Burcu BOLAKAN

Burcu BOLAKAN

bolakan3@gmail.com

Çavdar Ali ve Hacı Kabak

29 Ocak 2025 - 21:36 - Güncelleme: 30 Ocak 2025 - 10:33

Çavdar Ali ve Hacı Kabak
 
Elinde tuttuğu televizyon kumandasını hızla koltuğun üstüne çaldı. Melahat ‘‘Kumandadan ne istiyorsun be adam, daha yeni aldım ucuzcu pazarından,’’ diye söylendi. Hacı Kabak’ın canı bir hayli sıkılmıştı. Bir kanalda arkeolog Berk çıkmış, Kafkaslarda bulduğu objelerin hangi çağa ait olabileceğiyle ilgili fikirler yürütüyordu. Hacı Kabak bilimi hiç sevmezdi, nasıl olur da kendi kanından birinin böyle bir mesleği seçebildiğine hayret ki hayret ediyor ilk karısına sövüp sayıyordu. Kızını ondan kaçırır gibi götürmüştü kadın, ondan sonra gör beni göreyim seni. Yer yarıldı da içine girdi sanki ne kadının ne de kızının izini bir daha bulamamıştı. Bu oğlan Berk midir nedir onun torunuymuş meğer, bunu da ona söyleyen kardeşi Hüseyin’di. Hüseyin çok nadir de olsa Berk ve anasıyla görüşüyordu.

Hacı Kabak lakabını ona mahallede oturan hafif oynak bir kadın takmıştı. Kendisinin hacı olması tastamam doğruydu bir de başı da kel olunca böyle bir lakabı bu zilli kadının takması çok gecikmedi.
Hacı Kabak insanlar tarafından deli ya da çılgın bir insan olarak nitelendiriliyordu. Görüntüsü, kullandığı meczup dil bu yüzyıla ait olamazdı. Hacı Kabak sokağa yatakta yattığı kıyafetiyle çıkabiliyordu. Üstü tamamıyla çıplak altında beyaz, dizlerine kadar inen bol bir paçalı don ve ayaklarında takunyalarla bu adamın geçmişten mi fırlayıp gelen biri olarak yoksa bu zamanın meczup kişisi olarak mı anılmak istediğini kimse çözemiyordu.

‘‘Melahat’ın git ekmek al,’’ demesiyle hemen köhne evinden kendini sokağa attı. Bugün başına dantel örme takkesini de geçirmediğinden başı bir ayna gibi parlıyordu. Üstü yine çıplaktı, ayağında da beyaz paçalı don vardı. Hacı Kabak orta boylu enine geniş bir adamdı. Limon gibiydi yüzü, sapsarıydı. Büyükçe kel kafasının ön tarafındaki iki kahverengi gözlere delici bakışlar hâkimdi. Burnu kocamandı, sakalı da göğsünden aşağıya kadar sarkardı.

Hatice’nin kolundaki bilezikleri şıngır diye ses çıkardı, kapıya çıkmış elindeki çarşafı silkeliyordu. Yakası, bağrı açık fingirdeyerek karşı komşusuyla hem dedikodu ediyor ve hem de bir yandan da çocuklarının akşam çiş kaçırdığı çarşafı temizlemeye çalışıyordu. Hacı Kabak’ı görünce bir kahkaha koy verdi.

‘‘Gidinin delisine bak neredeyse çırılçıplak,’’ dedi.

Hacı Kabak sinirlenmişti, kadına doğru bakıp ‘‘Seni Ahmet’e söylemezsem böyle kafan açık, yakan açık kapıya çıkıp fingirdeşiyor diye,’’ diye bağırdı.

Kadın kahkahasını kalınca artırdı, tok bir sesle ‘‘Bir kamyon dolusu da selam söyle seni deli herif,’’ dedi.

Hacı Kabak arkasını dönmüş sokağın ortasında duruyor Hatice’ye bakıyordu. Biri diğerinden ne az ne de daha fazla deliydi. Hatice evinin bahçe kapısını Hacı Kabak’ın yüzüne pat diye kapattı. Hacı bir tövbe çekti, içinden de sövdü ama sövgüyü duyan olmadı. Tövbeyi yüksek sesle bir ilahi gibi söylediği için Nalbant Ali tövbesini duydu.

