Burcu BOLAKAN

Burcu BOLAKAN

[email protected]

Koyo'nun Hayat Yolculuğu

27 Haziran 2024 - 14:38 - Güncelleme: 29 Haziran 2024 - 17:16

Koyo’nun Hayat Yolculuğu
 
Koyo gece yarısı çadırdan gizlice ayrıldı, çıplak ayaklarla otların içinden salınarak dere kenarına doğru yürümeye başladı. Gece ıssız ve korkutucuydu, on yaşında bir çocuğun bu saatlerde değil ıssız yerlerde dolaşması pencereden dışarıya bakması bile tehlikeli olabilirdi. Ama Koyo için bu durum olağandı. O tehlikelerle dolu bir yaşamın içine doğmuştu. Atlı arabanın üzerine kondurulmuş çadırın içinde tam yedi kişi yaşıyorlardı. Annesi, babası, büyükannesi ve kendinden epeyce büyük ablaları. Aslında onlar konar-göçer küçük bir köy sayılabilirdi. Toplamda yirmi atlı arabası olan ve yirmi aileden oluşan bir köy.

Koyo dereye açılan patika yolda ilerlerken ağaçlarda tünemiş kuşları seyre daldı, durdu. Gözleri cam gibi açılmış baykuşa baktı. Baykuşa seslendi.
  • İyi geceler Sevgili Baykuş.
Baykuş, Koyo’ya öterek cevap verdi. Gugguk u gukkuk u… Koyo geçene kadar sabit gözlerle kızı izledi. Büyükannesi biz hangi dilde konuşuyorsak kuşların ötüşlerini de o dilde anlarız derdi. Koyo sorardı, ‘’Peki bu kuşlar her dili nasıl biliyor?’’ Büyükannesi eliyle sardığı cigarasından bir nefes çektikten sonra cevap verirdi. ‘’Onlar konuşmuyor bebeğim biz onların bizimle konuştuğunu düşünmek istiyoruz. Bu yüzden de her ötüşlerini kendi konuştuğumuz dilde duyar ve bize söyleyebileceklerini hayâl ederiz. Biz buyuz küçük Koyo’m duymak isteriz ve düşünürüz.’’

Büyük otların arasından, ağaçların sıklıkla yoğunlaştığı alana geldi Koyo. Ayak sesleri duymuştu duraladı, sesler yakınlaştı.

Başını çeviremeden bir el tarafından yakalandığını hissetti. El onu kendine doğru çekti. Koyo kıskıvrak bir adam tarafından ele geçirilmişti. Adam, Koyo’yu bir çuvalın içine koyarak sırtına vurdu. Koyo’nun çığlıklarına koşan hiç kimse yoktu. Koyo karanlığın içinde yabancı bir adamın sırtında bir çuvalda bir bilinmezliğe doğru gidiyordu.

*
Koyo çuvaldan çıkarıldığında bir mahzende olduğunu anladı, çığlık atmaya başladı. Şişman, uzun boylu bir kadın çığlık atan kızın yanına yaklaştı, tokadı bastı. Sesini kesmezse dilini koparacağını söyledi ona. Mahzenin ortasında ayakta dikiliyordu Koyo.

Mahzen bir gaz lambasıyla aydınlatılıyordu onun verdiği ışık da çok cılız olduğundan içerisi zifiri karanlık olmasa bile neredeyse gözle görülmüyordu. Koyo yaklaşık yarım saat mahzenin ortasında ayakta durdu. Şimdi gözleri biraz daha karanlığa alışmıştı, duvar diplerinde kimi yatan kimi oturan kendi gibi küçük çocukların olduğunu gördü. Dudaklarından o anda daha şu mısralar döküldü.

 
'‘Ah anacığım benim, ah kara talihim!
Kapattı bir mahzene Kara Adam
Karanlığın içinde kaldı anacığım Koyo’n.
Dağların arasında gezinirken
Çıplak ayaklarla otlara basarken
Şimdi düştü bir mahzene Koyo’n.

Ah Anacığım benim, ah kara talihim!’’

