Burcu BOLAKAN

Burcu BOLAKAN

[email protected]

Kabarık Gelen Zarflar

29 Mayıs 2024 - 17:11 - Güncelleme: 29 Mayıs 2024 - 23:26

Kabarık Gelen Zarflar
 
Kalbiye’yi evine davet ettiğinde öğle vaktine yakındı. Pelin daha önce hiç bu vakitte gelip Kalbiye’yi evinin bahçesinde çay içmeye davet etmemişti. Genelde çağırdığı vakitler akşam yemeğinden sonra olurdu. Kalbiye de Pelin onu davet edince çoğunlukla arkadaşının evine giderdi. Geniş ama son derece sevimsiz olan Pelin’in evinin bahçesinde oturmak Kalbiye’ye huzur vermese de laflayacak başka kimsesi olmadığından giderdi Pelin’in evine. Birlikte bahçeye gelişigüzel atılmış olan kırık ayaklı bir masaya otururlardı. Orada, o masanın başında saçma sapan günlük olaylardan bahsederler, sanki çok gerekliymiş ya da birileri olaylar hakkında onların fikirlerini merak ediyormuş gibi konuşup dururlardı. Ne Kalbiye severdi Pelin’i ne de Pelin Kalbiye’yi, ama işte aynı mahallenin insanı olmak arada sırada da olsa onları böyle bir araya getiriyordu. Pelin tüm mahallede neler olup bitiyor, bilirdi. Bir de üstüne ilave ettiklerini de sayarsanız haftada ya da on günde bir de olsa görüştüğü Kalbiye’ye epeyce tafsilatlı bilgi veriyor olurdu. Kalbiye bazen dinler bazen de Pelin’in anlattıklarına kayıtsız kalamayıp olaylar hakkında fikir yürütürdü. 3 numarada oturan Rıza’nın çapkınlıkları, Selin Hanım’ın altınları, Jale’nin evde kalmış kızı, Akay Apartmanı’nda oturan Suna’nın üniversiteyi üçüncü yılında da kazanamamış oğlu gibi epeyce konuşacak konuları olurdu. Son zamanlarda Filiz’le ilgili de ilginç söylentiler dönüp duruyordu ortalıkta. Dediklerine göre Filiz gizli saklı birtakım işler çeviriyordu. Pelin’in gözünden kaçmamıştı bu durum, Filiz’in oturduğu apartmana her çarşamba günü postacı kabarık bir zarf bırakıyordu, kaç kez görmüştü Pelin postacının posta kutusuna bıraktığı zarfı. İşte bunları anlatacaktı Kalbiye’ye Pelin, anlatamazsa alimallah akşama kadar sıkıntıdan patlayabilirdi. Ne var ne yoksa hemen öğrenmeli bu işin peşine düşmeliydi. Zarfların içinde neler olduğunu öğrenmek için Kalbiye’nin yardımını isteyecekti. Pelin’in evine bugün öğle güneşi ortalığı kavururken gitmeyi hiç istememişti Kalbiye, üstelik böyle çat kapı birinin evine gelmesi onu saç baş dağılmış bir hâlde görmesi hoşuna gitmezdi. Pelin, ‘’Hemen gel, bekliyorum,’’ demiş aceleyle ayrılmıştı Kalbiye’nin kapısından. Bir cevap veremeden, gelirim gelemem diyemeden kapıya yapışıp kalmıştı genç kadın. Canı hiç istemese de, bir beş dakika uğrayayım bakalım neler döndürüyor bu Pelin, diye düşündü.

Bahçe kapısından içeriye girdiğinde Pelin’in elinde muz ve ekmek kabukları ile maymunların olduğu kafeslere doğru gittiğini gördü. Kalbiye merakla üç, dört hatta sonradan sayıp da altı maymunun olduğunu fark ettiği kafeslere doğru seğirtti. Pelin’in evinde bu kafesleri ve maymunları ilk kez görüyordu. Bu da nesi, bu maymunlar da nereden çıktı? diye soracağı sırada ‘’Bizim Hamza’nın işi, satacak bunları,’’ dedi Pelin. ‘’Bana da işin en çetrefilli kısmı kalıyor tabii, maymunlara bakma işini bana devretti.’’ diye söylendi. Maymunların her biri için bahçeye ayrı ayrı kafesler koymuşlardı. Pelin maymunlardan bir tanesini kafesinden alıp kucağına yerleştirdi. Maymunla Kalbiye’nin yanına yaklaşınca Kalbiye korkup bir adım geriledi. ‘’Nereden bulmuş Hamza bu maymunları? Yabani olmasınlar? Aman benden uzak tut! Aşısı maşısı tam mı bunların? Isırmasınlar!’’ diye korkuyla olduğu yerde zıpladı. Pelin kahkahayı koyuverdi, ‘’Meraklanma canım ısırmıyorlar, Hamza’nın işleri işte, şimdi bunları satacakmış öyle söylüyor, bir iki güne alır, götürür.’’ Kalbiye adamakıllı huylanmıştı ‘’Yok yok oturamam burada, hem de şu maymun kucağındayken, hayatta olmaz,’’ diye söylenerek titredi. Üstüne gelen titreme sinirsel bir hâldi, maymunları görünce bir anda ortaya çıkıveren bir refleksle tüm vücudu kasılıyor, titriyordu. Pelin arkadaşını rahatlatmak için ‘’Tamam şimdi götürüp kafesine bırakacağım, sen masanın yanına git de otur.’’ dedi.

