Kaçış
Koşuyorum, ardıma bakmamam lazım. Bırakırsam kendimi; düşeceğim, düşersem; yakalayacak. Elinde, hıı elinde, keskin… Düşmeyeceğim, koşmam lazım. O da geliyor mu? Ayak seslerini duymuyorum, koşuyor mu ardımdan? Arkama baksam, baksam geliyor mu diye. Olmaz, bakamam, ya düşersem ne olacak? Ona teslim olmayacağım. Düşmeyeceğim, koşmam lazım; koşmam. Ah hangi yöne gideceğim…
***
Karanlığın beslediği dar bir sokağa saptı, evler neredeyse birbirine değecek kadar yakındı. Saçaklar saçakları selamlıyor, kapılar birbiriyle bakışıyordu. Uzun, dar bir koridor gibiydi sokak, kapılar; kapılar ne çoktu burada. Sokak pis, yer yer ıslaktı, kokuyordu, çok kokuyordu. Lambası patlamış elektrik direğinin altında elinde rakı şişesi olan bir gölge sinmiş bekliyordu. İçini büyük bir korku kapladı. Gölge ayaklanır onu karanlığın içine sürüklerse, diye düşündü, arkasına baktı; gelen eden yoktu. Gölge; elinde rakı şişesi!
Geriye dönmek için olduğu yerde durdu. Geriye dönemiyordu, Yaman’la karşılaşmaktan korkuyordu. Hangi yöne gideceğine karar veremiyordu, Yaradan’a sığınarak dar sokağın uzandığı yokuşa doğru tırmanmaya devam etti. Sokak nerede bitecekti? Kâbus muydu bu yoksa? Kâbus, ah evet kâbus olmalıydı. Üstünde incecik penyeden bir pijamayla atleti vardı. Yarı çıplak sayılırdı, ayaklarında ayakkabı yoktu. Öylece çıkmıştı, kaçmıştı evden gece yarısında. Arkasından gelen bıçak, o bıçak…
Gölgenin önünden hızlıca geçti, gölge mırıldanıyordu, mırıldanan gölge, akıp giden zaman, bira ve idrar kokan sokaklar.
- Bacım, dedi bir ses. Bacım az bekle hele.
***
Karanlığın beslediği dar bir sokağa saptı, evler neredeyse birbirine değecek kadar yakındı. Saçaklar saçakları selamlıyor, kapılar birbiriyle bakışıyordu. Uzun, dar bir koridor gibiydi sokak, kapılar; kapılar ne çoktu burada. Sokak pis, yer yer ıslaktı, kokuyordu, çok kokuyordu. Lambası patlamış elektrik direğinin altında elinde rakı şişesi olan bir gölge sinmiş bekliyordu. İçini büyük bir korku kapladı. Gölge ayaklanır onu karanlığın içine sürüklerse, diye düşündü, arkasına baktı; gelen eden yoktu. Gölge; elinde rakı şişesi!
Geriye dönmek için olduğu yerde durdu. Geriye dönemiyordu, Yaman’la karşılaşmaktan korkuyordu. Hangi yöne gideceğine karar veremiyordu, Yaradan’a sığınarak dar sokağın uzandığı yokuşa doğru tırmanmaya devam etti. Sokak nerede bitecekti? Kâbus muydu bu yoksa? Kâbus, ah evet kâbus olmalıydı. Üstünde incecik penyeden bir pijamayla atleti vardı. Yarı çıplak sayılırdı, ayaklarında ayakkabı yoktu. Öylece çıkmıştı, kaçmıştı evden gece yarısında. Arkasından gelen bıçak, o bıçak…
Gölgenin önünden hızlıca geçti, gölge mırıldanıyordu, mırıldanan gölge, akıp giden zaman, bira ve idrar kokan sokaklar.
- Bacım, dedi bir ses. Bacım az bekle hele.
