyi kim getirip koymuştu ya da yapmıştı anne ve kızı bilmiyordu ama onlar yollarını kaybetmişken bu kulübeyi bulmuşlar, içine girerek sığınmışlardı. Sam ve annesi Rüya üç yıldır burada yaşıyorlardı. Anne haftada bir kez arabasıyla gider, ev ihtiyaçları için gereken malzemeleri alır, kızının yanına dönerdi.
Sam uyandığında annesini görememişti, genç kız annesini göremediğinde paniğe kapılır, yoğun bir endişe duygusu içinde kıvranırdı. Yatağından hızlıca kalkıp ‘‘Anne!’’ diye bağırdı. Hiç sesin olmaması giderek büyüyen bir korku hissetmesine yol açtı. Alt kata inip kulübenin orta yerinde durdu, başını sağa sola çeviriyor, gözleriyle kulübenin her noktasını tarıyordu. Annesi yoktu, Sam yüreğinde koskocaman bir acıyla yapayalnız kalakalmıştı. Tam önünde duran dış dünyaya açılan ahşap kapıya bakıyordu. Sanki annesi o kapının ardında kalmıştı ve ondan giderek uzaklaşıyordu. Annesinin hangi iklime, hangi zamana gittiğini bilemese bile onun yürüyor olduğunu hissedebiliyordu. Çıplak ayaklarına postallarını geçirip kapının arkasında asılı duran montunu elini aldı. Kendine montunu giymek için fırsat bile tanımadan tahta kapıyı açtı.
Rüzgâr öyle haşindi ki genç kızın o narin yüzünü bıçak gibi kesti. Sam montunu kulübenin dışında giyerek nereye gittiğini bilmeden koşturmaya başladı. Rüzgâra sesleniyor, ‘‘Annemi gördün mi?’’ diye soruyordu. Rüzgâr birçok dertli insan görmüştü şimdiye değin ama hiç kimseye sesli olarak düşüncesini ya da bildiklerini anlatmamıştı. Esip gürlemeye ve Sam’ı incitmeye devam etti. Sam kulaklarına dolan rüzgârdan, soğuk havadan korunmak için başını montunun içine gömdü, sadece gözlerini dışarıda bırakıp etrafına bakınıyor, annesini görmeyi umuyordu.
‘‘Anne! Anne!’’ diye bir çığlık attı.
Ses dağlarda yankılandı, ‘‘Anne! Anne!’’ ve tekrar Sam’ın önüne düştü. Genç kız ardında kalan, gittikçe uzaklaştığı kulübesine doğru baktı. Kulübe bulunduğu yerden bir nokta kadar küçük görünüyordu. ‘‘Anne! Anne!’’ diye inledi.
Sam kulübesine geriye dönüp beklemeye başladı. Annesi bir gün önce arabasıyla gitmiş, evin ihtiyaçlarını almıştı, dolap yiyeceklerle doluydu.
Sormuştu, ‘‘Yine gidecek misin?’’
Bu soruyu neden sorduğunu kendi de bilmiyordu. Bir hissin dudaklarını hareket ettirmesiyle öylece döküldü sözcükler. ‘‘Yine gidecek misin?’’
Annesi cevap vermeden kızına sarılmıştı, ‘‘Merak etme seni hiç bırakmayacağım,’’ demişti.
Sam’ın beklemekten başka bir çaresi yoktu. Kulübenin üst katına çıktı, pencereden kar yağışını izlemeye başladı. Sam günü kitap okuyarak, çoğunlukla dinlenerek geçirdi. Akşam olunca şöminenin ateşini kontrol etmek için alt kata indi.
Şöminenin içinde yanan odunlar neredeyse bitmek üzereydi. Sam odunlarını muhafaza ettikleri depoya gidip odun almak için şömineye dayalı duran kovayı aldı. Tam dışarıya çıkmak için hazırlığını yaptığı sırada kapı açıldı. Gelen annesiydi, Sam mutluluktan nasıl hareket edeceğini bilemiyordu ama iç güdüleri onu annesini paylaması konusunda tetikledi.
‘‘Anne neredeydin? Neden gittin? Seni kaybettiğimi sandım.’’
Annesi ağlamaklı bir ses tonuyla konuştu ‘‘Merak etme canım buradayım.’’
Akşam yemeği sessiz geçti. Anne ve kızı birlikte hiç konuşmadan önlerindeki yemeği yiyip Tanrı’ya verdiği nimetler için şükrettiler. Genç kız masadan kalktıktan sonra annesine sarıldı, ‘‘Sakın bir daha yapma,’’ diye sitem etti.
Rüya kızının elinden tuttu, onu koltuğa götürdü. Sam’ın başını kendi omzuna koyarak bir eliyle yüzünü okşamaya başladı.
‘‘Burayı sevdiğini biliyorum, mutlusun ama yarın gitmemiz gerekecek.’’
‘‘Peki nereye gideceğiz?’’
‘‘Uzaklara,’’ diye iç çekti, ‘‘yarın yola çıkacağız’’
‘‘Ona yakın olmaya mı çalışıyorsun.’’
‘‘İnan bana ne kadar çabalasam da Sam seninle olduğu gibi ona yakın olamayacağım.’’
