Bilgisayar Oyunlarındaki Dünyalar
Kadın bilgisayar karşısında oyun oynayan kocasına ‘‘Çocuğu gezdirelim mi bugün?’’ diye sordu. Adam sabahın erken bir saatinde kalkmış kahvaltısını ettikten sonra bilgisayarının karşısına oturmuştu. Bugün pazardı, sonbaharın insanlara gülümsediği ve ‘‘Hadi ne bekliyorsunuz, kırlara gidin, doğayla baş başa olun,’’ dediği günlerden biriydi. Adam karısının sesini işitmemiş gibi yaptı, ‘‘Bana bir neskafe yap,’’ diye tok bir sesle emretti.
Kadın sessiz kalmıştı, küçük odadan çıktı, beş adım attıktan sonra mutfağına girdi. Mutfakta dörtlü ocağının üzerindeki bacaya doğru bakmaya hiç cesaret edemezdi. Dörtlü ocağının üzerindeki baca kadında derin bir karanlığa doğru açılıyor hissi uyandırıyordu. Mutfaklarında aspiratörleri olan evleri görmüştü. Yaşadıkları bu evde ise mutfak garip bir şekilde ortadan ikiye ayrılmıştı. Bir yerinde bulaşıklarını yıkadığı küçücük bir lavabo hemen yanında hiçbir işe yaramayan, mutfağı ikiye bölen büyük, kalın bir kolon vardı. Bu kalın kolonun ardına ocağını koymuştu. Her yemek yapışında ocağının üzerinde uzanan derin karanlık içini ürpertirdi. Karar verdi bugün hiç cesaret edemediği karanlığa bakacaktı. Cezvesine koyduğu suyu ocağın üzerine çekti. Başını yavaşça yukarıya kaldırarak baktı. Ocağın üzerinde uzanan derin karanlık baca yeriydi. Ama ucu, sonu olmayan karanlık bir dehlizi andırıyordu. Burada yemek pişirmekten korkuyordu. Karanlığın içinde yaşayan böceklerin yemeğin içine düşebileceğini biliyordu. Çok dikkat ediyordu, yemek pişerken başında duruyordu. Neden sanki ev sahibi bu koca boşluğu kapatacak bir aspiratör koymamıştı ki oraya?
Geçen gün kahve içmeye gittiği arkadaşı Selin’in evi ne kadar da güzeldi. Hem eşyalarına ve hem de mutfağına hayran kalmıştı. Aspiratörü olan bir mutfaktı, üstelik orada dolapların arasında duran bir de bulaşık makinesi vardı. Şaşırıp kalmıştı, bulaşık makinesi acaba ne kadardı? Selin sonra ‘‘Gel de sana banyomu göstereyim,’’ dedi. Evin banyosunu gördüğünde ikinci bir şaşkınlık daha yaşadı. Fayansları nasıl da güzel parlıyordu. Kocaman bir küvet vardı ve banyonun içi kirlenmesin diye bir de etrafı şeffaf camlarla çevrelenmişti. Banyonun içinde lavaboyu görünce heyecanlandı. Selin ‘‘Sabah kalktığımda ılık suyla yüzümü yıkıyorum,’’ dedi. Kendini düşündü, her sabah soğuk suyu yüzüne vurduğu o vakitlerde pek de hoşnut olamıyordu. Evi çok güzeldi Selin’in ama arkadaşı böyle güzel bir evde oturmayı hak ediyordu. Selin çok iyi bir kızdı hem üstelik ailesi de iyi insanlardı. Selin'in babası sıklıkla Selin’in evine polis üniformasıyla gelirdi. Bir babanın evladının evine gidebilmesi de mümkün olabiliyormuş demek diye düşündü. Babası kendisinin şehrin hangi mahallesinde oturduğunu dahi bilmezdi. Apartmanın çatı katındaki küçük evin penceresinden karşıdaki yeni binayı görürdü. Selin bu yeni binanın üçüncü katında oturuyordu. Selin’in annesiyle babası ellerinde çeşitli hediyelerle kızlarını ziyarete gelirlerdi. Selin mutlu bir ailede büyümüştü. Anne babası tarafından sevilen bir evlat olmak acaba nasıl bir duyguydu? Selin’in güzel de bir işi vardı, kendi maaşının iki misli kadar aylık alıyordu.
