Çizilmiş İsimler
Bir hafta önce yazmış olduğu kısa öyküyü son kez düzenlemek için Word dosyasını açtığında isimlerin üstlerinin çizilmiş olduğunu gördü. Her bir ismin üzerine çizik atılmıştı, bunu kendi yapmadığına göre biri gelip bilgisayarını açmış, Word dosyasına ulaşmış, hikâyesini okumuş, isimlerin üstlerini çizmiş olmalıydı. Peki ama kim? Kim yapardı ki bunu? Zihninden birkaç kişinin ismi geçti: evini temizlemeye gelen kız, annesi ya da çok arada yatmaya yer bulamadığında ziyaretine gelen Aylin. Yok yok olacak iş değildi. Annesinin bilgisayarının nereden açıldığını bildiğinden bile emin değildi; oysaki hizmetçi kız şarkı türkü dinlemek için açmış olabilirdi. Hizmetçi kız geldi ve bilgisayarımı açtı diye düşündü. İyi ama bilgisayarın açılması için gerekli olan şifreyi nasıl bilecekti ki? Mümkün değildi. Ne hizmetçi kız ne annesi ne de Aylin şifreyi bilebilirdi. Sigarasını yakıp balkona çıktı, balkonda duran masanın yanındaki iskemleye ilişti. Sokak hareketlenmeye başlamıştı. Esnaf her sabahki gibi telaşlıydı, insanoğlu bitmez tükenmez enerjisiyle yeni güne hazırlanıyordu. Bir yandan kapalı dükkânların kepenkleri açılıyor bir yandan da Çaycı Ali’ye çaylar, sodalar ısmarlanıyordu. Nuriye Hanım da evinin balkonuna çıkmıştı. ‘’Günaydın Hasan Bey seni de benim gibim uyku tutmuyor anlaşılan,’’ dedi. ‘’Hâlbuki emeklisin öğlene kadar yatabilirsin.’’ Doğru ya Hasan emekliydi öğle vaktine kadar uyuyabilirdi. Kadına gülümsemeye çalışarak karşılık verdi, ‘’Evet evet uyuyabilirdim ama uyku tutmuyor, yaşlılık işte.’’ Nuriye Hanım’ın sohbet etmek istediğinden şüphelenip içeriye geçti, bilgisayarının başına oturdu. Üstü çizilmiş isimlere baktı.
Aylin, Nalan, Gülşen radyo dinliyorlardı. ‘’Biraz sonra çıkacak,'' dedi Nalan, ''kulak verin bakalım.’’ Gülşen eteğini düzeltip oturdukları masadan kalktı, camın önüne doğru yürüdü. Perdeyi biraz aralayıp sokağı gözledi. ‘’Bizimkiler ne zaman geçecekler?’’ diye iç geçirdi. Aylin, Gülşen’in oturduğu sedirin üstüne çıkıp ‘’İstersen gel bugün bir çılgınlık yapalım, onları kapının önünde bekleyelim,’’ dedi. Gülşen çoktan ayaklanmış Aylin’in elini tutmuştu bile. Birlikte koşarcasına merdivenlerden indiler. Nalan da hem söyleniyor ve hem de onların peşlerinden hızlı adımlarla gitmeyi ihmâl etmiyordu. Kapının önüne vardıklarında her birinde bir yürek çarpıntısı başladı. Komşuların gözünden kaçmazdı ki üç genç kızın bir kapı önünde bekleşmeleri. Aman canım kaçmazsa kaçmasın, herkes bilip duruyordu genç talebelerin yolunu gözlediklerini. Hem onlar da liseli değil miydi? Elbette beğendikleri ya da konuştukları gençler olabilirdi. ‘’Bugün,’’ dedi Aylin ‘’mademki işi buraya getirdik onlara doğru yürüyelim bari, belki cesaretlenirler de bizimle konuşabilirler. Hem biri konuşsa bile yeter, gerisi nasıl geliyor görün. Hepsi yavaş yavaş bize açılacak.’’ Kıkırdayarak delikanlıların okullarına giden sokağa doğru yürümeye başladılar. ‘’Yirmi dakikaya fakültenin oraya varırız,’’ dedi Aylin, ‘’Biraz daha yavaş yürüyelim de onlarla karşılaşabilelim.’’ O gün Hasan’la Aylin'in ilk kez bakışları buluştu. Hasan’ın yanında Faruk ve Kemâl de vardı. Kızlara selam veren Faruk’tu önce, nasıl da cana yakın şeylerdi, birkaç dakika içinde liseli kızlarla kaynaşıvermişlerdi. Bir ertesi gün Gül Çay Bahçesi’nde buluşmak için randevu bile aldılar. Elbette Gül Çay Bahçesi'ne gelenlerin içinde Aylin de olacaktı Hasan da. İlk kez orada bir perşembe günü Aylin’in gözlerine değmişti gözleri. Üzerinden geçen onca yıl onca zaman. Peki ama bunca akıp giden zamana rağmen o ilk buluşmayı neden çok yakın bir tarihte yaşanmış gibi hissediyordu. Sanki dışarıya çıksa biraz yürüse Aylin'i gördüğü sokağın başına gelecek, Aylin’i tekrar o sokakta o günkü hâliyle görebilecekti. O kadar yakın o kadar yakın! Berraktı anıları, o güne dair her bir detayı çok iyi hatırlayabiliyordu. Aylin’in boynuna taktığı sarılı, pembeli küçük eşarp parçası, saçlarının omzuna dökülen bukleleri, ellerinin üzerindeki küçük benleri, ayaklarının beyaz iskarpinleri içindeki sevimli görüntüsü. Eteğinin yanında yürürken pantolonuna bir anlığına sürtmesi, ayrılırken ‘’Yarın görüşürüz,’’ dediğinde dudağının hafifçe titreyip kıvrılması, her biri zihninin bir köşesinde duran anılarıydı.
Kapı zili çaldığında Hasan bilgisayarın ekranına bakıyor, düşünüyordu sonra zili duydu üst üste aceleyle biri kapı ziline dokunuyordu, oturduğu iskemleden kalktı. Bu saatte kimin gelmiş olduğunu düşündü; alacaklıların gelmemiş olmasını diledi. Kapıyı açtı, gelen Hasan'ın annesiydi. Yaşlı kadın elindeki börek tabağını uzatıp hiçbir söz etmeden gitti. Hasan annesinin ardından kapıyı usulca kapatıp içeriye geçti, börek tabağını mutfağa götürüp tezgâhın üzerine bıraktı. Tabağın içindeki böreklerden yemeyi istememişti canı.
Duşunu alıp sokağa çıktığında öğle vaktini geçiyordu. Yeşil'deki yokuşu alıp dik aşağıya salınmaya başladı. Bugün mezarlığın civarı daha da bir sessizleşmişti. Dış dünyada olanlar buradakileri ilgilendirmiyordu artık. Sonsuz bir sessizlik içinde her biri görevlerini tamamlamış ya da tamamlayamamış olsa da burada uyuyorlardı. Mezarlığın içine girdiğinde önce annesinin mezarını buldu. Eskimiş mezar taşını hüzünlü bakışlarıyla süzdü. Mezarın taşını cebinden çıkardığı mendiliyle sildi, okşadı. ‘’Sen gittiğinden beri,’’ dedi, ‘’çok şey değişti. Aylin de artık sadece yatmak için yer bulamadığında eve geliyor. İpek’i, Yağmur’u ise galiba on yılı aşkın süredir görmüyorum.’’
Sude eve gelince babası ‘’Verdin mi Hasan Amca’ya böreği?’’ diye sordu. Sude omuz silkerek cevap verdi: Size diyorum o adam uçmuş, bunamış anlayacağınız. Bunamış.’’ Osman Bey kızını bakışlarıyla susturdu, Hasan Bey’e acıyordu.