Sam ağlıyordu, yüreğinin kederin içinde boğulduğunu hissediyor bu acının verdiği derin umutsuzluk onu karanlığa sürüklüyordu. Böyle bir umutsuzluk içinde kaldığında sadece annesinin ona gösterdiği ışıklı yol sayesinde tekrar aydınlığa çıkabiliyordu.
Rüya kızına sarıldı, ‘‘Şimdi uyuyalım, sabah olur olmaz yola çıkacağız.’’
Sam uyandığında annesini görememişti, genç kız annesini göremediğinde paniğe kapılır, yoğun bir endişe duygusu içinde kıvranırdı. Yatağından hızlıca kalkıp ‘‘Anne!’’ diye bağırdı. Hiç sesin olmaması giderek büyüyen bir korku hissetmesine yol açtı. Alt kata inip kulübenin orta yerinde durdu, başını sağa sola çeviriyor, gözleriyle kulübenin her noktasını tarıyordu. Annesi yoktu, Sam yüreğinde koskocaman bir acıyla yapayalnız kalakalmıştı. Tam önünde duran dış dünyaya açılan ahşap kapıya bakıyordu. Sanki annesi o kapının ardında kalmıştı ve ondan giderek uzaklaşıyordu. Annesinin hangi iklime, hangi zamana gittiğini bilemese bile onun yürüyor olduğunu hissedebiliyordu. Çıplak ayaklarına postallarını geçirip kapının arkasında asılı duran montunu elini aldı. Kendine montunu giymek için fırsat bile tanımadan tahta kapıyı açtı.
Rüzgâr öyle haşindi ki genç kızın o narin yüzünü bıçak gibi kesti. Sam montunu kulübenin dışında giyerek nereye gittiğini bilmeden koşturmaya başladı. Rüzgâra sesleniyor, ‘‘Annemi gördün mi?’’ diye soruyordu. Rüzgâr birçok dertli insan görmüştü şimdiye değin ama hiç kimseye sesli olarak düşüncesini ya da bildiklerini anlatmamıştı. Esip gürlemeye ve Sam’ı incitmeye devam etti. Sam kulaklarına dolan rüzgârdan, soğuk havadan korunmak için başını montunun içine gömdü, sadece gözlerini dışarıda bırakıp etrafına bakınıyor, annesini görmeyi umuyordu.
‘‘Anne! Anne!’’ diye bir çığlık attı.
Ses dağlarda yankılandı, ‘‘Anne! Anne!’’ ve tekrar Sam’ın önüne düştü. Genç kız ardında kalan, gittikçe uzaklaştığı kulübesine doğru baktı. Kulübe bulunduğu yerden bir nokta kadar küçük görünüyordu. ‘‘Anne! Anne!’’ diye inledi.
Sam kulübesine geriye dönüp beklemeye başladı. Annesi bir gün önce arabasıyla gitmiş, evin ihtiyaçlarını almıştı, dolap yiyeceklerle doluydu.
Sormuştu, ‘‘Yine gidecek misin?’’
Bu soruyu neden sorduğunu kendi de bilmiyordu. Bir hissin dudaklarını hareket ettirmesiyle öylece döküldü sözcükler. ‘‘Yine gidecek misin?’’
Annesi cevap vermeden kızına sarılmıştı, ‘‘Merak etme seni hiç bırakmayacağım,’’ demişti.
Sam’ın beklemekten başka bir çaresi yoktu. Kulübenin üst katına çıktı, pencereden kar yağışını izlemeye başladı. Sam günü kitap okuyarak, çoğunlukla dinlenerek geçirdi. Akşam olunca şöminenin ateşini kontrol etmek için alt kata indi.
Şöminenin içinde yanan odunlar neredeyse bitmek üzereydi. Sam odunlarını muhafaza ettikleri depoya gidip odun almak için şömineye dayalı duran kovayı aldı. Tam dışarıya çıkmak için hazırlığını yaptığı sırada kapı açıldı. Gelen annesiydi, Sam mutluluktan nasıl hareket edeceğini bilemiyordu ama iç güdüleri onu annesini paylaması konusunda tetikledi.
‘‘Anne neredeydin? Neden gittin? Seni kaybettiğimi sandım.’’
Annesi ağlamaklı bir ses tonuyla konuştu ‘‘Merak etme canım buradayım.’’
Akşam yemeği sessiz geçti. Anne ve kızı birlikte hiç konuşmadan önlerindeki yemeği yiyip Tanrı’ya verdiği nimetler için şükrettiler. Genç kız masadan kalktıktan sonra annesine sarıldı, ‘‘Sakın bir daha yapma,’’ diye sitem etti.
Rüya kızının elinden tuttu, onu koltuğa götürdü. Sam’ın başını kendi omzuna koyarak bir eliyle yüzünü okşamaya başladı.
‘‘Burayı sevdiğini biliyorum, mutlusun ama yarın gitmemiz gerekecek.’’
‘‘Peki nereye gideceğiz?’’
‘‘Uzaklara,’’ diye iç çekti, ‘‘yarın yola çıkacağız’’
‘‘Ona yakın olmaya mı çalışıyorsun.’’
‘‘İnan bana ne kadar çabalasam da Sam seninle olduğu gibi ona yakın olamayacağım.’’