Selin’in evinden kendi evine geldiği gün banyosundan taşan pis sulara baktı anlaşılan kocası evdeydi ve banyo yapmıştı. Seslendi, cevap yoktu. Sonra güldü, adam evde olsaydı zaten görecekti onu. Elli metre kare olan bir evde insanlar birbirinin gözüne batmaktan başka bir işe yaramıyordu ki zaten. Süpürgesini eline alıp banyodan taşan suyu banyonun giderine doğru ittirdi. Şöyle bir baktı içine doğru ancak bir kişinin sığabildiği banyo kara taşla örülüydü. Banyodan çok bir deliği andırıyordu.
Cezvede su kaynamıştı bardağın içine boşalttı. O anda kocasının yanına geldiğinin farkına varamamıştı, sert sesle irkildi.
‘‘Kaç kez daha bardakları ısıttıktan sonra içine sıcak su koyman gerekiyor demem gerekecek, onları çatlatıyorsun,’’ diye azarladı. Kadının elleri titremeye başladı. ‘‘Tamam dikkat ederim bir dahakine,’’ diye yanıt verdi.
‘‘Aptal,’’ dedi adam uzaklaştı kadının yanından.
Neskafeyi yapmıştı bardağı elinde tutarak adamın yanına gitti, bilgisayarın olduğu küçük masanın üzerine koydu.
‘‘Hava çok güzel, dışarıya çıkabilir miyiz?’’
‘‘Param yok benim, yemek hazır mı?’’
‘‘Para harcamayız. Biraz dolaşırdık.’’
‘‘Nereye gideceğiz?’’
‘‘Parka gitsek ya. İki yıl oldu Gençlik Parkı’na gitmedim.’’
‘‘Çocuk uyandı, kızına bak.’’
Kadın kızının yanına gitti. Küçük çocuk uyanmış, dudaklarını büküyordu. Kadın hemen anladı, bu yüz ifadesi çocuğunun aç olduğunu gösteriyordu.
‘‘Hadi gel bakalım canım sana çizgi film açalım anne de yemek yapsın,’’ dedi.
Çocuğunu kucağına alıp o masum kokusunu içine çekti, yumuşacık saçlarıyla oynadı. Küçük odadan dışarıya hole çıkıp kızını koltuğun üzerine bıraktı. Çizgi filmi açmıştı, kendi de mutfağa girdi.
Yemek yenmesi için yer sofrasını kurdu, üç tabağı üzerine sıraladı. Her bir eşyası ucuzundan da olsa vardı. Mutfak masası olduğu hâlde onu bir kez kuramamıştı, öyle küçüktü ki mutfak; masası bir köşede kapalı olarak duruyordu.
‘‘Biz de komşularımız gibi masada ne zaman yemek yiyeceğiz?’’ diye sordu.
‘‘Nesi varmış yer sofrasının?’’
‘‘Ayaklarım uyuşuyor hem masamız da var ama açamıyoruz. Diyorum ki şu karşıki apartmandan daire kiralasak.’’
‘‘Ben buranın kirasını zor ödüyorum.’’
Kadın sustu, zaten konuşup da ne olacaktı ki?
Yemek faslı bitince ‘‘Kızımla biraz dışarıya çıkayım onu çocuk parkına götürürüm,’’ dedi usulca.
‘‘İstediğini yap benim bilgisayarda işim var. Gel de sana neler yaptığımı göstereyim.’’
Kadın adamın peşinden takılıp küçük odaya girdi. Adam bilgisayarındaki oyunu açtı. Koskoca bir dünyaydı oyundaki. Bir şehir vardı orada ve bahçeli villalar.
‘‘Güzel mi?’’ diye sordu adam. Kadın baştan suali anlayamamıştı dalıp gitmişti. Adam oyundaki yan yana sıralanmış villaları gösteriyordu.
