İnsana Öleceği Zaman Malum Olur mu?
Gece yarısı telefon çalmaya başladığında telaşlandı. Kızlarından birinin doğum zamanı yaklaşıyordu. Yatağından ok gibi fırladı, telefonun bulunduğu yere koştu. Salonda kesik kesik çalmaya devam eden telefonu kapanmadan açmayı başardı. Karşı taraftan ses gelmediği için yüksek sesle ‘‘Alo, kimsiniz?’’ diye sordu.
Derin bir nefes alıp veren telefondaki kadın sesi ‘‘Ben Münevver’im,’’ dedi.
Zerrin telefondaki sesi çıkaramadı. Saat gecenin 01.00 idi ve bu saatte arayan kadının mühim bir derdi olmalıydı. Kalbinin atış seslerini duyabiliyordu. Sağ eliyle ahizeyi tuttuğundan sol elini kalbinin hizasına getirip ona sakin olmasını telkin ediyordu fakat kalbi söz dinlemiyordu.
‘‘Tanıyamadım, kimsin?’’ diye sordu tekrar. Gerçekten tanıyamamıştı ama hafızasını biraz yoklasa çıkaracak gibi oluyordu.
‘‘Münevver ben,’’ dedi ses yine, ‘‘eski camiinin olduğu mahallede oturuyorum. Şimdi tanıdın mı?
‘‘Tanıdım. Hayırdır Münevver! Kötü bir şey olmadı değil mi?’’
‘‘Aslında yok. Sadece şu var.’’
Münevver tıkanır gibi oldu. Ağlıyordu belki de. Biraz bekledikten sonra devam etti.
‘‘Bu gece öleceğim. Hakkını helâl et. Gençlik yıllarımızda birlikte yediğimiz, içtiğimiz, güldüğümüz zamanlarımız olmuştu, sohbet ettik, dertleştik seninle.’’
‘‘Helâl olsun da bu ölüm meselesi nereden çıktı? Kimse ne zaman öleceğini bilemez ki. Sen üzülmüşsün anladığım kadarıyla. İstersen evinin balkonuna çık biraz hava al.’’
‘‘Hayır hayır. Bu gece öleceğim ben.’’
Telefon kapandı. Zerrin bu garip konuşmadan sonra ne düşüneceğini bilemiyordu. Münevver çocukluk yıllarından beri açık sözlü, açık yürekli bir kadın olmakla bilinirdi ama insanın hangi vakitte öleceğini yalnızca Allah bilirdi. Kadının bir evhama kapılmış olabileceğine hükmetti. ‘‘Sabah olsun da evine giderim, öğrenirim derdi neymiş,’’ diye düşündü. Uzun yıllardır Münevver’le dertleşmemişti. Arada bir, belki yılda birkaç kez karşılaştıklarında selam alıp verirler, hoşbeş yaparlardı. Ama gençliklerinde hemen hemen her gün birlikte vakit geçirirlerdi. O vakitlerde Zerrin on iki yaşlarındaydı Münevver ise on yedi yaşında bir genç kızdı.
Zerrin bu garip konuşmadan sonra büfesinin çekmecesinden kasabanın telefon rehberini çıkardı. Gözlüğünü taktıktan sonra Münevver’in soy ismini hatırlamaya çalıştı. Düşündü düşündü ama bir türlü zihninin içinde kaybolan bilgiye ulaşamıyordu. Yatak odasında uyuyan kocasını uyandırmaya kalksa adam kızabilirdi. Sabah erkenden işe gidecekti. ‘’Bu vakitte Münevver’in soyadını sormak aklına nereden geldi?’’ diyebilirdi. Uykusu adamakıllı dağılmıştı. Saate baktı, 01.30’u geçmişti. Sokağa çıkamazdı, üstelik kasaba artık eskisi gibi değildi. Dışarıdan çokça göç almış, büyümüştü. Bu saatte dışarıya çıkarak Münevver’in evine gidebilmesi mümkün değildi. Hem aradaki mesafeyi nereden baksan yürüyerek yirmi dakikadan fazla bir sürede alabilirdi. Uyuyamayacağını düşünerek mutfağa gitti. Kendine çay demledi.
Mutfağın küçük balkonunda otururken çayını yudumluyordu. Münevver’in sözleri içine dert olmuştu. Gerçekten dediği gibi ölür müydü? Gençlik yıllarına aklı gitti. Münevver evlendiği adamı baba evine içgüveyi almıştı, adam kasabanın yerlisi değildi. Bu nedenle de Münevver’in soyadını bilemiyordu ki.
Çayını yudumlarken birlikte kır işine gittikleri, çeşmeden su doldurdukları günleri düşündü. Münevver’in ilginç bir kişiliği vardı o zaman da Zerrin’e ilginç mistik denilebilecek hikâyeler anlatırdı. Zerrin onun konuşmalarını dinlerken bazen sıkıldığını da anımsıyordu. Bir saatten fazla bir süre balkonda eski çocukluk günlerini düşledi. Münevver’i düşündü; birlikte gidilen düğünleri, yenilen yemekleri. Bu kadınla ilgili hatırladıkları nedense hep bölük pörçük anılardı. Münevver’in derin sohbetlerinden hoşlanmayan genç kızlar genelde onu görünce kaçışırdı. Zerrin onu dinlerdi dinlemesine ama o da sıkılıyordu, böyle hatırlıyordu Zerrin. Münevver’i dinlemektense o da çoğunlukla Fatma’yla ip atlamayı ya da saklambaç oynamayı ya da şarkı söylemeyi tercih ederdi.
