Burcu BOLAKAN

Burcu BOLAKAN

bolakan3@gmail.com

Eşitliğin Olduğu Yerde İnsan Vardır

09 Nisan 2025 - 10:59 - Güncelleme: 09 Nisan 2025 - 11:06

Eşitliğin Olduğu Yerde İnsan Vardır
Dünyayı ayakta tutan şeyin ne olduğunu sık sık unuturuz. Oysa cevabı çok sade ve bir o kadar da zor bir yerde durur: insan ilişkileri.

Kurumlar, sistemler, başarılar, kurallar… Hepsi insanın inşa ettiği yapılardır. Ama insanın insana bakışı bozulduğunda, bu yapılar da sarsılır.

Dostluk ve saygı, insan ilişkilerinin temel taşlarıdır. Fakat bu iki değer, ancak sağlam bir zemin üzerinde yükselebilir. O zemin eşitliktir. Çünkü eşitliğin olmadığı bir yerde, hiçbir ilişki hakiki ve kalıcı olamaz.

Bu noktada Duygu Asena’nın şu sözünü hatırlamak gerekir, bu söz aynı zamanda toplumsal bir çağrıdır: ‘‘Dostluk da, saygı da eşitlikle olur, anlamıyor musunuz? Eşitliğin olmadığı yerde ikisi de yok.’’

Bu cümle bir hak arayışını anlatmaktadır. Çünkü birçok ilişki, görünmez eşitsizliklerin içinde şekillenir. Kadın ve erkek arasında, ebeveyn ile çocuk arasında, öğretmen ile öğrenci, yönetici ile çalışan, dostlar, sevgililer, kardeşler arasında… Yani hayatın her alanında.

Biri konuşurken sözünü kesmeden dinliyorsan, ama o senin cümlelerini sürekli bölüyorsa, kendi hata yaptığında ‘‘insanlık hâli’’ deyip geçiyor, ama seninkini büyütüyorsa, üzüldüğünde herkesi yanına topluyor, ama sen ağladığında ‘‘abartma’’ diyorsa, orada bir eşitsizlik vardır.

Ve bu eşitsizlik, zamanla içten içe ilişkileri çürütür. Bir taraf görmezden gelinirken, diğer taraf görünür kılınır. Birinin acısı kutsanır, diğerininki küçümsenir. Sonra dostluk zannettiğimiz şey de, aslında bir sessizlikten ibaret kalır.

Oysa gerçek dostluk, ancak iki insanın birbirini özne olarak görmesiyle mümkündür. Yani biri diğerini araçsallaştırmadan, kendi ihtiyaçlarının uzantısı olarak görmekten vazgeçtiğinde, kendi bütünlüğüyle kabul ettiğinde tam anlamıyla dostluk kurulur. Bu dostluk durumu da, o zaman doğrudan saygıyı doğurur. Çünkü karşındaki insanın, senin kadar düşünme, hissetme, sınır koyma, reddetme, sevinme hakkı olduğunu tanımaktasındır.

Saygı böylece bir lütuf olma durumundan çıkar, bir tanıma hâline dönüşür. Seninle aynı değerde bir varlıkla karşı karşıya olduğunu bilmenin huzurunu taşır. Bu bilinç, ilişkileri yük olmaktan çıkarır. Orada yarış, rekabet, üstünlük arzusu yoktur. Sadece yan yana olmanın eşsiz sadeliği vardır. Ama biz ne yazık ki bu sadeliğe çoğu zaman ulaşamayız. Çünkü çocukluktan itibaren öğreniriz ki bazı insanlar daha önemlidir. Bazı duygular daha değerlidir. Bazı hayatlar daha kıymetlidir. Ve bu öğrenilmiş eşitsizlik, tüm ilişkilerimize sirayet eder.

İlişkilerde de fark etmeden bu kalıpları taşırız: “Kimin fikri daha geçerli?” “Kimin duygusu daha haklı?” “Kimin kırgınlığı daha önemli?”

Bu soruların gölgesinde dostluk kurulamaz. Çünkü dostluk, hak kavgası olamaz; dostluk hak ortaklığı olabilir. Birbirine hak tanımadan, biri diğerini bastırarak kurulan ilişkiler ya bağımlılık üretir ya da içten içe yabancılaşma olur.