Sam ağlıyordu, yüreğinin kederin içinde boğulduğunu hissediyor bu acının verdiği derin umutsuzluk onu karanlığa sürüklüyordu. Böyle bir umutsuzluk içinde kaldığında sadece annesinin ona gösterdiği ışıklı yol sayesinde tekrar aydınlığa çıkabiliyordu.
Rüya kızına sarıldı, ‘‘Şimdi uyuyalım, sabah olur olmaz yola çıkacağız.’’
***
Derin okuldaydı, sabahtan akşam oluncaya kadar pek çok sıkıcı dersi devirmiş, hocalarıyla, arkadaşlarıyla onun tabiriyle mücadele etmişti. Akşam rüyasında gördüğü din hocasının bugün rüyasındaki davranışları sergilediğini görünce ona nefretini kusmak istedi. Halbuki okuduğu kitapta anlatılan insan hikâyeleri oldukça ilgisini çekiyordu. Kur’an’da geçtiği belirtilen hikâyeyi okumak için kitabı açmış, hikâyenin yerini bulmuş ama anlatımından pek bir şey anlamamıştı. Hiç değilse bir cümleyi anlayabilmiş ve onun üzerinde düşünebilmişti. Neden anlayamadığını bugün annesine sormak istiyordu.
Derin, park yerinde arabasının içinde bekleyen annesini görür görmez yanaklarını şişirdi. Annesi de kızının huysuzlandığını görebiliyordu. Arabanın içinde küçük kızını bekleyen kadın 'İşte şimdi başlıyoruz,' diye düşündü. Derin arabanın kapısını açtı hızlı bir şekilde çantasını arka tarafa attı.
Annesi rahatsız olmuştu, ‘‘Canım biraz nazik davran çantana.’’
‘‘Aman anne.’’
Araba hareket etti, radyoya hafif ses veren annesi Derin’in yüzüne baktı, çocuk mutsuz görünüyordu.
‘‘Kapat radyoyu zaten tüm gün hocalarla mücadele ediyorum.’’
Anne radyoyu kapatıp isteksizce kızının söyleyeceklerine odaklanmaya çalıştı.
‘‘Günün nasıl geçti canım?’’
Derin de öfkesini boşaltmak için böyle bir soruyu bekliyordu. Her zaman yaptığı gibi tüm öfkesini kalbine ve zihnine doldurmuştu. Belki koca bir dünyayı doldurabilecek kadar büyük olan o öfkeyi annesine hediye edecekti.
‘‘Nasıl geçebilir ki günüm, matematik dersi niye var ki? Ne işime yarayacak benim o saçma sapan denklemler? Matematik öğretmeninden nefret ediyorum.’’
‘‘Neden nefret ediyorsun canım? Bunu daha önce konuşmuştuk. Öğretmenin yine kötü mü davranıyor yoksa?’’
‘‘Bariz bir şekilde kötü davrandığı yok ama kendi dersinde başarılı olanları seviyor ve beni görmezden geliyor.’’
Rüya, Derin’i dinlerken bir yandan da kızının yaşında olduğu zamanları düşünüyordu. Zaman nasıl da çabuk geçiyor ve çocuklukta imkânsızmış gibi görünenleri insan yaşıyor hatta onları çok gerilerde bırakıyordu. Derin’in çenesi düşmüş, anlattıkça anlatıyor ve hiç sonu gelmeyecek gibi duran o kalabalık sözcüklerle boğuşuyordu. Rüya kızının okulda mutlu olmadığını biliyordu. Neden böyle oluyor? Diye akıl yorar ama bunun cevabını tam olarak bulamazdı. Rüya da öğretmenlik yaptığı okullarda öğrencilerin birçoğundan okulu sevmediklerini duymuştu. Hatta bazen öğrenciler öğretmenlerden de dert yanardı. Kim bilir belki kendisi hakkında da öğrencileri hoşuna gitmeyecek şekilde konuşuyor olabilirlerdi. Öğretmen arkadaşları da dert yanmaz mıydı öğrencilerinden. Onları bu meselede unutmak olmazdı. Herkes bir şikâyet kümesi içine sıkışmış ve sanki oradan çıkmak istemiyor gibi davranıyordu. Rüya bir noktadan sonra Derin’in sözcüklerini duyamaz olmuştu, Derin sürekli konuşuyordu. Tam o anda mı olmuştu ya da yaşanması gereken bir olay mıydı? Rüya arabasıyla anayoldan ayrılan çevre yoluna dönüş yaptığında sağ taraftan çok hızlı bir şekilde gelen tırla çarpıştı.
Hastane odasında yalnız başına bir yatağın içinde yatıyordu. Acı içinde gözkapaklarını açmaya çalıştı. Odanın içi loş bir ışıkla aydınlatılmıştı. Yatak odanın ortasındaydı. Ayak ucuna bırakılmış bir defter vardı. Yatağının yanındaki dolabın üzerine ise bir buket çiçek bırakılmıştı. ‘‘Anne, anne!’’ diye mırıldandı. Hiçbir ses duymayınca etrafına bakınmaya devam etti. Kazayı ve sonrasını yavaş yavaş hatırlıyordu. Anne! Anne! diye haykırdı.