 
Şişman uzun boylu kadın oturduğu yerden kalkarak kızın yanına geldi. ‘’Kes sesini, demek küçük hanım ozanlık taslıyor ha!’’ diyerek güldü. Koyo kadının ürkütücü gözlerinden çekindi, sustu. Koyo’yu kaçıran adam da gelmişti.
  • Geç bir köşeye sen de ötekiler gibi ya otur ya da yat, dedi. Koyo adama hiddetle çıkıştı.
  • Babam aramaya çıkmıştır, buraya gelmeleri an meselesi. Bırak beni!
Adam bir kahkaha atarak olduğu yerde döneledi.
  • Babaymış, ah küçük Koyo, Koyo, bak ismini de biliyorum. Seni satan kişi zaten babandır. Merak etme aramaya çıkmaz.
  • Yalan söylüyorsun yalan.
  • Yalan söylemiyorum tam on para saydım senin için, şimdi git, yat, zıbar. Yarın sen de diğerleri gibi hırsızlık yapmak için çıkacaksın.
Koyo olduğu yerde debelenmeye, çığlık atmaya başladı. ‘’Hayır, hayır, babam gelip sizi dövecek!’’ diye haykırıyordu. Gerçekte tüm bu söylediklerine kendi de inanmıyordu. Koyo’yu babası gerçekten satmış olabilirdi. Ama annesi böyle bir şeye asla müsaade etmezdi. Muhakkak Koyo’yu bulacaklardı, bundan emindi.

Ertesi gün Koyo eline verilen bir dilim ekmekle peşinde Kara Adam yola koyuldu. Kara Adam’ın uygun gördüğü bir yerde duracaklardı, Koyo da hırsızlık yapacaktı. Kara Adam Koyo’ya eğitim vermeyi atladı, babasının dediğine göre hırsızlık ilmi Koyo’ya önceden öğretilmişti. Koyo ile Kara Adam şehir merkezine geldiler, adam bir kemerin arkasında saklanıyor, Koyo’yu bakışlarıyla yönlendiriyordu. Koyo, Kara Adam’dan işaret gelince kimin cebine musallat olacağını anlayacaktı. Koyo yaklaşık on dakikadır kaldırım üzerinde bekliyordu. Kızın durumu içler acısıydı, ayakları çıplaktı, ilkbahar olmasına rağmen hava serindi, Koyo’nun sırtında ince bir entari vardı. İki Türk zabiti Supetar sokaklarında asayişi sağlamakla görevli idi. Her günkü gibi sokakların emniyetini korumak için görev başındaydılar. Zabit Orhan, Koyo’nun yanından geçerken kızın durumunu görerek ona acıdı, durdu.
  • İyi günler küçük kız. Ayakların çıplak, üstün de ince. Yoksa dileniyor musun?
Dilenmek o vakitlerde yasak olmasa bile küçük bir kızın tek başına dilenmesi pek mümkün olmayacağından onu çalıştıran bir çeteyi ortaya çıkarabileceğini düşünen Orhan kıza bu nedenle böyle sormuştu.
  • Hayır, dedi kız ve sustu.
Orhan durumdan daha da şüphelenmiş etrafına bakınmaya başlamıştı. Küçük kızın durumu hayra alamet değildi. Bu çocuk muhakkak birileri tarafından kullanılıyor olmalıydı. Kara Adam işin büyüyeceğinden tırsarak oradan talihine küfrederek kaçtı. Babasından satın aldığı kızdan çok ekmek yiyeceği umuduna kapılmıştı. Koyo kemerin ardındaki Kara Adam’a baktı, onu göremeyince Türk zabite olanı biteni anlattı, köylerinin bulunduğu yeri de biliyordu üstelik, onu da söyleyiverdi.

İki zabitin aradığı Kara Adam yer yarılmıştı da içine geçmişti sanki, bir türlü onu bulamamışlardı. Kızcağızı evine teslim etmek için yola çıktılar. Az değil bir saatlik bir mesafedeydi küçük kızın tarif ettiği yer.