‘‘Sana güzel mi diye soruyorum.’’ Kadın silkindi, adamın yüzüne, iri gözlerinin içine doğru baktı. ‘‘Evet çok güzelmiş, böyle bir dünya var mı?’’
Adam müstehzi gülümsedi, ‘‘Olmaz olur mu? Ama senin ve benim gibiler için yok.’’
Ekran üzerindeki imleci kaydırıp ‘‘Bak şu villa bizim,’’ dedi. Kadın gülümsedi, sonra da acıyla doldu yüreği. ‘‘Gördün mü nasıl da güzel.’’
Adam villanın odalarını gösteriyordu, yatak odası çok genişti, yatağın hemen yanında zemine kadar uzanan geniş kanatlı kapıdan harika bir denize manzarası olan balkona çıkılıyordu. Adam imleci hareket ettiriyordu, ‘‘Bak sana mutfak kısmını da göstereyim,’’ dedi. İleri ok tuşunu kullanarak villanın mutfak kısmına girdi. Kadın mutfak kısmını görünce içindeki acı biraz daha büyüdü. Orta yerinde bir dolap üstünde ocak vardı, ocağın üzerine doğru salınan galiba tavana asılı gibi duran âlet de hep istediği ama bir türlü sahip olamadığı aspiratördü. Mutfağın içi çepeçevre tezgâhtı, her yer beyaz ve mavi karışımı çini fayanslarla örülmüştü. ‘‘Beyazı sevdiğini biliyorum ondan beyaz ve mavi fayanslar kullandım mutfağın dekorasyonu için,’’ dedi adam.
Kadın ekrandaki görsele çok dikkatli bir şekilde bakıyordu. Nasıl da güzel bir mutfaktı, galiba şu anda yaşadıkları evin iki katı kadar büyüklükteydi. ‘‘Buradan bahçeye çıkılıyor,’’ dedi adam. Kadın izliyordu. Birden canı sıkıldı artık izlemek istemiyordu. Adam bir hayâl âleminde yaşıyordu, kadının içindeki acı gittikçe büyüyordu.
‘‘Çok güzel,’’ dedi, sonra adamın kızacağını bildiği hâlde devam etti. ''Ben kızımızı hazırlayıp dışarıya çıkacağım. Gelince de evi süpürürüm, akşam ütüleri yaparım. Anneni ara da erken gelsin yarın, işe geç kalmak istemiyorum.’’
‘‘Sen ne anlarsın zaten. Villanın yarısını bile görmeden hemen sıkıldın, gerçeklere döndün.’’
‘‘Yok ondan değil hava çok güzel biraz dışarıya çıkmak istiyorum.’’
‘‘İstediğini yap. Maaşını ne zaman alacaksın?’’
‘‘Üç gün sonra.’’
‘‘Faturalar sende ona göre, anneme de geçen ay çok az para verdik, bu ay hem geçen aydan kalanı hem de bu ayki maaşını tam vermemiz gerekir.’’
‘‘O zaman bütün maaşım bitiyor ama almak istediğim birkaç şey var.’’
‘‘Bitmiyor zaten senin alacağın o şeyler.’’
Kadının gözleri sulandı, hiçbir şey diyemedi. Kocasının tersinin dönmesini istemezdi yoksa dışarıya çıkmasına engel olurdu. Üstelik küçük kızının yanında tartışmaktan da bıkmıştı.