Hacı Kabak ekmeğini alınca kahvelerin meydanlığa açılan alanda dolanmaya başladı. Kim görse bu yarı çıplak adamı gülüyordu. O sırada Çavdar Ali beyaz atına binmiş dört nala kahveler önüne doğru geliyordu. Çavdar Ali’nin gelişini gören adamlar sandalyelerden kalkarak kahvelerin içine kaçtı. Bazısı da çoktan evinin yolunu tutmuştu. Adamlardan yaşlı olanları söyleniyordu, ‘‘Ulan,’’ diyorlardı, ‘‘bu köyün delisi bitmez.’’

Çavdar Ali de meczup bir adamdı, teni simsiyahtı sanki yabancı diyarlardan gelmiş gibi bir intiba uyandırıyordu. Şalvara benzeyen bol bir pantolon giymişti. Beyaz atını deli gibi koşturuyordu, o anda önüne kim çıksa atın ayakları altında kalıp ölebilirdi. ‘‘Ulan delini soyu,’’ diyerek kamçısını çıkardı, amacı Hacı Kabak’ı korkutmaktı, istediğini elde etmişti. Hacı Kabak, Çavdar Ali’nin elindeki kamçıyı görünce tabanları yağladı ama hantal vücuduyla hızlı koşamıyordu. Kahvelerin içine kaçmış adamlar camlara yapışmış iki delinin ne yapacağını seyre dalmışlardı. Hacı Kabak etrafına bakınıyor saklanacak bir delik aranıyordu. Tam meydandan çıkmak üzereydi ki Hacı Kabak yakalandı.

Çavdar Ali şimdi Hacı Kabak’ın önünü kesmişti. ‘‘Ne ulan deli çırılçıplaksın. Ben sana demedim mi bu şekil sokağa çıkmayacaksın!’’ diye bağırdı. Kahvelerin içine saklanmış adamlar yavaşça dışarıya çıkıyorlardı. Çavdar Ali elinde tuttuğu kamçısıyla atından indi. Küfrederek Hacı Kabak’a bir tekme salladı, ‘‘Düş önüme,’’ dedi. Birlikte Savaş’ın kahvesine vardılar, bu kahve köyün bütün meydanına hâkim biraz tepe bir yerde kurulmuştu. Çavdar Ali içeriye bağırdı, ‘‘Savaş benden tüm kahveye çay, bir de köfteci Recep’ten ekmek arası köfte söyle.’’

Hatice sayasını üstüne geçirmiş, üç çocuğunu da önüne katmıştı, halasına gidiyordu. Köyün meydanına varınca çocuklardan en küçüğü Çavdar Ali’yi gördü, koşturarak yanına gitti. Hatice küçük oğlanın ardından ‘‘Buraya gel,’’ diye bağırdı, baktı ki oğlan onu dinlemiyor kızlarıyla Savaş’ın kahveye doğru yürüdü. Küçük çocuğun adı Levent’ti. ‘‘Çavdar Ali atın nerede?’’ diye sordu Levent, gözlerini kocaman açmıştı. Çavdar Ali akrabasının çocuğu olan bu küçük veledi görünce neşelendi, ayağa kalkıp oğlanı kucakladı. Eliyle gösterdi az ileride duran ağacı, ‘‘Bak,’’ dedi ‘‘kısrağı gördün mü? Orada işte.’’