Koyo’nun tarif ettiği yere geldiklerinde çadır köyden eser yoktu, Koyo ağlamaya başladı. Zabit, toprağa kırmızı boyayla yazılmış olan yazıyı gösterdi. Toprak üzerinde kırmızı boyayla ‘’Koyo ağacın yanındaki büyük taşın altına bak!’’ diye yazıyordu. Koyo annesiyle bazen altında vakit geçirdiği ağacı çok iyi hatırlıyordu, annesinin kucağında burada tatlı tatlı otururdu, Maria da ona kitap okurdu. Koyo’ya okumayı öğreten de annesi Maria’ydı. Koyo annesiyle vakit geçirmeyi sevdiği ağacın yanına gitti. Ağacın altındaki taşı kaldırarak mektubu çıkardı, okudu. Annesi gittiği için çok üzgün olduğunu yazıyordu. Yol parası bırakmıştı, acil kaçmaları gerekmişti. Akşam köyden bazı kişiler bir yaralama olayına karışmıştı. İşin içinde babası da vardı. Koyo’yu saatlerce aramışlardı, zabitlere başvuramazlardı çünkü zaten yakalanmaları an meselesiydi. Annesi para bırakmıştı. Onu Sırbistan Subotica’da bekleyeceklerdi. Bosilko’nun Topluluğu’nu kime sorsa gösterirlerdi Koyo’ya. Bir ay kalacaklardı burada, kavuşmayı en kısa zamanda dilediğini de yazmıştı. Koyo’nun annesi Maria, küçük kızının kocası Rayko tarafından satıldığından habersizdi. Koyo mektubu okuduğunda gözyaşlarına boğuldu. Zabit Süleyman’a sarıldı. Koyo’nun içinde yine de bir umut ışığı belirmişti. Babası Koyo’yu satmamıştı, annesinin dediğine göre onu saatlerce aramışlardı. Kara Adam ona yalan söylemişti. Peki ama adını nereden biliyordu?

Süleyman kızın durumuna epey içlenmişti. Kızın elinden mektubu alarak kendi de okudu. ‘’Küçücük bir kızı Sırbistan’a çağırıyor, işe bak hele!’’ dedi.

Mektubu Orhan’a uzattı, ‘’Oku da ne yapacağımızı konuşalım.’’ diye ilave etti. Orhan mektubu okuduktan sonra ‘’Kızı gönderecek değiliz, bu işleri bilirsin, sokağa bırakamayız yavrucağı ya hırsızlık yapan çetelerin ya da başka türlü kötü işler yapan kişilerin pençelerine düşer. En iyisi kızı bir yetimhaneye yerleştirmek. Sonra da şunu yapabiliriz; Subotica’daki zaptiye nezaretine yazarız, kızı yetimhaneye yerleştirdiğimizi, ailesinin Subotica’da Bosilko’nun Topluluğu'nun üyelerinden birileri olarak bilindiğini ekleriz, isimlerini de yazarız. Kızı almak isterlerse gelip alırlar.’’ Mevcut şartlar değerlendirildiğinde iki zabitin bu şekilde karar vermesi en sağlıklı verilebilecek karar gibi görünüyordu.

*

Koyo yetimhanede iki yıldır kalıyordu. Hristiyan olduğu için rahibeler okuluna gidiyordu, boş vakitlerinde de manastırda temizlik yapıyordu. İki yıl evvel Koyo’ya babası bir mektup göndermişti, yetimhaneye yeni kabul edildiği dönemlerdi. Mektupta babası iyi yere yerleştiğini yazıyordu ve orada kalarak okumasını istiyordu. Kendileri bir bilinmezliğin içinde savrulup gidiyorlardı. Ne bir ev ne de bir toprak parçası edinebilmişlerdi. Her gittikleri yerde hor karşılanırlardı, en fazla onlar çalışırdı ama en az ücreti de onlar alırdı. Sanat ve zanaat onlardan sorulurdu yine de insanlar onları kullandıktan sonra bir köşeye fırlatıp atmakta mahirdi. İşte Koyo’nun babası böyle sözlerle döşediği mektubunda kızıyla vedalaşıyordu. Babasına göre bu ayrılık kaderin bir cilvesiydi. Yalnız güzel bir cilveydi bu. Koyo akıllı olmalı ve geleceğini kurtarmalıydı. Koyo mektubu okuduğunda çok ağlamıştı, babasından beklerdi, babası yapabilirdi. Ama annesi onu nasıl bırakabilmişti? Bunu anlayamıyordu, dünyaya gelmeyi o istememişti. Annesini de ablalarını da çadır köydeki arkadaşlarını da çok seviyordu.