Kapıyı açan esmer, uzun boylu bir hemşireydi. Derin’in yanına hızlıca geldi, ‘‘Uyandın mı? Merak etme güvendesin,’’ diye teselli etmeye çalıştı.
Derin, park yerinde arabasının içinde bekleyen annesini görür görmez yanaklarını şişirdi. Annesi de kızının huysuzlandığını görebiliyordu. Arabanın içinde küçük kızını bekleyen kadın 'İşte şimdi başlıyoruz,' diye düşündü. Derin arabanın kapısını açtı hızlı bir şekilde çantasını arka tarafa attı.
Annesi rahatsız olmuştu, ‘‘Canım biraz nazik davran çantana.’’
‘‘Aman anne.’’
Araba hareket etti, radyoya hafif ses veren annesi Derin’in yüzüne baktı, çocuk mutsuz görünüyordu.
‘‘Kapat radyoyu zaten tüm gün hocalarla mücadele ediyorum.’’
Anne radyoyu kapatıp isteksizce kızının söyleyeceklerine odaklanmaya çalıştı.
‘‘Günün nasıl geçti canım?’’
Derin de öfkesini boşaltmak için böyle bir soruyu bekliyordu. Her zaman yaptığı gibi tüm öfkesini kalbine ve zihnine doldurmuştu. Belki koca bir dünyayı doldurabilecek kadar büyük olan o öfkeyi annesine hediye edecekti.
‘‘Nasıl geçebilir ki günüm, matematik dersi niye var ki? Ne işime yarayacak benim o saçma sapan denklemler? Matematik öğretmeninden nefret ediyorum.’’
‘‘Neden nefret ediyorsun canım? Bunu daha önce konuşmuştuk. Öğretmenin yine kötü mü davranıyor yoksa?’’
‘‘Bariz bir şekilde kötü davrandığı yok ama kendi dersinde başarılı olanları seviyor ve beni görmezden geliyor.’’
Rüya, Derin’i dinlerken bir yandan da kızının yaşında olduğu zamanları düşünüyordu. Zaman nasıl da çabuk geçiyor ve çocuklukta imkânsızmış gibi görünenleri insan yaşıyor hatta onları çok gerilerde bırakıyordu. Derin’in çenesi düşmüş, anlattıkça anlatıyor ve hiç sonu gelmeyecek gibi duran o kalabalık sözcüklerle boğuşuyordu. Rüya kızının okulda mutlu olmadığını biliyordu. Neden böyle oluyor? Diye akıl yorar ama bunun cevabını tam olarak bulamazdı. Rüya da öğretmenlik yaptığı okullarda öğrencilerin birçoğundan okulu sevmediklerini duymuştu. Hatta bazen öğrenciler öğretmenlerden de dert yanardı. Kim bilir belki kendisi hakkında da öğrencileri hoşuna gitmeyecek şekilde konuşuyor olabilirlerdi. Öğretmen arkadaşları da dert yanmaz mıydı öğrencilerinden. Onları bu meselede unutmak olmazdı. Herkes bir şikâyet kümesi içine sıkışmış ve sanki oradan çıkmak istemiyor gibi davranıyordu. Rüya bir noktadan sonra Derin’in sözcüklerini duyamaz olmuştu, Derin sürekli konuşuyordu. Tam o anda mı olmuştu ya da yaşanması gereken bir olay mıydı? Rüya arabasıyla anayoldan ayrılan çevre yoluna dönüş yaptığında sağ taraftan çok hızlı bir şekilde gelen tırla çarpıştı.
Hastane odasında yalnız başına bir yatağın içinde yatıyordu. Acı içinde gözkapaklarını açmaya çalıştı. Odanın içi loş bir ışıkla aydınlatılmıştı. Yatak odanın ortasındaydı. Ayak ucuna bırakılmış bir defter vardı. Yatağının yanındaki dolabın üzerine ise bir buket çiçek bırakılmıştı. ‘‘Anne, anne!’’ diye mırıldandı. Hiçbir ses duymayınca etrafına bakınmaya devam etti. Kazayı ve sonrasını yavaş yavaş hatırlıyordu. Anne! Anne! diye haykırdı.
Kapıyı açan esmer, uzun boylu bir hemşireydi. Derin’in yanına hızlıca geldi, ‘‘Uyandın mı? Merak etme güvendesin,’’ diye teselli etmeye çalıştı.
***
Sam arabaya binerken isteksizdi. Üç yıldan bu yana kaldıkları bu vadiyi sevmişti. Vadinin ilkbahar ve yaz ayları muhteşem olurdu. O aylarda burada yaşamak öyle güzeldi ki. Sam annesiyle nerede olsa yaşayabileceğini düşünüyordu. Annesi yeter ki onu hiçbir vakit bırakmasındı. Hem onunla günden güne aralarındaki bağın daha çok kuvvetlendiğini hissediyordu.
‘‘Nereye gideceğiz?’’ diye sordu annesine.
‘‘Senin yaşamaktan mutluluk duyacağın bir yere gideceğiz.’’
Rüya arabasını çok hızlı kullanıyordu. Sam dağların arasından geçerken uçurumun üzerinden sanki her an arabayla birlikte kayıp düşecekmiş gibi hissediyordu. Dayanamadı ve annesine ‘‘Biraz yavaş sürer misin?’’ diye sordu.