Hatice kızlarıyla kahvenin yanına vardı. Hacı Kabak’ı görünce göz devirdi. ‘‘Nasılsın ağabey?’’ diye sordu. Çavdar ‘‘İyiyim kızım sen nasılsın, evlatların iyi mi?’’ diye cevapladı. Hatice kıkırdayarak ‘‘İyiyiz be n’apalım işte, halama gidiyorum gel sen de amcam evdedir muhabbet ederiz,’’ dedi. Eliyle işaret ederek ‘‘Ama sakın bu deliyi getirme vallahi halam bunu döver,’’ diye kahkahayı koy verdi. Hatice böyle bir kadındı, aslında dosdoğru, sapasağlamdı karakteri ama nerde nasıl konuşacağını tam olarak kestiremediğinden içinden geldiği gibi deyiverirdi sözleri. Yüksek sesle konuşur ve gülerdi, insanlar onun hakkında ne düşünür hiç umursamazdı. Kadına oynak diye at takmışlardı ama herkes bilirdi ki bu oynaklık namusla ilgili söylenmiş bir söz değildi. O daha çok Hatice’nin yerli yersiz konuşma şeklinden ve tıpkı bir deliyi andıran kahkahasından ötürüydü. Bu oynaklık daha çok onun aklından zoru olduğunu göstermek için uydurulmuş bir lakaptı. ‘‘Bakarsın gelirim, biraz kahvede oturayım,’’ dedi Çavdar Ali, cebinden çıkardığı metal paraları Hatice’nin kızlarına verdi. Hacı Kabak oturduğu yerde sanki arı sokmuş gibi kıpırdanıp duruyordu. ‘‘Görüyor musun bu kızları artık ergenliğe girecekler ama başları açık,’’ diye bağırdı Çavdar’a.

Hatice çok kızmıştı, dellendi, lafını hiç esirgemeyen bir kadın olduğu için, ‘‘Bana bak Kabak Efendi sen benim kızlarımın örtüsünü bırak da o davul gibi olan mendebur göbeğini kapat,’’ dedi. Kızlarıyla ver kahkahayı yaptılar. ‘‘Hayde ben giderim Levent düş önüme,’’ diye seslendi oğluna.

Hatice ve çocukları gidince Çavdar Ali’yle Hacı Kabak baş başa kalmıştı. Kahvelerin içindeki ihtiyarlar da kavga çıkmayacağını anlayınca bu ikisinin yanına doğru gitmeye başladı. Çavdar Ali çok güzel anlatırdı eski meselleri. Özellikle de bu köyde yaşayan insanların geçmişlerini iyi bilirdi. Yaşlılara gençler de katıldı, Çavdar’la Kabak’ın etrafına sandalyeler sıralandı, çaylar geldi. Hep bir ağızdan Çavdar’a hoş geldin denildi. Çünkü Çavdar Ali dağda yaşardı, haftada bir gün köye inerdi, insanlar onun her gelişinde önce bir korkardı. Ne yapacağı belli olmazdı. Bundan yaklaşık bir ay evvel Çavdar, Kabadayı Osman’la dövüşmüştü. İlginç tiplerle örülü bir köydü burası. Sanki bütün antika insanlar toplanmış bir arada yaşıyordu. Kadınları, erkekleri biraz tuhaftı ama herkes başkasını kendinden daha fazla tuhaf buluyordu. Çavdar’dan Deli Alilerin Hüseyin’i anlatmasını rica ettiler.

 
***
Deli Ali’nin Hüseyin askerliğini Bandırma’da yaparken birdenbire ‘‘Baooo, Baooo,’’ gibi sesler duydu, güya savaş çıktı sanmıştı. Omzundaki tüfeği rastgele ateşlemişti. Üç tane insanı vurmuş ölümüne sebep olmuştu. Tam yirmi dört yıl hapis yattı, çok şükür ki o vakitlerde adalet güzel işliyordu. Bu serseri adamı hapsederek toplumdan uzaklaştırmışlardı. Hüseyin’in aklı mı çalışmıyordu yoksa yabani miydi veyahut da çılgın mıydı tam olarak kimse bilememişti.

Hüseyin yirmi dört yıl hapis yattıktan sonra köyüne dönmüştü. O vakitlerde Çavdar Ali daha çocuktu. Kadınlar Hüseyin’den korkuyorlardı. Bu bela adamın köylerinde yaşıyor olmasından son derece rahatsızlık duyuyorlardı. Bir gün köyden küçük bir kız çocuğu kayboldu, köye jandarmalar doluştu, her yer arandı hatta dağlar bile. Günler geçti, kıza bir türlü ulaşılamadı.