*

Kadının tam alnına nişan almış sonra da kanlar içinde yere yığılmasını izlemişti. Bir iki dakika kümeslerin olduğu yerde dolandı. Kadının hâlâ can veremediği çıkardığı iniltilerden anlaşılıyordu. Tuhaf bir zevk alıyordu bu durumdan, çabucak ölmesi değil de böylesi daha hoşnut ediyordu onu. İniltileri dinlerken kendine bir bardak çay koyup köpek kulübesinin yanına gitti. Feride o sırada gelmişti, Hanife genç kızın geldiğini anlamış olsa da ona yüzünü dönmedi. Feride elinde çay bardağını tutan Hanife’ye baktı, ‘’Senden yardım isteyecektim,’’ dedi ‘’bizim tarlaya gelir misin?’’ Hanife biraz duraksadıktan sonra cevap verdi, ‘’Şu anda bir işim var, bitince gelirim,’’ diyerek göndermek istedi Feride’yi. Feride, Hanife’nin az konuştuğunu ve eğer ciddiye aldıysa onu geleceğini bilirdi, o yüzden de kendi tarlalarına gitmek için yollandı. Tam o sırada duymuştu iniltileri, neler olup bittiğini anlamak için de etrafına bakınmıştı. ‘’Kulübenin arkasından inilti sesleri,’’ geliyor dedi Hanife’ye. Hanife vahşice gülümsemişti. Feride gayriihtiyari ya da belki insanların içindeki o bitmek tükenmez merak duygusunun hareketlendirdiği dürtüyle kulübenin arkasına doğru koştu. Yerde kanlar içinde yatan sarışın kadını görünce olduğu yerde kalıverdi, gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Hanife de onun peşinden kulübenin arkasına doğru rahat bir tavırla yürümüştü, ‘’Az önce vurdum,’’ dedi Feride’ye bakarak, Feride olduğu yerde donup kalmış bir hâlde Hanife’ye bakıyordu. Hanife yerde kanlar içinde yatan sarışın kadının yanına gitti. Kadının üzerine giydiği beyaz gömleğinin her yerine kan bulaşmıştı. Hanife kadını kucaklayarak yerden kaldırdı, kadının kan içinde kalmış yüzünü Feride’ye doğru tutarak alnını gösterdi, ‘’Bak buradan vurdum,’’ dedi yine vahşice gülerek.

Feride uyandığında ter içindeydi, aylar geçmişti ama genç kız hâlâ yaşadığı o olayı unutamamıştı. Kanlar içindeki sarışın kadının iniltileri, Hanife’nin kadın can çekişirken vahşice gülerek ‘’Bak buradan vurdum,’’ onu demesini unutamıyordu. Babası Feride’nin ağladığını duydu ‘’Ne zamandır hep böyle oluyor, uyanınca başlıyor ağlamaya,’’ dedi, ‘’Acaba onu bir doktora mı götürsek?’’ Feride’nin annesi endişeyle baktı kocasına ‘’Sakın,’’ dedi, ‘’Bizden çıkmasın, sonra yaşatmazlar, vururlar Feride’yi de.’’ Adamcağız elindeki çay bardağını sıkarak omuzlarını düşürdü. ‘’Ağa çağırdı,’’ dedi karısına, ‘’Bakma öyle, bizden sır çıkmayacağını biliyorlar, yalnız bir daha o deli Hanife’yle Feride’nin karşılaşmaması lazım.’’ Feride’nin annesi Zila endişeli baktı kocasının yüzüne ‘’Kadın kimmiş, neden öldürmüş onu Hanife delisi?’’ diye sordu, ‘’Anlayabildin mi?’’ Adamcağız canı sıkılmış bir hâlde ‘’Mehmet’in karısıymış, çocuğunu Mehmet’e göstermesi için rica etmeye gelmiş, o da konuşma sırasında delirmiş, çekmiş vurmuş.’’ dedi.