Kadın sessiz kalmıştı, küçük odadan çıktı, beş adım attıktan sonra mutfağına girdi. Mutfakta dörtlü ocağının üzerindeki bacaya doğru bakmaya hiç cesaret edemezdi. Dörtlü ocağının üzerindeki baca kadında derin bir karanlığa doğru açılıyor hissi uyandırıyordu. Mutfaklarında aspiratörleri olan evleri görmüştü. Yaşadıkları bu evde ise mutfak garip bir şekilde ortadan ikiye ayrılmıştı. Bir yerinde bulaşıklarını yıkadığı küçücük bir lavabo hemen yanında hiçbir işe yaramayan, mutfağı ikiye bölen büyük, kalın bir kolon vardı. Bu kalın kolonun ardına ocağını koymuştu. Her yemek yapışında ocağının üzerinde uzanan derin karanlık içini ürpertirdi. Karar verdi bugün hiç cesaret edemediği karanlığa bakacaktı. Cezvesine koyduğu suyu ocağın üzerine çekti. Başını yavaşça yukarıya kaldırarak baktı. Ocağın üzerinde uzanan derin karanlık baca yeriydi. Ama ucu, sonu olmayan karanlık bir dehlizi andırıyordu. Burada yemek pişirmekten korkuyordu. Karanlığın içinde yaşayan böceklerin yemeğin içine düşebileceğini biliyordu. Çok dikkat ediyordu, yemek pişerken başında duruyordu. Neden sanki ev sahibi bu koca boşluğu kapatacak bir aspiratör koymamıştı ki oraya?
Geçen gün kahve içmeye gittiği arkadaşı Selin’in evi ne kadar da güzeldi. Hem eşyalarına ve hem de mutfağına hayran kalmıştı. Aspiratörü olan bir mutfaktı, üstelik orada dolapların arasında duran bir de bulaşık makinesi vardı. Şaşırıp kalmıştı, bulaşık makinesi acaba ne kadardı? Selin sonra ‘‘Gel de sana banyomu göstereyim,’’ dedi. Evin banyosunu gördüğünde ikinci bir şaşkınlık daha yaşadı. Fayansları nasıl da güzel parlıyordu. Kocaman bir küvet vardı ve banyonun içi kirlenmesin diye bir de etrafı şeffaf camlarla çevrelenmişti. Banyonun içinde lavaboyu görünce heyecanlandı. Selin ‘‘Sabah kalktığımda ılık suyla yüzümü yıkıyorum,’’ dedi. Kendini düşündü, her sabah soğuk suyu yüzüne vurduğu o vakitlerde pek de hoşnut olamıyordu. Evi çok güzeldi Selin’in ama arkadaşı böyle güzel bir evde oturmayı hak ediyordu. Selin çok iyi bir kızdı hem üstelik ailesi de iyi insanlardı. Selin'in babası sıklıkla Selin’in evine polis üniformasıyla gelirdi. Bir babanın evladının evine gidebilmesi de mümkün olabiliyormuş demek diye düşündü. Babası kendisinin şehrin hangi mahallesinde oturduğunu dahi bilmezdi. Apartmanın çatı katındaki küçük evin penceresinden karşıdaki yeni binayı görürdü. Selin bu yeni binanın üçüncü katında oturuyordu. Selin’in annesiyle babası ellerinde çeşitli hediyelerle kızlarını ziyarete gelirlerdi. Selin mutlu bir ailede büyümüştü. Anne babası tarafından sevilen bir evlat olmak acaba nasıl bir duyguydu? Selin’in güzel de bir işi vardı, kendi maaşının iki misli kadar aylık alıyordu.
Selin’in evinden kendi evine geldiği gün banyosundan taşan pis sulara baktı anlaşılan kocası evdeydi ve banyo yapmıştı. Seslendi, cevap yoktu. Sonra güldü, adam evde olsaydı zaten görecekti onu. Elli metre kare olan bir evde insanlar birbirinin gözüne batmaktan başka bir işe yaramıyordu ki zaten. Süpürgesini eline alıp banyodan taşan suyu banyonun giderine doğru ittirdi. Şöyle bir baktı içine doğru ancak bir kişinin sığabildiği banyo kara taşla örülüydü. Banyodan çok bir deliği andırıyordu.
Cezvede su kaynamıştı bardağın içine boşalttı. O anda kocasının yanına geldiğinin farkına varamamıştı, sert sesle irkildi.
‘‘Kaç kez daha bardakları ısıttıktan sonra içine sıcak su koyman gerekiyor demem gerekecek, onları çatlatıyorsun,’’ diye azarladı. Kadının elleri titremeye başladı. ‘‘Tamam dikkat ederim bir dahakine,’’ diye yanıt verdi.
‘‘Aptal,’’ dedi adam uzaklaştı kadının yanından.