Koyo yeni yaşamına iki yıl gibi bir sürenin ardından iyice alışmıştı. Günler hızla ilerliyordu, bir gün bir beyefendi tarafından evlat edinilmek istendiğini duyunca oldukça şaşırdı. Beyefendi manastıra giren çıkan biriydi, başrahibinin bir tanıdığıydı. Koyo’yu görmüştü ve evlat edinmek istediğini söylemişti. Koyo kendini evlat edinmek isteyen adamı gördüğünde ondan pek hoşlanmadı. Adamın birbirine yakın gözleri, kocaman bir göbeği vardı. Çerçevesiz gözlüğünü burnunun ucunda tutuyordu, sanki her an düşecekmiş havasında olan gözlük büyük etli burnunun üstünde asılı kalmıştı. Koyo bu şişman adamın kızı olma konusunda isteksiz olsa da kendini ertesi gün adamın yanında evlat edinme belgeleri imzalanmış vaziyette İstanbul yolunda buldu. Daha önceleri adını duyduğu İstanbul’a Doron’la birlikte gidiyordu. Şişman adam isminin Doron olduğunu söylemişti, dediğine göre karısının çocuğu olmamıştı, onu bir evlat gibi sevip bağırlarına basacaklardı. Ama tabii bu bir yalandı.

İstanbul’a vardıklarında bir atlı arabanın içine bindiler. Atlı arabanın içindeyken Koyo ilk kez geldiği İstanbul’u seyre dalmıştı. Sokaklarda dolaşan insanları izliyor, binaları inceliyordu. İstanbul’u şimdiden sevdiğini düşündü. Sahil kenarında büyükçe bir köşkün kapısı önünde atlı arabadan indiler. Doron demir parmaklıklı kapının önünde durup üzerinde duran çanın ipini çekti. Dong dong sesleri göğe yükselince karşılarında cılız bir delikanlı bitivermişti, kapıyı açtı. Doron ve Koyo bahçeye girdiler. Mevsimlerden bahardı Koyo bu bahçeyi cenneti anımsatan hazinem olarak adlandırmıştı. Köşkün içinde onları bir rahip ve iki kadınla kırklı yaşlarında olgun bir adam bekliyordu. Doron daha önceden geleceğini telgrafla bildirmişti. Kadınlar Koyo’yu alarak üst kata çıktılar.
  • Kızı beğendin mi Alexi?
  • Çok küçük sanki Doron.
  • Sana da kız yetiştiremiyoruz daha iyi değil mi? Belki bu kızla anlaşır bir çocuk edinebilirsin.
  • Kimmiş peki? Geçmişi…
  • Geçmişi önemli değil bugün bir milat ve sadece bundan sonrası var. Küçük kızla geçinmeye bak. Onu eğitir, istediğin kıvama getiririz. Güzel de bir şey, sana oğullar doğurur. Daha ne istiyorsun? Öncekiler gibi çok pahalı isteklerde bulunup karşılanmadığında çekip gitmez. Kimsesiz olması iyi.
  • Kimsesiz mi?
  • Evet, ailesi tarafından terk edilmiş.
Koyo’yu üst kata çıkaran kadınlar kızı güzelce giydirdi. Giydirirken bir yandan da aşağıda Koyo ve Doron’u karşılayanlardan biri olan Alexi’yle evleneceğini söylediler. Kız adamı görmüş müydü? Sordular. Kızı giydirirken vücudunu gören kadınlar ‘’İpek gibi narin çok da güzelmiş.’’ diyerek gülüştüler. Koyo henüz on iki yaşındaydı ama evliliğin ne demek olduğunu biliyordu, annesinin anlattığına göre evlendiği zaman o da on iki yaşındaydı. Babasının yanında kalsaydı bile bu yaşlarda evlenmesi olağan bir durum olurdu. Koyo o gün Alex’i ile ev içinde yapılan sade bir törenle evlendi.