‘‘Akşam olmadan gitmemiz gereken yere ulaşmamız gerekiyor.’’
Sam arabanın camından yolları, dağları ve karla kaplı ağaçları seyre dalmıştı.
‘‘Nereye gideceğiz?’’ diye sordu annesine.
‘‘Senin yaşamaktan mutluluk duyacağın bir yere gideceğiz.’’
Rüya arabasını çok hızlı kullanıyordu. Sam dağların arasından geçerken uçurumun üzerinden sanki her an arabayla birlikte kayıp düşecekmiş gibi hissediyordu. Dayanamadı ve annesine ‘‘Biraz yavaş sürer misin?’’ diye sordu.
‘‘Akşam olmadan gitmemiz gereken yere ulaşmamız gerekiyor.’’
Sam arabanın camından yolları, dağları ve karla kaplı ağaçları seyre dalmıştı.
*
Uyandığında yoldan birkaç metre kadar aşağıya sürüklendiğini anladı. Eliyle kollarını, bacaklarını yoklayıp ağır yaralı olup olmadığını kontrol etti. Yavaşça olduğu yerde oturdu, annesini bakındı. Annesi Sam’dan biraz ileriye düşmüştü. Dizlerinin üzerine yürüyerek annesinin yanına vardı.
‘‘Ah olamaz anneciğim,’’ diye çığlık atıyordu. ‘‘Anneciğim sana ne oldu böyle benim canım anneciğim. Sana yavaş sürmeni söylemiştim. Uyan anne, hadi kalk artık.’’
Rüya ne bir yanıt veriyor ne de kıpırdıyordu. Sam, Annem! Diye haykırıyordu. Kuşlar Sam’ın acısını anlamış gökyüzünde hüzünlü bir şarkı söylüyordu. Ağaçlar Sam’ın bu talihsiz hayatının düzelebilmesi için Tanrı’ya dua ediyordu. Kitika ve Mimi adlı genç bir çift kurt ağaçların arasında genç kızın feryadına karşılık veriyor, uluyordu.
Kitika ağlayan, haykıran kıza yaklaşmaları gerektiğini Mimi’den rica etti. İnsanlardan uzak durmayı tercih eden Mimi buna razı değildi ama Kitika’yı da kıramamıştı. İki genç kurt Sam’ın bulunduğu yere doğru yürümeye başladı. Sonsuz beyazlıkta, sınırları olmayan bir dünyada, aklın imkânları dışında bir yerlerde ama gerçekte var olan Koza’nın içinde bir anne ve kızı çaresiz kalmıştı. Tanrı onları duyuyor olmalıydı. Hem Tanrı’nın kâinatı içinde çare bulunmayan hiçbir sorun olamazdı. Kitika mavi gözleri hüzünle dolmuş bir hâlde doğasına aykırı davranarak bir insan cinsine giderek daha da yakınlaştı. Onu bu kıza iten bir güç vardı ve Kitika bunun Tanrı’nın isteği olduğunu anlamıştı. Sam’ın yanına gelen dişi kurt onun koluna başını sürttü. Kısa bir süre öncesinde onu yine aynı noktada gördüğünü hatırladı. Bu kız o kızdı. Koza’nın içinde kalmayı seçen kızdı.
Sam çaresiz bir şekilde ağlarken bir yandan da hüzünlü bir şarkı söyler gibi ağıt yakarken yanına gelen kurtları görmemişti. Kitika’nın mavi gözlerine baktı, muhteşem beyaz tüyleri olan bu kurt Sam’ın yanında duruyor, genç kızı anlayan bakışlarıyla süzüyordu. Kurtların Sam’a yardım etmek istediği belliydi.
Sam Kitika ile Mimi’nin ardından yürümeye başladı. Annesini kurtların yardımıyla yaptığı kardan küçük bir odanın içine yerleştirmişti. Kitika ona önlerinde uzanan, giderek çoğalan beyazlığa doğru gitmeleri gerektiği konusunda uyarıyordu. Sam ile kurtlar birbirlerine yüreklerinden gelen o kadim sesin tınısının çıkardığı latif duygular ile bağlanıyordu. Sam annesinden sonra hayatında ikinci defa ama bu sefer bir hayvana inanarak doğru yaptığından emindi. Hislerine güveniyor, önünde yürüyen iki kurdu huzurlu bir şekilde takip ediyordu.
‘‘Ah olamaz anneciğim,’’ diye çığlık atıyordu. ‘‘Anneciğim sana ne oldu böyle benim canım anneciğim. Sana yavaş sürmeni söylemiştim. Uyan anne, hadi kalk artık.’’
Rüya ne bir yanıt veriyor ne de kıpırdıyordu. Sam, Annem! Diye haykırıyordu. Kuşlar Sam’ın acısını anlamış gökyüzünde hüzünlü bir şarkı söylüyordu. Ağaçlar Sam’ın bu talihsiz hayatının düzelebilmesi için Tanrı’ya dua ediyordu. Kitika ve Mimi adlı genç bir çift kurt ağaçların arasında genç kızın feryadına karşılık veriyor, uluyordu.
