Burcu BOLAKAN

Burcu BOLAKAN

[email protected]

Bir Polonya Filmi 'İda' Hakkında

18 Eylül 2024 - 10:27 - Güncelleme: 18 Eylül 2024 - 16:11

Bir Polonya Filmi 'İda' Hakkında

Polonya asıllı İngiliz yönetmen Pawel Pawlikowski imzası taşıyan İda adlı film 87. Oscar ödüllerinde en iyi yabancı Oscar ödülünü almış ve bununla birlikte 27. Avrupa Film ödüllerinde beş dalda ödül, İngiltere’nin sinema ödüllerinden biri olan BAFTA Ödül gecesinde yabancı dilde en iyi film ödüllerine layık görülmüş. İda’yı izlemekte biraz geç kalmış biri olarak son zamanlarda izlediğim ve hakkında konuşulabilecek nitelikte bir film olarak gördüğüm için yazmak da istedim. Filmde sahneler ağır ilerliyor ve neredeyse diyalog hiç yok gibi, minimalist bir film olma özelliğini taşıyor.


Minimalist filmlerde sahnelerin ağır geçişi benim düşünmeme olanak tanıyor. Karakteri tanıma fırsatı buluyorsunuz. Karakterin içinde bulunduğu ruh hâlini çözümleyebilmek adına bu geçişlerin bazılarına göre ağır, kimilerine göre daha yumuşak ve belki ipeksi dokunuşlarla seyri bende bir roman sayfasını okuyormuş gibi bir his uyandırıyor. Film karelerini dikkatle incelediğimizde her birinin insana bir öykü anlatabilecek nitelikte olduğunu görüyoruz. İnsan İda’yı sadece fotoğraf karelerinde görebileceğimiz sahneler için bile izleyebilir.

Ben daha çok yapılan yolculuklar, fotoğraf güzelliğinde olan insan hâllerini yansıtan kareleri sevdim diyebilirim. Filmin konusu genç bir kızın teyzesine gönderilmesi ve akabinde gelişen olaylar etrafında örülmüş. İda geçmişini hiç bilmeden ve belki de geçmişini öğrenmek istemiyorken teyzesini bulmak için gönderilir. İda teyzesini bulmayı başlangıçta istemez çünkü o adanmış bir ruhtur ve yakında yemin ederek sonsuza kadar kendini Tanrı’ya adayacaktır. Onun teyzesini bulması gerektiği rahibe tarafından kendisine söylendikten sonra genç kızın elinde bir valizle yolculuğuna başladığını görürüz. Film yavaş bir şekilde ilerlediği için her bir karesi üzerinde insan dakikalarca durabilir. Bir öykücü gözüyle bakacak olursanız size farklı öyküler fısıldayacak olan kareler bir ressamın tuvalinde ise yine onun fırçasından vurulan darbelerle farklı kişilikler kazanabilir.

İda karakteri bana adanmış bir insanda olması gereken o ruhani olgunluğu verirken dış dünyanın etkilerine maruz kalındığında bir insanın nasıl da dönüşüm geçirebileceği gerçeğini bir kez daha gösterdi. İda teyzesiyle tanıştıktan sonra bir Yahudi olduğunu ve ailesinin soykırımda öldürüldüğünü öğreniyor. Teyze Wanna, İda’nın tam tersi bir karakteri olan biri, kimliğini biliyor. Toplum içinde ona saygınlık kazandıran bir mesleği var. Ama Wanna şimdiye kadar kardeşinin mezarını aramamış. Sanki o bir ıstıraptan kaçıyor ve bir gün birinin çıkıp gelmesini, ona güç vererek bu aramayı birlikte yapmak için yıllarca beklemiş gibi hayatını acısının üzerine oturtmuş. Teyze ve yeğenin ilk karşılaşması oldukça soğuk. Bu filmde uzun uzun ağlamalar, yaşanılan derin acıları gösteren çığlıklar, titremeler gibi fiziksel ifadeler yok. İda filmi daha çok içsel bir yolculuk ve acının, kederin sessiz haykırışlarla işleniş biçimi.