Aylin, Nalan, Gülşen radyo dinliyorlardı. ‘’Biraz sonra çıkacak,'' dedi Nalan, ''kulak verin bakalım.’’ Gülşen eteğini düzeltip oturdukları masadan kalktı, camın önüne doğru yürüdü. Perdeyi biraz aralayıp sokağı gözledi. ‘’Bizimkiler ne zaman geçecekler?’’ diye iç geçirdi. Aylin, Gülşen’in oturduğu sedirin üstüne çıkıp ‘’İstersen gel bugün bir çılgınlık yapalım, onları kapının önünde bekleyelim,’’ dedi. Gülşen çoktan ayaklanmış Aylin’in elini tutmuştu bile. Birlikte koşarcasına merdivenlerden indiler. Nalan da hem söyleniyor ve hem de onların peşlerinden hızlı adımlarla gitmeyi ihmâl etmiyordu. Kapının önüne vardıklarında her birinde bir yürek çarpıntısı başladı. Komşuların gözünden kaçmazdı ki üç genç kızın bir kapı önünde bekleşmeleri. Aman canım kaçmazsa kaçmasın, herkes bilip duruyordu genç talebelerin yolunu gözlediklerini. Hem onlar da liseli değil miydi? Elbette beğendikleri ya da konuştukları gençler olabilirdi. ‘’Bugün,’’ dedi Aylin ‘’mademki işi buraya getirdik onlara doğru yürüyelim bari, belki cesaretlenirler de bizimle konuşabilirler. Hem biri konuşsa bile yeter, gerisi nasıl geliyor görün. Hepsi yavaş yavaş bize açılacak.’’ Kıkırdayarak delikanlıların okullarına giden sokağa doğru yürümeye başladılar. ‘’Yirmi dakikaya fakültenin oraya varırız,’’ dedi Aylin, ‘’Biraz daha yavaş yürüyelim de onlarla karşılaşabilelim.’’ O gün Hasan’la Aylin'in ilk kez bakışları buluştu. Hasan’ın yanında Faruk ve Kemâl de vardı. Kızlara selam veren Faruk’tu önce, nasıl da cana yakın şeylerdi, birkaç dakika içinde liseli kızlarla kaynaşıvermişlerdi. Bir ertesi gün Gül Çay Bahçesi’nde buluşmak için randevu bile aldılar. Elbette Gül Çay Bahçesi'ne gelenlerin içinde Aylin de olacaktı Hasan da. İlk kez orada bir perşembe günü Aylin’in gözlerine değmişti gözleri. Üzerinden geçen onca yıl onca zaman. Peki ama bunca akıp giden zamana rağmen o ilk buluşmayı neden çok yakın bir tarihte yaşanmış gibi hissediyordu. Sanki dışarıya çıksa biraz yürüse Aylin'i gördüğü sokağın başına gelecek, Aylin’i tekrar o sokakta o günkü hâliyle görebilecekti. O kadar yakın o kadar yakın! Berraktı anıları, o güne dair her bir detayı çok iyi hatırlayabiliyordu. Aylin’in boynuna taktığı sarılı, pembeli küçük eşarp parçası, saçlarının omzuna dökülen bukleleri, ellerinin üzerindeki küçük benleri, ayaklarının beyaz iskarpinleri içindeki sevimli görüntüsü. Eteğinin yanında yürürken pantolonuna bir anlığına sürtmesi, ayrılırken ‘’Yarın görüşürüz,’’ dediğinde dudağının hafifçe titreyip kıvrılması, her biri zihninin bir köşesinde duran anılarıydı.
Kapı zili çaldığında Hasan bilgisayarın ekranına bakıyor, düşünüyordu sonra zili duydu üst üste aceleyle biri kapı ziline dokunuyordu, oturduğu iskemleden kalktı. Bu saatte kimin gelmiş olduğunu düşündü; alacaklıların gelmemiş olmasını diledi. Kapıyı açtı, gelen Hasan'ın annesiydi. Yaşlı kadın elindeki börek tabağını uzatıp hiçbir söz etmeden gitti. Hasan annesinin ardından kapıyı usulca kapatıp içeriye geçti, börek tabağını mutfağa götürüp tezgâhın üzerine bıraktı. Tabağın içindeki böreklerden yemeyi istememişti canı.
Duşunu alıp sokağa çıktığında öğle vaktini geçiyordu. Yeşil'deki yokuşu alıp dik aşağıya salınmaya başladı. Bugün mezarlığın civarı daha da bir sessizleşmişti. Dış dünyada olanlar buradakileri ilgilendirmiyordu artık. Sonsuz bir sessizlik içinde her biri görevlerini tamamlamış ya da tamamlayamamış olsa da burada uyuyorlardı. Mezarlığın içine girdiğinde önce annesinin mezarını buldu. Eskimiş mezar taşını hüzünlü bakışlarıyla süzdü. Mezarın taşını cebinden çıkardığı mendiliyle sildi, okşadı. ‘’Sen gittiğinden beri,’’ dedi, ‘’çok şey değişti. Aylin de artık sadece yatmak için yer bulamadığında eve geliyor. İpek’i, Yağmur’u ise galiba on yılı aşkın süredir görmüyorum.’’
Sude eve gelince babası ‘’Verdin mi Hasan Amca’ya böreği?’’ diye sordu. Sude omuz silkerek cevap verdi: Size diyorum o adam uçmuş, bunamış anlayacağınız. Bunamış.’’ Osman Bey kızını bakışlarıyla susturdu, Hasan Bey’e acıyordu.