Kitika ağlayan, haykıran kıza yaklaşmaları gerektiğini Mimi’den rica etti. İnsanlardan uzak durmayı tercih eden Mimi buna razı değildi ama Kitika’yı da kıramamıştı. İki genç kurt Sam’ın bulunduğu yere doğru yürümeye başladı. Sonsuz beyazlıkta, sınırları olmayan bir dünyada, aklın imkânları dışında bir yerlerde ama gerçekte var olan Koza’nın içinde bir anne ve kızı çaresiz kalmıştı. Tanrı onları duyuyor olmalıydı. Hem Tanrı’nın kâinatı içinde çare bulunmayan hiçbir sorun olamazdı. Kitika mavi gözleri hüzünle dolmuş bir hâlde doğasına aykırı davranarak bir insan cinsine giderek daha da yakınlaştı. Onu bu kıza iten bir güç vardı ve Kitika bunun Tanrı’nın isteği olduğunu anlamıştı. Sam’ın yanına gelen dişi kurt onun koluna başını sürttü. Kısa bir süre öncesinde onu yine aynı noktada gördüğünü hatırladı. Bu kız o kızdı. Koza’nın içinde kalmayı seçen kızdı.
Sam çaresiz bir şekilde ağlarken bir yandan da hüzünlü bir şarkı söyler gibi ağıt yakarken yanına gelen kurtları görmemişti. Kitika’nın mavi gözlerine baktı, muhteşem beyaz tüyleri olan bu kurt Sam’ın yanında duruyor, genç kızı anlayan bakışlarıyla süzüyordu. Kurtların Sam’a yardım etmek istediği belliydi.
Sam Kitika ile Mimi’nin ardından yürümeye başladı. Annesini kurtların yardımıyla yaptığı kardan küçük bir odanın içine yerleştirmişti. Kitika ona önlerinde uzanan, giderek çoğalan beyazlığa doğru gitmeleri gerektiği konusunda uyarıyordu. Sam ile kurtlar birbirlerine yüreklerinden gelen o kadim sesin tınısının çıkardığı latif duygular ile bağlanıyordu. Sam annesinden sonra hayatında ikinci defa ama bu sefer bir hayvana inanarak doğru yaptığından emindi. Hislerine güveniyor, önünde yürüyen iki kurdu huzurlu bir şekilde takip ediyordu.
***
Bir nisan günüydü, nisan ayına yağmur yakışır mıydı? Yoksa Nisan ayında yağmur yağması ritüel hâline mi gelmişti bilinmez ama dünyada o gün ılık bir bahar havası yaşanıyordu. Yağmur bu ılık günün içine düşen tatlı bir hediye gibi şehrin bazı sokaklarını ıslatıyordu. Sam pencerenin önünde dikilmiş yağan yağmuru izliyordu. Annesi kız kardeşiyle içeriye girdiğinde o karşı kaldırımda dikilen erkek arkadaşını gördü.
‘‘Sam telefonun çalıyor,’’ dedi annesi. Sam aceleyle koşturdu, odasından içeriye girerek kapıyı hızlıca çarptı.
‘‘Sarp arıyor olmalı,’’ dedi Derin, ‘‘Evet kesinlikle o olmalı.
On dakika gibi bir süre geçmemişti ki Sam odasından çıkmıştı, ‘‘Anne ben Sarp’la gezmeye gidiyorum,’’ dedi.
Rüya emrivaki yapan Sam’a kızmaya fırsat bulamadan genç kız montunu almış çoktan evden uzaklaşmıştı.
Sarp’ın arabasına bindiğinde ‘‘Akşam olmak üzere,’’ dedi ‘‘Fazla uzaklaşmayalım.’’
Sarp her zamanki gibi kendinden emin, sevgi dolu bakışlarıyla genç kızı süzüyordu, ‘‘Merak etme canım,’’ diyerek arabasını sürdü.
Bir müddet bu şekilde bir arabanın içinde iki sevgili yol aldı. İç dünyasındaki o sarsılmaz güvenin ışığında Sam uyuyakaldı. Bu şekilde ne kadar gitti bilinmez ama epeyce uzaklaşmış oldukları belliydi. Sam uyandığında artık şehrin ışıkları görünmüyordu.
Sam etrafına bakınca oldukça şaşırdı. Dağa geldiklerini anladı, arabanın camından gördüğü kadarıyla yağmurun yoğun bir şekilde yağışı sürüyordu.
‘‘Niye uyandırmadın?’’ diye kızdı sevdiğine.
‘‘Bu akşam burada vakit geçirebileceğimizi düşündüm.’’
‘‘Bana sormadan mı? Mümkün değil annem çıldırır. Hemen geri dönmeliyiz. Seninle dışarıda kalamam.’’
Sarp genç kızı duymuyormuş gibi davrandı. Arabasını kullanmaya devam etti, ‘‘Hadi ama canım ne olacak ki?’’ dedi.
İki sevgili arabanın içinde giderken tartışmaları arttı. Sarp da Sam’a kızmıştı, kavga gittikçe şiddetleniyordu. Sam dönmek istiyor Sarp ‘bu gece dışarıda kalsak sanki ne olur?’ diyordu. En sonunda ikna oldu delikanlı, arabasını dağ yolunun o kavisli ve oldukça dar yerinde döndürmek için manevra yaptı. Ancak fazla sinirliydi ve ne kendine ne de kullandığı arabasına hâkim olabiliyordu.