Bekleyemezdi, yok hayır duramazdı, yürümeliydi. Bıçak, arkasından gelen bıçak! Yaman, Yaman! Sese cevap vermeden yürüdü, adımlarını daha da sıklaştırdı. Kimdi bu adamlar? Gece yarısı sokaklarda kalan insanlar iyi insan olmazdı, hep böyle denilirdi. Ama işte bak bu akşam kendi de kalmıştı sokakta, yalnız istemeden, çıkmak zorundaydı, kaçmak zorundaydı. Orada durarak delik deşik edilmeyi mi bekleyecekti? Kaçtı Yaman’ın elinden, çok uzaklara gitmek istiyordu, çok uzaklara.
- Bacım bak hele, dedi ses yine.
- Yaklaşma bana, diye karşılık verdi Fikriye. Yaklaşma yoksa bağırırım.
- Bacım amacım kötü değil inan yardım etmek istiyorum, birinden kaçıyorsun gibi geldi ayağında ayakkabın yok, üzerinde giysin yok. Nereye gitmek istiyorsun? Bir yere ulaşmak istiyorsan söyle yardım edeyim, ya da istersen karakola gidelim.
- Hayır karakol olmaz, babamın şerefi. Olmaz. Karakol olmaz. Kızımı almaya gidiyorum.
- Kızın nerede?
Fikriye adamla konuşurken sokağın başında Yaman’ın silüetini görür gibi oldu, hiç tanımadığı bir adamla konuşurken metruk bir evin önünde durmuştu. Metruke evin saçağı altına girdi. Adama doğru yalvaran gözlerle baktı. Adam da sustu. Sokak başındaki silüet yaklaşıyordu, Fikriye metruk evin zemine yakın kırık bir camı olduğunu fark etti, bu cam muhakkak bodrum katına açılıyordu, oraya inmek için hareketlendi. Kırık camdan açılan karanlığa doğru itti kendini, cam kırıklarından işaret parmağıyla, baş parmağı kesilmişti ama kendini bodrum katına atabilmişti. Bodrum katında camın altında durdu, beklemeye başladı. Yalınayaktı, beton buz gibiydi. Yaman’ı başkasına benzetme ihtimali olmadığına göre sokağın başında gördüğü silüet Yaman olsa gerekti, şu konuştuğu adama soracak olursa, genç bir kadın gördün mü diyecek ve kendini tarif edecek olursa belki de adam Yaman’a yerini gösterecekti. Hem sonra bu adam kimdi, niyeti neydi? Yaman’a yerini söylemese bile sonradan bodrum katına gelebilir, kendine zarar verebilirdi.
- Baksana hele!
- He, dedi adam.
- Buralardan geçen genç bir kadın gördün mü?
- Hayır görmedim.
- Hangi cehenneme gitti bu.
- Aradığın her kimse bu sokaklar tekin değildir, kimse gelmez buralara. Hadi şimdi bas git!
Yaman soru sorduğu adamın bir kabadayı olduğunu anladı. Belki de bu sokaklar dediği yerler onun mıntıkasıydı. İyisi mi eve gidip beklemeliydi o küçük yosmayı, nasıl olsa gelecekti. Yaman’ın uzaklaştığını duyan Fikriye tedirgin bir şekilde beklemeye başladı. Az önce Yaman’la konuşan adam bodruma açılan cama doğru eğildi.
- Orada mısın? diye sordu. Fikriye cevap vermekten korkuyordu ama burada olmak bu karanlığın ortasında dikiliyor olmak da korkutucuydu.
- Evet, dedi titreyerek.
- Sabaha kadar orada kalmak istemiyorsan elimi tut, dedi adam. Fikriye kırık camdan sarkan kola doğru hareketlendi. Bir eliyle adamın elini tutarken adamın diğer kolunun da karanlığa sarktığını ve onu belinden sardığını hissetti. Adam Fikriye’yi bodrum katından çıkarabilmek için kafasını ve kollarını karanlığın içine sokmuştu. Fikriye’yi durduğu karanlığın içinden bir hamlede çıkarıp aldı. Fikriye adama teşekkür etti. Önemli değil gibisinden başını sallamakla yetindi adam.