Kapı gece yarısı acı acı çalıyordu. Bayram aceleyle kalktı, yanındaki karısını dürteledi. Kadın da Bayram gibi telaşlandı. Birlikte evin tahta merdivenlerinden sessizce indiler, Bayram ses verdi, ‘‘Kimdir o?’’ Gelen bir kadındı ‘‘Açın ne olur kapıyı,’’ diye yalvardı. Bayram hemen kapıyı açtı. Kadının üstündeki kıyafetler yırtıktı, meğer bu kadın bir zamandan beri Deli Alilerin Hüseyin’in evinde kalıyormuş. Adam kadını haftalardır hapsetmiş evine, kadın ne kadar yalvardıysa da evdeki yaşayan diğerlerine bir türlü esir hayatından azat edilmemiş. Evdeki üç erkeğin her birinin karısı olduğu hâlde Hüseyin’in sokaktan bulup seninle evleneceğim diyerek kandırıp getirdiği bu kadına tecavüz ederlermiş. Bu evdeki diğer üç adam Hüseyin’in ağabeyleridir. Hüseyin ise ailenin küçük oğludur. Aileye göre başına bir talihsizlik gelmiş bir buhran sonucu yanlışlıkla üç kişiyi vurmuştur ve hapis yatmıştır. Hepsi büyük bir köy evinde yaşar, o vakitlerde herkesin bir odası vardır.

Kıyafetleri yırtılmış kadın zavallının biriydi aslında, tesadüfen bir yolunu bulup haftalardır tecavüz edildiği evden kaçmıştır. O gece sığındığı ev de Çavdar Ali’nin babasının evidir. Çavdar Ali o vakit on bir yaşındadır.

Kadın onların evinde bir müddet kaldı, Çavdar Ali’nin annesinin kıyafetlerinden ona verdiler, kadını şehre götürüp bırakacaklardı, kadının demesine göre orada bir tanıdığı vardı.

Çavdar Ali, babası, evlerine misafir olan kadın o sabah erkenden kalktılar. Kadının evlerinde kaldığı beşinci günün sabahıydı. Bugün kadını götürüp şehre bırakacaklardı. Üçü birlikte kapıdan çıkacakları vakit bir mermi kapıyı yalayıp geçti, anladılar ki evleri sarılmış. Bayram Efendi merminin nereden geldiğini anlamak için bakınırken ‘‘Kadını bana teslim et,’’ diye bağıran gür bir erkek sesi duydu. Bu adam Deli Alilerin Hüseyin’di. Bayram öfkeyle karşılık verdi.

‘‘Erkeksen çık karşıma da konuş. Erlikte böyle gelip bir adamın evine silâhla saldırmak var mı?’’
Hüseyin bu söz üzerine kendini gösterdi. ‘‘Yanındaki kadın benim fahişemdir, onu isterim,’’ dedi. Bayram kadını veremeyeceğini onu şehre götüreceğini söyledi ama gizlendikleri yerlerden çıkan diğer üç adam şimdi gelmişler Bayram’la kadının etrafını sarmışlardı. Bayram’ı çok dövdüler, kadını da zorla alıp götürdüler. Jandarma geldi şikâyet üzerine, üç gün sonra kadının ölüsü dağda bulundu.
Hüseyin’e de deli raporu verdiler. Evdeki diğer adamlar da hiç ceza almadı.

Hikâyeyi burada bitirmişti Çavdar, gençlerden biri haykırdı, ‘‘Ama Çavdar Ali hepsini teker teker öldürdü,’’ diye. Yaşlılardan biri olgunlukla genci cevapladı, ‘‘Çavdar değildi oğul değildi, kim bilir kim, o herifler küçük kızın da katiliydi. Buldular belalarını.’’

Çavdar çayını bitirince ayağa kalktı, çok sevdiği akrabaları olan Taraların evinin yolunu tuttu. Hatice ve çocukları da oradaydı.

Çavdar Ali'nin hikâyesi devam edecek…

SON