Bunun en çok hissedildiği yerlerden biri de kadın- erkek dostluklarıdır. Toplumsal rollerin gölgesinde, erkek sesi daha baskın, kadın sesi ise daha açıklayıcı durumundadır. Kadın anlatır, erkek susar. Kadın duygusaldır, erkek mantıklı. Böylece ilişkiler rollerin içinde sıkışır, eşitlikten uzaklaştıkça hakikatten kopar.

Dostun bazen senden farklı düşünebilir. Ama o farkın senin değerini azaltmadığını bildiğinde, dostluk daha da derinleşir. Çünkü gerçek bağlayıcıdır ve dostluk eşit kalabilmekle kurulur. İşte tam da bu yüzden Duygu Asena’nın o sözü yalnızca kişisel olarak algılanmamalıdır. Bu söz toplumsal bir bilinç uyarısıdır. Birbirimizi gerçekten sevmek, önce birbirimizi eşit görmekle başlar. Eşit görmediğimiz kimseyi hak ettiği gibi sevmemiz, anlamamız, ona alan açmamız mümkün değildir.

Bugün, belki de yeniden ve yüksek sesle sormalıyız kendimize: Hayatımda kimlerle gerçekten eşitim? Kimler benimle yan yana yürürken, omzuma eğilmeden ya da bana yukarıdan bakmadan eşlik ediyor? Kim beni sadece sevdiği için değil, saydığı için de yanımda duruyor?

Dostluk, hem bir yakınlaşma ve sıcaklık hem de hak anlayışıdır. Saygıyı bir uzaklık olarak değerlendirmekten vazgeçip, onu bir tanıma biçimi olarak görmeliyiz. Ve en başta kendimizi tanımayı öğrenmeliyiz. Çünkü çoğu zaman, kendimizin nerede durduğunu bilmediğimiz gibi, başkalarının bizi nerede görmesi gerektiğini de bilemeyiz. Kendi sınırlarımızı, ihtiyaçlarımızı, hak ettiklerimizi açıkça belirleyemediğimiz sürece, eşit bir ilişki kurmamız da zordur. Kendini tanımak, aynı zamanda kendini savunabilmektir. Bir bağ seni sürekli küçültüyorsa, seni görünmez kılıyorsa, seni yalnızca bir ihtiyaç noktası olarak kullanıyorsa, orada durmayı seçmemek, bir kopuş değil, bir özgürlük eylemidir. Bu durum sadece bireysel ilişkilerde değil; aynı zamanda kadınların, ezilenlerin, susturulanların yaşamında da böyledir.

Eşitlik, sadece ‘‘seninle aynıyım’’ demek değildir. ‘‘Senin farklılığını tanıyorum ve ona aynı değeri veriyorum,’’ diyebilmektir. Bu da büyük bir içsel olgunluk, duygusal zekâ ve empati gerektirir. Bugün birçok insan, bir ilişkide eşitliğin olmadığını fark etmeden hayatına devam ediyor. Çünkü bazı ilişkiler, alışkanlıkla zehirlenir. Alıştığımız rolleri, sessiz kalışlarımızı, alttan alışlarımızı ‘‘normal’’ sanırız. Bu normalleştirme eşitsizliği sıradanlaştırır. Ama hayat, insanın kendine ve diğerine adil davranabildiği yerde iyileşir. Eşitliğin olduğu ilişkilerde konuşmalar daha az yorucudur. Çünkü kendinizi savunmak zorunda kalmaz, açıklamak için çırpınmazsınız. Orada karşılıklı bir ‘‘olma’’ hâli vardır.

Belki de en çok bunu sormalıyız artık kendimize: Ben neyi eşitlik sanıyorum? Ve gerçekten eşit bir bağda mı var oluyorum? Sevildiğimi düşündüğüm ilişkilerde, aynı zamanda sayılıyor muyum? Eğer cevabın ‘‘hayır’’sa, yalnız olmadığını bil. Ama belki de bu yazı, bir fark edişin ilk adımı olur. Çünkü insan, eşit görülmediği her yerde eksilmektedir. Ve bu eksilme zamanla görünmezliğe, görünmezlik ise sessiz bir yok oluşa dönüşür.

Oysa biz, sevilmek kadar görünmek, görünmek kadar sayılmak, sayılmak kadar eşit hissetmek isteriz.