‘‘Sam telefonun çalıyor,’’ dedi annesi. Sam aceleyle koşturdu, odasından içeriye girerek kapıyı hızlıca çarptı.
‘‘Sarp arıyor olmalı,’’ dedi Derin, ‘‘Evet kesinlikle o olmalı.
On dakika gibi bir süre geçmemişti ki Sam odasından çıkmıştı, ‘‘Anne ben Sarp’la gezmeye gidiyorum,’’ dedi.
Rüya emrivaki yapan Sam’a kızmaya fırsat bulamadan genç kız montunu almış çoktan evden uzaklaşmıştı.
Sarp’ın arabasına bindiğinde ‘‘Akşam olmak üzere,’’ dedi ‘‘Fazla uzaklaşmayalım.’’
Sarp her zamanki gibi kendinden emin, sevgi dolu bakışlarıyla genç kızı süzüyordu, ‘‘Merak etme canım,’’ diyerek arabasını sürdü.
Bir müddet bu şekilde bir arabanın içinde iki sevgili yol aldı. İç dünyasındaki o sarsılmaz güvenin ışığında Sam uyuyakaldı. Bu şekilde ne kadar gitti bilinmez ama epeyce uzaklaşmış oldukları belliydi. Sam uyandığında artık şehrin ışıkları görünmüyordu.
Sam etrafına bakınca oldukça şaşırdı. Dağa geldiklerini anladı, arabanın camından gördüğü kadarıyla yağmurun yoğun bir şekilde yağışı sürüyordu.
‘‘Niye uyandırmadın?’’ diye kızdı sevdiğine.
‘‘Bu akşam burada vakit geçirebileceğimizi düşündüm.’’
‘‘Bana sormadan mı? Mümkün değil annem çıldırır. Hemen geri dönmeliyiz. Seninle dışarıda kalamam.’’
Sarp genç kızı duymuyormuş gibi davrandı. Arabasını kullanmaya devam etti, ‘‘Hadi ama canım ne olacak ki?’’ dedi.
İki sevgili arabanın içinde giderken tartışmaları arttı. Sarp da Sam’a kızmıştı, kavga gittikçe şiddetleniyordu. Sam dönmek istiyor Sarp ‘bu gece dışarıda kalsak sanki ne olur?’ diyordu. En sonunda ikna oldu delikanlı, arabasını dağ yolunun o kavisli ve oldukça dar yerinde döndürmek için manevra yaptı. Ancak fazla sinirliydi ve ne kendine ne de kullandığı arabasına hâkim olabiliyordu.
***
Kitika avlanmak için yuvasından uzaklaşmıştı. Bir arabanın kaza yaptığını görünce koşturarak aracın yanına geldi. Kitika aracın etrafında dolanırken bir gencin kendine geldiğini anladı. Bu genç bir erkekti, yaralı olduğu hâlde arabanın kapısını açmış, içinden çıkmıştı. Kitika birkaç adım ötesinde duran genci iyice süzdü. Genç adam onu görmüyordu, sanki kendini çağıran ilahi bir sesi duyuyor gibi yürümeye başladı. Kitika açılan kapının aralığından gördüğü ön koltukta kanlar içinde yatan genç kıza yardım etmek istedi. Genç kız yanındaki delikanlı gibi uyanamamış, yolculuğuna başlayamamıştı. Olacakları izlemek için Kitika sabırla beklemeye başladı. Bir saat belki yüzlerce saat geçti zamanın hangi aralığında olduğunu bilmeyen Kitika orada öylece genç kızın uyanmasını bekliyordu. Genç kız arada bir ‘‘Anneciğim,’’ diyerek ağlıyordu. Saatler geçti, belki günler ve haftalar geçti. Ne Kitika beklemekten bıkıyor ne de genç kız uyanabiliyordu. Öyle bir vakit geldi ki artık genç kızın daha fazla uyuyabilmesi mümkün olamadı. Doğa o gün beyaz örtüsünü kaldırmış, kuşlar cıvıldamaya, çiçekler tatlı yüzünü göstermeye başlamıştı.
Genç kız uyandığında ağrısı yoktu, çok güzel bir güne uyanmıştı. Arabadan indi, derin bir nefes çekti. Kitika hayret içinde genç kızı izliyordu. Genç kız yürümeye başladı ama çoğunlukla burada kaybolan insanların uyandığında gittikleri yöne değil Kitika ve diğer hayvanların yaşadığı yer olan Koza’nın içine doğru yürüyordu.
Genç kız uyandığında ağrısı yoktu, çok güzel bir güne uyanmıştı. Arabadan indi, derin bir nefes çekti. Kitika hayret içinde genç kızı izliyordu. Genç kız yürümeye başladı ama çoğunlukla burada kaybolan insanların uyandığında gittikleri yöne değil Kitika ve diğer hayvanların yaşadığı yer olan Koza’nın içine doğru yürüyordu.