- Şimdi söyleyecek misin derdinin ne olduğunu?
Fikriye söylemekte hâlâ tereddüt ediyordu. Adam Fikriye’den epey uzundu, güçlü kuvvetliydi. Korkuyordu Fikriye hem de çok. İnsanlar ona zarar veriyordu, hiç kimse karşılıksız bir iyilik yapmazdı ki. Söylesem mi? diye düşündü.
- Kızımı almaya gidiyorum.
- Kızın nerede? Üstelik bu adam da kim?
- O benim kocam.
- İnsan kocasından kaçar mı? Anlat bakalım şu işi doğru düzgün.
- Kocam işte, beni öldürmek isteyince kaçtım. Çocuk da, çocuğum onun annesinde. Kızımı alıp çok uzaklara gideceğim.
- Yarını bekleyemez miydin?
- Hayır, öldürecekti diyorum size.
- Nereye gideceksen, götüreyim.
- Hayır istemiyorum, kendim giderim.
Fikriye tanımadığı bir adamla bu kadar konuşmuş olmaktan dolayı rahatsızlık hissetti. Adamın görüntüsünü sevmemişti, ama tuhaf, görüntüsünün çirkin olduğu kadar da güven telkin ediyordu bu adam. Fikriye yine de kimseye güvenemezdi, hem sonra her gün neler duyuyordu işyerinde neler okuyordu gazetelerden. Adama başka bir şey söylemeden yanından uzaklaştı.
Sokağın başına gidince ana caddeyi gördü, caminin oraya kadar hızlıca yürüdü. Kayınvalidesinin evine kadar taksi tutup gidemezdi, parası yoktu, yürüyerek gitse olacak iş değildi. Sokaklar hiç tekin değildi. Olduğu yere oturdu ne soğuk umurundaydı ne de tehlike umurundaydı artık. Başına bundan daha kötü ne gelebilirdi ki? Bir saat öncesinde kocası tarafından öldürülmekten kurtulmuş, kaçmıştı, sonra hiç tanımadığı bir adam yardım etmişti ona. Oturduğu yerden kalktı, yürümeye devam etti.
***
Kayınvalidesinin evinin olduğu semte gitmek için önce ışıkları çok olan caddeden geçecekti. Üstünde incecik penye pijaması vardı üstelik yalınayaktı…
Adımlarını büyük büyük atmaya başladı, sağına soluna bakmadan yürüyordu, bir müddet sonra koşmaya başladı sanki bütün dünyadaki gözler kendini izliyor gibi geliyordu. Çok çaresiz hissediyordu, çok yalnız hissediyordu. Koskoca dünyada bir başına, koskoca dünyada yalnız başına…
***
Kırk dakika kadar yol yürüdü nihâyet eve varmıştı, gecenin bir yarısıydı ama o farkında değildi artık, burada onun yavrusu canı vardı, onu almaya gelmişti, sonrasında zaten çok uzaklara gidecekti. Anne olmayı hak etmiyorsun, diyordu Yaman, iki haftadır çocuğunun yüzünü gördüğü yoktu. Anne olmayı hak etmiyorsun! diyordu. Kapının ziline dokundu içeriden sesler geldi.
- Kim o, kimdir o?
- Benim, dedi usulca, kapı açıldı.
- Seni içeriye alamam, dedi Asiye. Fikriye Yaman’ın annesini aradığını anladı, Asiye’ye kendisini içeriye almaması için baskı yaptığını ya da zorladığını düşündü.
- Anne lütfen, dedi Fikriye. Eda’yı görmeye geldim, hem Yaman, Yaman anne neredeyse. Anne lütfen al içeriye, lütfen.
Asiye kapıyı açtı, Fikriye girdi.
- Kaç kez dedim, Yaman’a karşı gelme diye, oğlum ama benim de sözüm geçmiyor, kaç kez söyledim, kaç kez. Çocuğunu özledin demek.