*

Koyo’yu yetiştirmek için eve özel öğretmenler geliyordu. Almanca ve Fransızca öğrenmesi için de özellikle fazlasıyla emek veriliyordu. Koyo piyano dersleri de alıyordu. Aradan üç yıl geçmesine rağmen henüz çocuğu olmamıştı. Koyo kocasını sevdi, onunla yaşamaya alıştı. Şiirler yazıyor, piyano çalıyordu. Alex’i için yazdığı bir şiiri akşam yemeğinde kayınvalidesi, kayınbiraderi Doron ve eşi İzaben ve sevgili yaşlı kocası Alex’i huzurunda okudu. Şiirinde şöyle diyordu:

 
‘’Benim yaşlı erkeğim
Mutluyum burada
Yaseminler, leylaklar arasında
Dolanır seni düşünürüm
Aşkı düşünürüm sevdiğim
Ve akşam olunca
Dudağından alacağım buseyi
Ah Koyo’n Koyo’n
Senin küçük meleğin Koyo’n
Yaşlı erkeğim benim

Mutluyum inan yanında.’’

 
Şiiri okuduktan sonra başıyla etrafındakilere selam veren Koyo masadaki yerine oturdu. Koyo artık on beşindeydi, eğitimli küçük bir hanımdı üstelik. Büyük köşkün içinde Alexi'nin ailesiyle kalıyordu. Sıkıntısı yok denecek kadar azdı. O köşkte yaşayan kadınların işine karışmıyor onlar da Koyo’nun yaşı küçük olduğu için ona karşı daha anlayışlı davranıyorlardı.

*

Koyo ile İzaben kumaş bakmak için Beyoğlu’na gittiler. Kumaş satan iki mağazaya bakacaklardı. İlk mağazadan eteklik kumaş aldıktan sonra aynı yol üzerinde kumaş satan başka bir mağazanın vitrininde gömleklik kumaşlar gördüler, içeriye girdiler. Koyo o vakitlerde büyümüş serpilmişti, hafif esmere çalan teni üzerine giydiği ipekten elbisesi, üzerine aldığı uzun kapüşonlu giysisi ona çok yakışıyordu. Siyah gözlerini çevreleyen uzun, kıvrık kirpikleri vardı. Tezgâhın ardında kumaş toplarını düzelten delikanlı Koyo’yu görmüş, böyle bir dilberin güzelliğinden mest olmuştu. Kadınlar delikanlıya doğru yaklaştı. İzaben delikanlıya her zamanki mağrur tavrını takınarak sordu:
  • Vitrindeki gömleklik kumaşlarınıza bakmak istiyoruz.
  • Hayhay efendim hemen çıkarıyorum, diyen delikanlı kumaş toplarını cam tezgâhın üzerine bıraktı. Delikanlı sarı saçlarını bir eliyle arkaya atarak Koyo’ya doğru kaçamak bir bakış fırlattı. Koyo’nun kolundaki altın bilezikleri, parmağındaki elmas yüzüğü fark edince anladı ki kız evlidir. Bu kadar küçük bir kızın evlenmesine pek de aklı basmamıştı aslında yine de sıklıkla rastlanılır bir durum olduğunu düşündü. Belki de delikanlı kızın evli olmamasını dilediği için böyle düşünmüştü. Koyo da delikanlıyı beğenmişti ama ne çare Koyo’nun kocası Alexi vardı. Koyo’dan yirmi dört yaş büyük Alex’i. Koyo kumaşlara doğru eğildi, bir tanesini seçerek diğer tezgâhlardaki kumaşlara bakmak için cam tezgâhın başından ayrıldı. İzaben, kumaş mağazasından ayrılırken sarışın delikanlıdan haftaya gelecek olan kumaş numunelerini köşke getirmesini istedi. Delikanlının adı Yakup’muş onu da öğrendiler.  
Akabe Koyo’nun kayınvalidesiydi, kızın avam tabakasından olduğu hâlde Alexi ile evlenmesine müsaade etmişti. Alexi daha önce iki kez evlenmiş ikisinde de büyük zarara uğramıştı. Bu sefer sana bir kız ben bulacağım diye alay eden ağabeyi Doron gerçekten de talihin yardımıyla erkek kardeşi için dünya güzeli Koyo’yu bulmuştu. Kızı üç yıl içinde çok iyi yetiştirmişler, ondan bir hanımefendi yaratmışlardı.
  • Bir de çocukları olsaydı.
  • Efendim anlamadım, dedi, camın yanında durarak dışarıyı seyreden Doron.
  • Kardeşin Alexi için diyorum, Koyo çok iyi bir kız biliyorum lakin henüz çocukları olmadı.
  • Aman anne benim var da ne oluyor? Paris’te yaşıyor, yılda bir kez rica minnet geliyor beyefendi İstanbul’a.
  • Hiç değilse var. Hayatta bir dikili ağacın var ama ya Alexi.
  • Karısı var ya anne. Boş ver sen düşünme bunları.