Filmde çoğunlukla teyze ve yeğen bir araba içinde ıssız yollarda seyir hâlindedir. Her ikisi de kendi düş dünyalarının kahramanı olan bu iki kadın hem birbirlerinden çok farklıdır hem de bir açıdan benzemektedir. Onların farklılıkları yaşantı biçimlerinin sembolleştirdiği iki insan olmasından; benzerlikleri arayış hâlindeyken olayları, acıyı işleyişlerindeki naifliktendir.

Wanna ve İda arama yolculuklarında birçoklarının aksine neyle karşılaşacaklarını bilmektedirler. Onlar ölü akrabalarının şimdi sadece artlarından kalan kemiklere ulaşmak için yaparlar bunu. Wanna son ana kadar İda’ya tam olarak açılmaz. İda’dan kendine ait bir sırrı saklamakla onun çok acı çeken bir insan olduğunu ve bu acının tüm hayatını etkilediğini anlıyoruz. İda’yla yaptığı kısa konuşmaların birinde yeğenine saçlarını sürekli mi sakladığını sordu, birinde de onun bir Yahudi olarak doğduğunu söyledi. Birbirlerinin yaşantılarına ait detayları sorgulayarak öğrenmektense birlikte geçirebildikleri vakti olduğu gibi yaşamayı tercih ettiler.

İda teyzesini tanıyınca ve karşılaştığı müzisyen gencin onda uyandırdığı hislerle bir kimlik bunalımın içine girer fakat bunu henüz kendisi bile pek fark etmez. Filmin en ilginç sahnelerinden biri Wanna’nın çocuğunun ve İda’nın annesinin gömülü olduğu yeri bulmalarıydı. Bu sahnede kadın ve çocuğu öldüren adam açar mezarı ve kemikleri Wanna ve İda’ya teslim eder. Bir zamanlar bir kadını ve çocuğu öldüren adam şimdi onları gömdüğü derin çukurun içinde oturmaktadır. Bu bir fotoğraf karesi olarak düşünülürse ve filmi izlemeden ben bu kareyi görmüş olsam adamı belki daha farklı bir öykünün kahramanı olarak düşünürdüm. Öldürdüğü insanları gömdüğü çukuru kazan adam pişmanlık mı hissediyordu, acı mı çekiyordu? Bugün olsa yine öldürür müydü?

Wanna oğlunun; İda annesinin kemiklerine ulaştığında teyze ve yeğenin birlikte yaptıkları yolculuk da tamamlanmış oluyor. Şimdi artık her ikisinin de devam etmesi gereken kendi yolculukları vardır ki onu nasıl devam ettirebilecekleri konusunda da çok iyimser bir hava sunulmuyor. Bazı yaralar hiç iyileşmez. Wanna’nın intihar sahnesi öyle doğal bir şekilde gelişiyor ki insan onun bu dünyadan nasıl bu şekilde kolaylaştırılmış bir ölüm gibi görünen bir çözümle ayrıldığı üzerinde düşünüyor. Aslında çok zordu, yalnızlığın içinde çırpınan ve acı çeken bir kadının içsel bunalımları anlatılır. Küvet sahnesindeki Wanna ya da bir kapı ardında hareketsiz duran Wanna, yatakta bir başına uzun zaman kalan Wanna… Ölüm sahnesi bir anda olduğu için kolaymış gibi görünüyor.

İda kimlik bunalımı geçiriyor, teyzesi öldükten sonra bir müddet onun evinde kalıyor. Filmin sadece bu kısmı benim zihnimde tam olarak oturmadı. Bu kısımda biraz hızlı bir geçiş olduğu için sanırım. Filmin konusu ağır ve sakin bir şekilde işlenirken bu hızlı geçiş beni biraz şaşırttı. Sevemedim o kısmı yoksa İda’nın kimlik bunalımına neden düştüğünü anlayabiliyorum. Burada anlatmak istediğim geçişin hızlı olmasıyla benim zihnimde tam olarak oturamamasıydı.

İda bir süre ilgi duyduğu gençle vakit geçiriyor ve sonra olmak istediği yerin bir manastır olduğu fikrine sarılıyor olmalı ki onu yine rahibe kıyafeti içinde elinde bir valizle, uzun bir yolda hızlı adımlarla yürürken görüyoruz.

Film insan yaşantıları, acıları ve davranışları hakkında düşünmek için izlenmeye değer.

Yahudi soykırımı farklı bir öyküyle karşımızdadır ve kendini izlettiriyor.