Fikriye içeriye girince evin dış kapısına kilit vuran Asiye anahtarı da çekip aldı kilidin üzerinden. Fikriye sobanın kurulu olduğu odaya gitti. Koltuğun birinde Eda uyuyordu, çocuğunun yanına uzandı. Eda’nın saçlarını öptü, küçücük elini avcunun içine aldı. Fikriye içeriden gelen sesleri duydu.
- Delirmiş mi bu kadın be?
- Çok mu akıllıydı ki.
- Yaman’a ne diyeceğiz?
- Sen hâlini göreydin, kapıyı açmamak mümkün mü? Erkek adamsın ama kapıyı açmıyorsun, odada saklanmak kolay, sen çıkaydın madem.
- Neyse bakalım sabah ola hayrola.
Sesler kesildi, Fikriye nasıl hareket edeceğini bir çırpıda düşündü. Temkinli duracak ihtiyarlar uyuduktan sonra Eda’yı alarak kaçacaktı. Yalnız anahtar meselesi kafasını kurcalıyordu, bu Asiye anahtarı çekip almıştı kilidin üzerinden. Annesinin gelmiş olduğunu belki de kokusundan fark eden Eda gözlerini açtı.
- Anneciğim, dedi sevinçle, anneciğim.
Fikriye Eda’ya sarıldı, geldim yavrum hiç bırakmayacağım artık bebeğimi, hiç. Yalnız biraz sonra seni kucağıma alacağım sessiz olman gerekiyor, gizlice evden çıkacağız. Eda hiçbir şey anlamamıştı ama yine de tamam anlamında başını sallamıştı. Ev iyice sessizliğe gömüldüğünde Fikriye usulca yattığı yerden doğruldu, odadan dışarıya çıktı, dış kapının yanında duran ayakkabı dolabını açtı içindeki ayakkabıları eliyle tek tek yokladı, hiçbirinin içinde anahtar yoktu. Yapılacak tek bir iş vardı, o da küçük camdan aşağıya merdiven başına atlamak. Küçük camı açarak atlayabilir miyim diye baktı, kucağında çocukla biraz zor olsa da yapabileceğini düşündü. İçeriye gitmeden ayakkabı dolabından bir bot çekip aldı, giydi, kapının arkasındaki çivide asılı duran hırkayı da üzerine geçirdi. Koltukta yatan Eda’ya doğru eğildiğinde küçük kızının uyumadığını kendisini izlemekte olduğunu gördü.
- Hazır mısın? Şimdi buradan ayrılacağız, yalnız çok sessiz olacaksın.
- Hazırım.
- Montun, ayakkabıların nerede?
- Koltuğun içine koydular.
Fikriye Eda’yı koltuktan indirip içine baktı, kızının montunu, ayakkabılarını buldu. Çocuğunu giydirdi. Küçük camın oraya geldiklerinde Eda’ya sırtıma çık, diye söyledi. Eda eğilen annesinin sırtına çıkıp boynuna adamakıllı sarıldı. Hiç korkmuyordu, yanında annesi olduktan sonra hiçbir şeyden korkmasına gerek yoktu. Cama çıkan Fikriye Eda’ya fısıldar gibi sıkı tutun sakın bağırma tamam mı, dedi. Küçük kızla annesi merdiven başına atladı. Fikriye merdiven başına atladığında Eda’yı kucağına aldı, koşmaya başladı. Tan atmış, gün ağarmaya başlamıştı.
Fikriye koşuyordu, sabah namazını camide kılmak isteyen birkaç ihtiyar Eda’yla annesine meraklı gözlerle bakıyordu. Fikriye bir ses duydu, ardından bir arabanın yanında park ettiğini. Arabadan inen adam şöyle seslendi Fikriye'ye.
- Seni gideceğin yere kadar bırakacağım, bak hem şimdi gün ağarmaya başladı benden korkmana gerek kalmadı.
Fikriye adama baktı, akşam hayatını kurtaran adamdı bu. Arabanın kapısını açan adam kızıyla birlikte Fikriye’ye gideceği yere kadar bırakmak istiyordu. Fikriye içindeki sese kulak verdi. İçindeki ses bu adama güvenebilirsin diyordu.