*

Bir hafta sonra Yakub elinde numeneler dayandı köşkün kapısına. O gün büyük hanım Akabe evde değildi. İzaben ve Koyo karşıladı delikanlıyı, İzaben de numunelerden beğendiklerini seçtikten sonra akşam yemeği hazır mı diye bakmak için mutfağa indi. Delikanlıyla Koyo salonda bir başına kaldı. Yakub bu fırsatı değerlendirmek için konuştu.
  • Öylesine narin bir güzelliğiniz var ki seçtiğiniz kumaşlardan dikilen elbiseler size çok yakışacaktır. Sanıyorum ki bu evin gelinisiniz.
  • Evet.
  • Eşiniz ne iş yapıyor?
  • Tüccar.
  • Öyle mi? Ne bahtlı adammış.
Koyo, Yakub’un sözlerini duyunca çok utanmıştı, önüne doğru baktı. Haftaya görüşmek üzere diyen Yakub köşkten ayrıldı. Yakub o günden sonra bir daha köşke adım atmayacaktı, kızı merakta bırakıp mağazaya getirtmek istiyordu. Yaklaşık bir ay sonraydı Koyo o ay da hamile kalamamış bunu üzüntüyle Alexi’ye anlatmıştı. Alexi çocuğu olsun istiyordu ama Koyo onun için daha önemliydi. Koyo vardı, genç, güzel, akıllı, kültürlü karısı; çocuğu olsa da olurdu olmasa da.

Akabe daha önceden başka bir delikanlının getirdiği numunelerden kumaş seçmişti, bugün mağazaya gidip yurt dışından getirtilen kumaşların alınması gerekiyordu. Köşkte bahçe işlerinde çalışan Hasan o gün izinliydi. İbrahim’e atlı arabayı hazırlamasını söyledi. Koyo’ya da Beyoğlu’ndaki mağazadan kumaşları alıp hemen gelmesini. Koyo esvaplarını hızlıca giyindi sonra da İbrahim’in hazırladığı arabanın içine atladı. Karanlık basmak üzereydi, çok geç olmadan hazırlanan kumaşları alıp eve dönecekti. İbrahim alışveriş işlerinden hiç anlamadığı için, okuma yazması da yoktu, kumaşları almak Koyo’ya kalmıştı.

Koyo İbrahim’in atlı arabayı durdurmasıyla onun kapıyı açmasını beklemeden hızlıca kendi indi. Koşturarak kumaş mağazasına gitti, içeriye girdi.

*
Ertesi gün uyandığında metruke bir evdeydi, etrafına göz gezdirdi; dehşete kapıldı. Hiç bilmediği, daha önce gelmediği bir eve onu kim getirmişti? Ellerinin, ayaklarının bağlı olduğunu idrak edince dün yaşananları hatırladı. Kumaşları almıştı tam mağazadan ayrılıyorken bir el onun ağzını kapatmıştı. Burnuna gelen o keskin koku, ve sonrasını hatırlamıyordu.