Neskafeyi yapmıştı bardağı elinde tutarak adamın yanına gitti, bilgisayarın olduğu küçük masanın üzerine koydu.
‘‘Hava çok güzel, dışarıya çıkabilir miyiz?’’
‘‘Param yok benim, yemek hazır mı?’’
‘‘Para harcamayız. Biraz dolaşırdık.’’
‘‘Nereye gideceğiz?’’
‘‘Parka gitsek ya. İki yıl oldu Gençlik Parkı’na gitmedim.’’
‘‘Çocuk uyandı, kızına bak.’’
Kadın kızının yanına gitti. Küçük çocuk uyanmış, dudaklarını büküyordu. Kadın hemen anladı, bu yüz ifadesi çocuğunun aç olduğunu gösteriyordu.
‘‘Hadi gel bakalım canım sana çizgi film açalım anne de yemek yapsın,’’ dedi.
Çocuğunu kucağına alıp o masum kokusunu içine çekti, yumuşacık saçlarıyla oynadı. Küçük odadan dışarıya hole çıkıp kızını koltuğun üzerine bıraktı. Çizgi filmi açmıştı, kendi de mutfağa girdi.
Yemek yenmesi için yer sofrasını kurdu, üç tabağı üzerine sıraladı. Her bir eşyası ucuzundan da olsa vardı. Mutfak masası olduğu hâlde onu bir kez kuramamıştı, öyle küçüktü ki mutfak; masası bir köşede kapalı olarak duruyordu.
‘‘Biz de komşularımız gibi masada ne zaman yemek yiyeceğiz?’’ diye sordu.
‘‘Nesi varmış yer sofrasının?’’
‘‘Ayaklarım uyuşuyor hem masamız da var ama açamıyoruz. Diyorum ki şu karşıki apartmandan daire kiralasak.’’
‘‘Ben buranın kirasını zor ödüyorum.’’
Kadın sustu, zaten konuşup da ne olacaktı ki?
Yemek faslı bitince ‘‘Kızımla biraz dışarıya çıkayım onu çocuk parkına götürürüm,’’ dedi usulca.
‘‘İstediğini yap benim bilgisayarda işim var. Gel de sana neler yaptığımı göstereyim.’’
Kadın adamın peşinden takılıp küçük odaya girdi. Adam bilgisayarındaki oyunu açtı. Koskoca bir dünyaydı oyundaki. Bir şehir vardı orada ve bahçeli villalar.
‘‘Güzel mi?’’ diye sordu adam. Kadın baştan suali anlayamamıştı dalıp gitmişti. Adam oyundaki yan yana sıralanmış villaları gösteriyordu.
‘‘Sana güzel mi diye soruyorum.’’ Kadın silkindi, adamın yüzüne, iri gözlerinin içine doğru baktı. ‘‘Evet çok güzelmiş, böyle bir dünya var mı?’’
Adam müstehzi gülümsedi, ‘‘Olmaz olur mu? Ama senin ve benim gibiler için yok.’’
Ekran üzerindeki imleci kaydırıp ‘‘Bak şu villa bizim,’’ dedi. Kadın gülümsedi, sonra da acıyla doldu yüreği. ‘‘Gördün mü nasıl da güzel.’’
Adam villanın odalarını gösteriyordu, yatak odası çok genişti, yatağın hemen yanında zemine kadar uzanan geniş kanatlı kapıdan harika bir denize manzarası olan balkona çıkılıyordu. Adam imleci hareket ettiriyordu, ‘‘Bak sana mutfak kısmını da göstereyim,’’ dedi. İleri ok tuşunu kullanarak villanın mutfak kısmına girdi. Kadın mutfak kısmını görünce içindeki acı biraz daha büyüdü. Orta yerinde bir dolap üstünde ocak vardı, ocağın üzerine doğru salınan galiba tavana asılı gibi duran âlet de hep istediği ama bir türlü sahip olamadığı aspiratördü. Mutfağın içi çepeçevre tezgâhtı, her yer beyaz ve mavi karışımı çini fayanslarla örülmüştü. ‘‘Beyazı sevdiğini biliyorum ondan beyaz ve mavi fayanslar kullandım mutfağın dekorasyonu için,’’ dedi adam.