Zerrin geçmişte olanları düşündüğünde Münevver’in belki de fazla arkadaşı olmadığına kanaat getirdi. Bu saatte Münevver’le fazla bir samimiyeti olmayan Zerrin’i bile arayıp helallik istediğine göre büyük bir yalnızlığın içine gömülmüş olmalıydı. Belki de bir üzüntüsü vardı ya da hastalığı ama ona yardım edecek kimsesi yoktu. Sabah olduğunda erkenden gidecek ve nasıl olduğuna bakacaktı.
Zerrin’in gözkapakları ağırlaşmaya başladı. İki saat boyunca balkonda oturmuş ve genellikle Münevver’le telefondaki garip konuşmanın etkisi altında kalarak eski günleri düşünmüştü. Ayağa kalktı, çaydanlığını ve bardağını mutfak tezgahının üzerine bıraktıktan sonra uyumak için odasına gitti.
Sabah uyandığında kocası çoktan işe gitmişti. Yatağından usulca inerek ayağına terliklerini giydi. Pencerenin kalın perdesini çekip açtı. Bir ses geliyordu dışarıdan, dikkat kesildi. Aşağıda odun kesen kayınbiraderi baltayı kütüğe indirdikçe tak tak diye sesler çıkıyor ve bölünen koca kalın odunlar sağa ya da sola düşüyordu. Başka bir ses daha yükseliyordu, bu ses bir makineden çıkıyor gibiydi. Bu ses camii minaresinden yükseliyordu ve bir sela idi.
Selayı okuyan hoca ismi tekrarlıyordu. Osman kütüğe koyduğu oduna bir balta indirdi, tak diye odun ikiye ayrılıp yere düştü. Zerrin ismi anlayamamıştı. ‘‘Osman işini biraz bırak,’’ diye bahçedeki adama seslendi. Osman pencereden başını uzatan ve kendisini ikaz eden yengesinin sesini duymuştu. Balta elinde beklemeye başladı. O da hocanın son bir kez daha ölen kişinin ismini söyleyeceğini biliyordu. Hoca son kez ‘‘Merhume Münevver Bulut,’’ dedi.
Zerrin’in eli ayağı salınmıştı. Osman aşağıdan bağırdı, ‘‘Bulutlardan bu kadın, anne babası bile yaşıyor ama bak görüyor musun o ellisinde daha ölmüş.’’
Zerrin üzüntüsünden ne diyeceğini bilemedi. ‘‘Takdiri ilahi,’’ gibisinden bir söz mırıldanıp içeriye girdi. Akşam onu aramıştı Münevver ve helâllik istemişti. Demek hissetmişti, öleceğini bilmişti. Onu da öleceğini haber verecek kadar yakını biliyordu ama Zerrin Münevver’i hiç yakın dostu olarak görmemişti. Çok derin bir sızı hissetti, gözleri doldu. Giyinip hemen Münevver’in evine gitmek istiyordu.
Evden çıkmadan evvel telefonu çalmaya başladı. Arayan damadı Buğra’ydı. Kızını doğum için hastaneye götürdüklerini haber veriyordu.
Münevver bir saat sonraki otobüse bineceğine dair damadına söz verdi. O gün izin günü olan Osman’ı yanına çağırarak acele tarafında kendisini arabayla Münevver’in evine götürmesini istedi. Önce Münevver’in evine gidecekti. Osman’la on dakika sonra Münevver’in evine vardılar. Öğlen namazı ardından toprağa verilecek olan Münevver’in son yolculuğuna uğurlanması için gereken hazırlıklar yapılıyordu. Evin çift kanatlı bahçe kapısı ardına kadar açılmıştı. Selayı duyup gelen aile dostları Münevver’in son yolculuğunda bulunmak üzere bekliyorlardı.
Zerrin, Münevver’in annesine akşamki telefon olayını anlatamadı. Kendiyle birlikte ölü evine gelen ama Zerrin’in daha önce hiç görmediği üç kadın Münevver’in annesine gece yarısı yaşadığı o garip olayın aynısını anlatmakla meşguldü. Zerrin kadınların anlattıklarını dinledi. Kendiyle birlikte Münevver dört kadını mı aramıştı yoksa daha aradığı başka insanlar var mıydı? Durup dinlemek isterdi ama kızının doğumu için de acil gitmesi gerekiyordu. Çocukluk arkadaşı olan ve sonraki hayatında da kopmadığı Fatma’ya cenaze evinde olanları iyi anlayıp dinlemesini, kendisinin acil çıkması gerektiğini söyledi.
***
Kızının yanına iki saat sonra vardığında Selma’nın bebeği kucağındaydı. Hem kızına hem de yeni doğan bebeğe sarılıp iyi oldukları için şükretti.
Zerrin bir haftadır kızı Selma’nın yanında kalıyordu. Kızının gücünü toplayabilmesi ve anneliğe alışabilmesi için yardımcı oluyordu. Küçük bebeği banyo ettirdikten sonra Selma’nın kucağına verdi. Kendi de biraz hava almak için balkona çıktı. Fatma’dan öğrendiğine göre Zerrin o akşam dört kadını aramıştı helâllik almak için. O kadınlardan biri de kendisiydi. Onunla sağlığında daha yakın olabilmeyi isterdi ama anlaşılan Münevver onu hiç unutmamış ve hep yakınlık duymuştu. Ne garipti. Bir insanın öleceği vakti bilebilmesi demek mümkün olabiliyordu. Münevver’in öldüğü gün torunu Yaz doğmuştu. Allah bir güzelliği yanına alırken diğer bir güzelliği geçici bir süreliğine de olsa dünyaya bırakıyordu.
SON