*
İki kadın Filiz’in evine postacının getirdiği zarfların içinde neler olduğunu öğrenmek için çarşamba gününü bekleyeceklerdi. Kalbiye gözcülük edecek Pelin de postacı zarfı posta kutusuna yerleştirdikten sonra kutuyu açıp içinden zarfı alacaktı. Posta kutusunu da ufak bir bıçak yardımıyla açabileceğini söylemişti Pelin. Anlaştıkları üzere arada telefonla konuşarak zarfı nasıl alacakları konusunda tam bir fikir birliğine ulaşıp birbirlerine cesaret verdiler. Çarşamba günü Filiz’e postacının getireceği zarfı  heyecan içinde beklemeye başladılar. Her hafta böyle kabarık zarfların Filiz’in evine geliyor olması çok meraklandırmıştı Pelin’i. Bu uyuntu, elinden hiçbir iş gelmeyen, pısırık, sığ gibi görünen kadının neler çeviriyor olduğunu bilmek istiyordu. Hem kim bilir belki bu Filiz’in gizli bir âşığı vardı. Sır vermeyen, ketum hâllerine uzun zamandır epey gıcık oluyordu zaten. Ne zamandır bir açığını yakalamak için bekliyordu. Nihayet belki de isteğini elde edebilecekti. Kalbiye’nin mutfağından sokağın başı olduğu gibi görünüyordu. Genellikle saat on sıraları postacı mektupları dağıtmaya başlardı. O gün de Kalbiye sabah saat dokuzdan itibaren postacının yolunu gözlemeye başladı. Bulaşıklarını yıkadığı sırada mavi gömlek giymiş postacı sokağın başında göründü. Mahallenin başındaki Hayriye Hanımların posta kutusuna ilk mektubu bırakmıştı. Kalbiye koşarak gitti telefonu kaldırıp Pelin’in evini aradı. Pelin’le Kalbiye postacı ikinci eve ulaşmadan sokağa fırlamışlardı. Yapacakları çok basitti, ikisi birlikte Filiz’in evine gidiyor gibi görüneceklerdi, Filiz’in ziline basan Kalbiye olacaktı, kadın ona kapıyı açtığında önce merdivenlerden Kalbiye çıkacak o sırada Filiz’e gelen zarfı almış olan Pelin mektup zarfını çantasına yerleştirdikten sonra Filiz’in evine gidecekti. Hem canım komşu komşuya kahve içme bahanesiyle çat kapı gidebilirdi, olsa olsa en fazla bunların yapacak işleri yoktu herhalde bugün diye düşünürdü Filiz, iki komşu kadınını kapıdan kovacak hâli yoktu. Kahvelerini içtikten sonra da Pelin’in evine giderler rahatlıkla ele geçirdikleri zarfın içine bakarlardı. İşler tam da planladıkları gibi gelişti. Zile dokunan Kalbiye idi ve merdivenlerden ikinci katta oturan Filiz’in evine önce çıkan da oydu. Filiz Kalbiye’ye kapıyı açtığı sırada postacı zarfı bırakmıştı posta kutusuna. Postacının ardından orada birini bekliyormuş gibi görünen Pelin elinde tuttuğu küçük meyve bıçağıyla posta kutusunu açıverdi, zarfı posta kutusundan çıkardığı gibi çantasının içine yerleştirdi.

*
İki kadın zarfı açtığında on sayfalık bir mektupla karşılaştılar. Mektup Hanife diye bir kadından geliyordu. Mektubu açtığında gizli bir aşka tanıklık edeceğini düşünen Pelin okumaya başladı. Mektubun okunması bittiğinde ise yarım yamalak öğrendikleri ama hiç de anlamamış oldukları bir hikâyenin içine sürüklendiklerinin farkında değillerdi henüz. Mektupta bazen Filiz olarak bahsedilen kadına bir sonraki satırda Feride olarak hitap ediliyordu. Feride olarak hitap edilen kişinin Filiz olabileceğini düşündüler, ara ara yorum yaparak ve fikir yürüterek mektubu okumuşlardı. Mektuba imza atan kişi Hanife diye biriydi ve aralık ayının on ikinci günü İstanbul’a geleceğini yazıyordu. Filiz’le yüz yüze görüşmek istediğini, Filiz’in ondan kaçmamasını nereye giderse gitsin gelip onu bulacağını söylüyordu.

Mektubun sonuna kondurulmuş olan nota ise iki kadın da anlam verememişti: Notta ‘’Maymun gözünü açtı.’’ diye yazıyordu.

İki kadın biraz tehditvari biraz da şüpheli buldukları mektubu okuduktan sonra hiç telaşa kapılmadan kendilerini de içine alacak olan o tehlikeyi sezinlemeyip seyirci olarak izleyebileceklerini düşündükleri aralık ayının on ikinci gününü heyecan içinde beklemeye başladılar.