Kadın ekrandaki görsele çok dikkatli bir şekilde bakıyordu. Nasıl da güzel bir mutfaktı, galiba şu anda yaşadıkları evin iki katı kadar büyüklükteydi. ‘‘Buradan bahçeye çıkılıyor,’’ dedi adam. Kadın izliyordu. Birden canı sıkıldı artık izlemek istemiyordu. Adam bir hayâl âleminde yaşıyordu, kadının içindeki acı gittikçe büyüyordu.
‘‘Çok güzel,’’ dedi, sonra adamın kızacağını bildiği hâlde devam etti. ''Ben kızımızı hazırlayıp dışarıya çıkacağım. Gelince de evi süpürürüm, akşam ütüleri yaparım. Anneni ara da erken gelsin yarın, işe geç kalmak istemiyorum.’’
‘‘Sen ne anlarsın zaten. Villanın yarısını bile görmeden hemen sıkıldın, gerçeklere döndün.’’
‘‘Yok ondan değil hava çok güzel biraz dışarıya çıkmak istiyorum.’’
‘‘İstediğini yap. Maaşını ne zaman alacaksın?’’
‘‘Üç gün sonra.’’
‘‘Faturalar sende ona göre, anneme de geçen ay çok az para verdik, bu ay hem geçen aydan kalanı hem de bu ayki maaşını tam vermemiz gerekir.’’
‘‘O zaman bütün maaşım bitiyor ama almak istediğim birkaç şey var.’’
‘‘Bitmiyor zaten senin alacağın o şeyler.’’
Kadının gözleri sulandı, hiçbir şey diyemedi. Kocasının tersinin dönmesini istemezdi yoksa dışarıya çıkmasına engel olurdu. Üstelik küçük kızının yanında tartışmaktan da bıkmıştı.
***
Kadın dolabından en güzel kıyafetini çıkardı, yüzüne biraz bakım yaptı. Küçük kızının da saçını zarif tokalarla toplamış ona da pembe çiçekli elbisesini giydirmişti. Kızının elinden tuttu, evden çıkmadan evvel kapının yanında duran dolabın aynasında kızına ve kendine baktı, gördüğünden mutlu olmuştu.
‘‘Biz çıkıyoruz,’’ dedi adama.
‘‘İki saat sonra buradasınız,’’ diye yanıt geldi.
Bilgisayar karşısında oturan koca şimdi başka bir oyuna geçmek istiyordu. Bu oyunda makinelerin ele geçirdiği bir dünyada yaşam ve ölüm savaşı veriliyordu. Adam Cliff takma adıyla makinelerin ele geçirdiği dünyaya bir kurtarıcı olarak girdi. O sırada bir kır çiçeği kadar güzel olan karısı ve küçük kızı sonbaharın en muhteşem günlerinden birinde dar sokakların içinden yürüyerek çocuk parkına doğru gidiyordu.
SON
Kadın dolabından en güzel kıyafetini çıkardı, yüzüne biraz bakım yaptı. Küçük kızının da saçını zarif tokalarla toplamış ona da pembe çiçekli elbisesini giydirmişti. Kızının elinden tuttu, evden çıkmadan evvel kapının yanında duran dolabın aynasında kızına ve kendine baktı, gördüğünden mutlu olmuştu.
‘‘Biz çıkıyoruz,’’ dedi adama.
‘‘İki saat sonra buradasınız,’’ diye yanıt geldi.
Bilgisayar karşısında oturan koca şimdi başka bir oyuna geçmek istiyordu. Bu oyunda makinelerin ele geçirdiği bir dünyada yaşam ve ölüm savaşı veriliyordu. Adam Cliff takma adıyla makinelerin ele geçirdiği dünyaya bir kurtarıcı olarak girdi. O sırada bir kır çiçeği kadar güzel olan karısı ve küçük kızı sonbaharın en muhteşem günlerinden birinde dar sokakların içinden yürüyerek çocuk parkına doğru gidiyordu.
SON