***
O çok hüzünlü kazanın yaşandığı günden sonra Sam ve annesi Rüya Koza’nın içindeki evde yaşamaya başladı. Kulübe dağların ortasında sanki yalnızlığa terk edilmiş gibi bir başına duruyordu. Annesi ve kızına sığınak olan bu küçük evi oraya kim koymuştu bunu bilebilmek olanaksızdı. Burası bir geçiş yeriydi, insanların daha doğrusu ruhların gitmesi gerektiği yere gidemeyenler Koza’nın bir köşesinde sıkışıp kalırdı. Onlar henüz dünyadan beklediklerini alamamış, hayallerini yaşayamamış kişilerdi. Koza’nın içinde kalan insanlar birbirini hiç görmez onların dünyada yaşadıkları hayat gibi bir hayatları olmasa bile en sevdikleri bir insanla burada yaşamasına izin verilirdi. Ta ki dünya ve Koza arasında sıkışıp kalmış olan insanın ruhu gerçek yüceliğine kavuşuncaya kadar. Aslında Sam’ın annesi Rüya’yla geçirdiği zaman dilimi evrenin bir yerinde gerçekten de yaşanıyordu.
*
Sam önünde yürüyen Kitika’yı izliyordu. Kitika dağların dik ve kıvrımlı yolları arasında yanında Mimi ile hiç konuşmadan büyülü yolculuğuna devam ediyordu.
Kitika bir derenin yanına ulaştığında Sam’ın yanına gelmesini bekledi. Dişi kurt beyaz tüylerinin parlaklığı, gözlerinin ışıltılı maviliği ile bu görkemli doğanın ayrılmaz bir mucizesiydi.
‘‘Buradan sonra kendi başına gideceksin,’’ dedi Sam’a. Umarım yolculuğunu tamamlayabilirsin, sen çok iyi kalpli bir kızsın.'' Birkaç adım ötede bekleyen Mimi’nin yanına giderek gözden kayboldu.
Kitika bir derenin yanına ulaştığında Sam’ın yanına gelmesini bekledi. Dişi kurt beyaz tüylerinin parlaklığı, gözlerinin ışıltılı maviliği ile bu görkemli doğanın ayrılmaz bir mucizesiydi.
‘‘Buradan sonra kendi başına gideceksin,’’ dedi Sam’a. Umarım yolculuğunu tamamlayabilirsin, sen çok iyi kalpli bir kızsın.'' Birkaç adım ötede bekleyen Mimi’nin yanına giderek gözden kayboldu.
***
Sam annesinin kaldığı hastaneye geldi, hiç kimseyle konuşmadan, yaşayan bir insan onu görmeden Rüya'nın yattığı yoğun bakım ünitesi içine girdi.
Rüya bu hastane odasında tedavi görüyordu. Başına ve göğsüne iliştirilmiş bir sürü kablo vardı. Sam annesinin üzerine eğilerek onu yanağından öptü.
‘‘Sen misin kızım demek geldin. Seni o kadar özledim ki Sam.’’
Sam elini annesinin kalbinin üzerine koydu. O elin şifahi ışığıyla Rüya rahat bir nefes aldı, ‘‘Yanına geleceğim Sam, canım kızım ben de artık yanına geliyorum.’’
Sam bunu öyle çok isterdi ki, tekrar annesiyle birlikte olmak, uzun saatler boyunca onunla konuşmak, el ele kırlarda dolaşmak tüm bunları yaşamak bir mucizeydi.
‘‘Bir gün buluşacağız ama Derin’in sana ihtiyacı var,’’ dedi. ‘‘Sizi bekliyor olacağım.’’
Rüya hastaneden çıktıktan sonra Derin de önemli sayılabilecek değişmeler oldu. Okulundan, öğretmenlerinden artık şikâyet etmiyor, annesiyle geçirdiği vakitleri olabildiğince keyifli hâle getirmeye çalışıyordu.
Rüya kalbinin ve ruhunun ona fısıldadığı bir cümlenin şifahi sesine sığınmıştı. ‘‘Sam bulunduğu yerde çok mutlu, bir gün ona kavuşacaksın.’’
Rüya bu hastane odasında tedavi görüyordu. Başına ve göğsüne iliştirilmiş bir sürü kablo vardı. Sam annesinin üzerine eğilerek onu yanağından öptü.
‘‘Sen misin kızım demek geldin. Seni o kadar özledim ki Sam.’’
Sam elini annesinin kalbinin üzerine koydu. O elin şifahi ışığıyla Rüya rahat bir nefes aldı, ‘‘Yanına geleceğim Sam, canım kızım ben de artık yanına geliyorum.’’
Sam bunu öyle çok isterdi ki, tekrar annesiyle birlikte olmak, uzun saatler boyunca onunla konuşmak, el ele kırlarda dolaşmak tüm bunları yaşamak bir mucizeydi.
‘‘Bir gün buluşacağız ama Derin’in sana ihtiyacı var,’’ dedi. ‘‘Sizi bekliyor olacağım.’’
Rüya hastaneden çıktıktan sonra Derin de önemli sayılabilecek değişmeler oldu. Okulundan, öğretmenlerinden artık şikâyet etmiyor, annesiyle geçirdiği vakitleri olabildiğince keyifli hâle getirmeye çalışıyordu.
Rüya kalbinin ve ruhunun ona fısıldadığı bir cümlenin şifahi sesine sığınmıştı. ‘‘Sam bulunduğu yerde çok mutlu, bir gün ona kavuşacaksın.’’
SON