Ayak sesleri duydu, merdiven gıcırtıları eşliğinde gittikçe yaklaşan seslerdi bunlar. Kirişleri yerinden oynamış kapı açıldı, elinde bir paket tutan Yakub karşısında belirdi, Koyo debelenmeye başladı. Yakub başına gelerek sessiz olursa ağzındaki bezi açabileceğini söyledi. Koyo çok korkmuştu, başını salladı. Yakub, Koyo’nun ağzındaki bezi çözdü.
  • Koyo talihe bak ki tam da İstanbul’dan kaçacağım zaman karşıma çıktın. İşte o ânda karar verdim seni kaçırmaya. Artık o şişko Alexi’nin karısı değil benim karım olacaksın. Göreceksin seninle çok güzel işler başaracağız.
  • Evliyim ben Yakub çıldırdın mı?
  • Yakub’muş ne Yakub’u adım Yorgo. Yakub ise takma ismimdi.
  • Niye kaçırdın? Hem ben kocamı seviyorum.
  • A yapma güzelim, sevmiyorsun biliyorum. Bak dinle; birlikte öyle güzel işler yapacağız ki.
  • Ararlar, bırakmazlar. Alex’i bu işin peşini bırakmaz. Nerede olursak olalım yakalar. Hem seni sevmiyorum. Alexi’yi seviyorum.
  • Sevgi, sevgi, sevgi. Beni de sevmeyi öğrenirsin.
Alexi tüm İstanbul’da Koyo’yu aradı. Zaptiye nezaretine başvurdu ama Koyo’dan bir iz bulamadı. Yemeden-içmeden kesilerek yataklara düştü. Akabe ve İzaben onun kumaşçıda çalışan Yakub’la daha doğrusu Yorgo’yla kaçtığını düşünüyorlardı. Sonuçta bu kızın geçmişi hakkında hiçbir şey bilmiyorlardı ve Yakub denen delikanlının Koyo’ya nasıl baktığını hepsi görmüştü. Akabe şüphelerini oğullarıyla paylaşınca Doron çok kızdı. Böyle bir şüphesi olduğu hâlde Koyo’yu yalnız başına kumaşçıya göndermekle suçladı annesini.

***

Aradan tam dört yıl geçmişti. Yorgo’yla Koyo artık Bosna’da yaşıyorlardı. Yorgo, Bosna’dan insanları deniz yoluyla İtalya kıyılarına taşıyordu. Gemiyle yolculuk ettikleri sırada yolcularla ilgili istihbarat bilgilerini özel olarak yetiştirdiği güvercinlerin ayaklarına bağladığı küçük mektuplarla İtalya kıyılarında bekleyen haydutlara gönderiyordu. Haydutlar güvercinlerin ayaklarına bağlı mektuplardan gemilerde yolculuk yapan insanların kaç kişi olduklarını, kıymetli mallarının miktarını, kendilerini korumak ya da savunmak için silahlı olup olmadıklarını ve etrafındaki mahiyetleri hakkında gerekli olan bilgiyi edinmiş oluyorlardı. Haydutlar edindikleri bilgilerle tedbirini alıyor, İtalya kıyılarına gemilerle gelen insanları uygun bir yerde yağmalıyorlardı. Yorgo da hakkına düşeni almakta oldukça cüretkârdı. Tüm bu yıllar içinde Koyo’yu yetiştirmişti. Kızın çocuğu olmaması iyiydi, Yorgo ayak bağı istemezdi. Yaptığı planların içine Koyo da giriyordu. Yolculuklarında Yorgo’ya eşlik ediyordu, onun suç ortağıydı. Yine Bosna’dan bir kafileyle yola çıkmışlardı. Koyo bu sefer de Yorgo’nun yanı başında at sürüyordu.
  • Kim bu insanlar Yorgo niçin akın akın İtalya’ya gidiyorlar?
  • İtalya’ya değil ahmağım dünyanın her yerine gidiyorlar.
  • Ahmak deme. Bunca yıldır senin yanında pis işlerini yapıyorum, sanıyorum ki artık zekâmı kanıtlamışımdır.
  • Ahmak kadın! diye bağırdı Yorgo daha söyleyecekleri vardı, o gün sinirleri tepesine çıkmıştı. Koyo’nun atının dizginlerini tuttu. Koyo dengesini kaybederek yere düştü. Yorgo sarhoştu ne yaptığının farkında değildi.
Koyo can havliyle bağırmaya başladı, o gün ayağı kırılmıştı. Yorgo’ya İtalya’ya giderken eşlik edemedi, yardımcı iki adamla evine döndü. İtalya’ya giden Yorgo defalarca mektup göndermişti Koyo’ya ama hiçbirine yanıt gelmiyordu. Yaptığına çok pişman oldu. Bir gün bu yolculuktan çok büyük para kaldırdığını ve Sırbistan’a giderek Koyo’nun ailesini bulup getireceğini yazdı. Koyo bu mektuba karşılık verdi, yakınlarını bulup getirirse onu bağışlayacağını yazıyordu. Tam dört ay geçmişti ne gelen vardı ne giden. Koyo’nun parası da suyunu çekmek üzereydi. Üstelik kira günü de yaklaşıyordu. Koyo düşünmek ve biraz hava almak için gezintiye çıktı.

Neum’da sahile açılan patika yollara saptı. Elinde şemsiyesi ve diğer elinde hâlâ aksayan bacağına destek vermek için aldığı küçük değneği vardı. Bir mağaza vitrinin önünde durdu, mağaza vitrinindeki kemanı seyre daldı. Bir ses işitti. Tanrım bu ses çok tanıdıktı, geçmişten gelen bir ses, çok uzaklarda kalmış olan bir sesti.

Alexi bir çığlık atarak elindeki kitapları fırlattı, Koyo’ya sarıldı. Koyo şaşkındı, Alexi’nin kolları arasında kalmıştı. Alexi Koyo’yu öptü defalarca. Yoldan geçen herkes onlara bakıyordu çünkü Koyo evli bir kadın olarak biliniyordu hem de üçkâğıtçı Yorgo ile.

*

Alexi, Koyo’ya tıpkı bir serçe kuşunu avcunda tutar gibi narin davranarak koluna taktı, meraklı bakışlar ikisini süzerken onunla bir pastaneye gitti. Koyo başına gelen her şeyi anlattı Alexi’ye.
  • Ah meleğim neler de çekmişsin ama merak etme geçti artık birlikte İstanbul’a döneceğiz.
  • Gelemem.
  • O adamı seviyor musun Koyo?
  • Hayır sevmiyorum, hissettiğim alışkanlık duygusu sadece. Ama.
  • Ama ne? Ne var söylesene? Sana engel olan nedir?
  • Bana engel olan nedir? Bana engel olan Yorgo’nun vermiş olduğu bir söz. Ailemi bulup getirecekti.
  • A yapma o kötü adama inanma. Seni zorla evinden, barkından, kocandan, ailenden koparmış bir adama inanamazsın. Üstelik seni hâlâ çok seviyorum. Söz veriyorum eve döndüğümüzde hayatımızda bir değişiklik olmayacak. Daha önceden gördüğün saygıyı yine göreceksin. Bu dört yıl boyunca ne yaptığını anlatmak zorunda değilsin. Ah Koyo’m Koyo’m seni buldum ya artık hiçbir şeyin önemi yok.
  • Ah Alexi o kadar tatlısın ki. Ama gelemem. Ailemi bulacak.
O gün gözyaşları içinde ayrılan eski karı koca -ki aslında hâlâ evliydiler bir boşanma söz konusu olmamıştı- sözleştiler. Koyo ailesini gördükten sonra Alexi’yle gidecekti. Alexi on beş gün sonra Koyo’yu almaya gelecekti.

Neum’a gelen Yorgo’nun yanında tam on kişi vardı, sokaklarda çalgı çalarak ilerliyorlar ‘’Bugün bize bayram,’’ diyorlardı. ‘’Hem zengin bir damat bulduk ve hem de yıllardır görmediğimiz kızımızı göreceğiz.’’ Yorgo kafilenin başındaydı.

Yorgo’yu kolundan tutan Jacop çekerek sundurmanın altına getirdi. Eline koca bir bıçak verdi ‘’Namusunu temizle,’’ dedi. ‘‘Seninki, Koyo, babası yaşında adamlarla fingirdeşiyor. Adamla konuştuklarını duydum adam tekrar gelecek ve kaçacaklar.’’

Yorgo’nun yüreği ateş aldı, yanıyormuş gibi hissediyordu, elinde ekmek bıçağıyla koşmaya başladı.


Koyo’nun hikâyesi burada bitmedi.