Burcu BOLAKAN

Burcu BOLAKAN

[email protected]

Aslı'nın Serüvenleri II

31 Ağustos 2024 - 13:44 - Güncelleme: 02 Eylül 2024 - 22:07

Aslı’nın Serüvenleri II
 
Sokağa çıktığımda sabahın o ilk serinliği yüzüme vurmuştu. Hoşnuttum, hâlihazırda bir işim vardı. Okulum açılıncaya kadar çalışmaya devam etmek istiyordum. Ağır adımlarla yürümeye devam ettim. Bugün üzerime giydiğim şu beyaz pantolon hiç içime sinmemişti. Sanki üzerimde eğreti duruyordu, insanlar da benimle aynı fikirde olacak ve benimle alay edecekler diye düşünüyordum. ‘‘Yine aynı şeyi yaptım,’’ dedim kendi kendime. Kıyafetimin hiçbir sorunu yok aslında gayet de güzel durdu üzerimde; gereksiz yere takıntılı bir ruh hâli sergiliyorum. Otobüs durağına geldiğimde metalik bankın üzerinde oturmuş iki kişi gördüm. Birinin bakışları hemen üzerimde gezindi, ürktüm. Adamın bakışlarında tuhaf bir delilik var gibi duruyor. Çantamdan telefonumu çıkarıp otobüsün gelmesine kaç dakika kaldığına baktım.

Otobüs durağında metal bankta oturan tuhaf adamın bakışlarının üzerimde olduğunun farkındayım. Ne kadar tedirgin edici bir his diye düşünüyorum. Ben bu garip adama bakmadığım hâlde onun bir şekilde nazarını çektiğimin farkındayım. Gözüm kayıyor bir ara tuhaf adamın ayakkabılarına bakıyorum, tam da tahmin ettiğim gibi; karanlık bakışlı adamın ayakkabıları her yerinden patlamış. Aslında bu belki sorun olmayacak ama bileklerini çok sıkı bir şekilde kavrayan pantolonu da yukarıya doğru aynı darlıkla devam ediyor ve üstelik o da her bir yerinden yırtık. Adama doğru yine baktım o zaten benim üzerimden bakışlarını hiç ayırmıyor. Tuhaf adamın yanında oturan beyefendi de rahatsız olmuş olacak ki ayağa kalkıp benim olduğum tarafa geldi ve ayakta dikilerek beklemeye başladı. Sırtımı döndüm tuhaf adama, hatta otobüs durağının içinden de çıktım. Hiç tanımadığım benim gibi otobüs bekleyen diğer adamla yan yana durup otobüse beklemeye devam ediyoruz. Bu sırada bir genç kız daha geldi durağa; uykusunu çok iyi alamamış anlaşılan esneyip duruyor. Otobüs durağını içine girerek oradaki metal bankın üzerine oturdu. Kızın içeriye girmesiyle çıkması bir olunca hiç tanımadığım beyefendiyle birbirimize bakıp güldük. Birbirini tanımayan insanların da tanık olduğu bazı olaylar karşısında sanki suç ortağıymış gibi güldüğü durumlar vardır. Tanık olunan durumda sanki sessiz bir anlaşmanın gereği gibi gülünebilir.  Kızın derdini ikimiz de anlamıştık, tuhaf adamdan kız da bizim gibi tedirgin olmuştu.

Kız benim yanıma gelerek ‘’Tüm manyaklar da beni buluyor ya,’’ diye söylendi. ‘‘Herif sapık galiba,'' demeyi de ihmal etmedi.

Yanımızda duran adam arkasına dönüp baktı tuhaf adama doğru, o da bize bakıyor olmalıydı ki hâlâ ‘‘Ortalık bu insanlarla doldu, muhakkak bir şeyler kullanıyor, şunun tipine, tavırlarına bak, normal değil,’’ diye söylendi.

Otobüs en nihâyetinde gelmişti, biraz rahatladım ama umarım otobüste de tuhaf bir insanla karşılaşmam diye düşündüm. Neyse ki bu sefer otobüs yolculuğunda garip davranışları olan biriyle karşılaşmadım. Bazen düşünüyorum, bu sokaklar diyorum ne kadar da tehlikelerle dolu. Yanımızdan geçip giden insanların arkasında saklanan o geçmiş; kapkaranlık bir çöl gibi olabilir. Her gün dışarıya çıktığımızda belki de ölümle burun buruna geliyoruz. Aklıma haberlerde gösterilen görüntüler düşüyor, öldürülen balerin kızı düşünüyorum. Bir ara bakışlarımın buluştuğu tuhaf adamın delici bakışlarını tekrar görür gibi oluyorum, beni korkutuyor. Sanki bir yerlerden çıkacak gibime geliyor, elinde koca bir bıçakla ardıma düşecek. Gülüyorum kendime, yine hayâl gücüm öyle hızlı çalışıyor ki yetişemiyorum ona, diyorum. Belki de zavallının biridir ya da yardıma ihtiyacı vardır. Ama korktum işte yahu korktum.


Yarım saat sonraydı, işyerinin kapısının önündeyim. Her zamanki gibi ilk gelen benim, zaten benden başka da çalışan yok, bir de patron var. Hemen ocağın başına geçerek çayın altını yaktım. Buzdolabında bekleyen pastaları özenle camekanlı vitrine yerleştirdim. Tamam mutfak bölümü hazır. Akşamdan masaları silmiştim, yerleri de. O yüzden sabah fazla işim yok. Çay demini alana kadar yanımda getirdiğim kitabımı bile okuyabilirim. Kitabımı alıp tezgâhın arkasına geçtim. Sabah her zamanki gibi sessiz, bizim nezih müşterilerimizden iki beyefendi geldi, kahvelerini içip gittiler. Ben de kitabımdan bir elli sayfa okudum, mutluyum. Öğleden sonra kitabın kapağını bile açmama fırsat olmaz, çünkü müşterilerin en yoğun olduğu saatler öğleden sonraki vakitlerdir. Özellikle de akşam saatlerinde bir kişinin işlere yetişmesi gerçekten pek mümkün olmuyor. Patronum telefon etti, müşteri yoğunluğunu sorup kapattı.
***
 
Kadın içeriye girdiğinde alaycı bir şekilde etrafı süzdü. Kucağında bebeği vardı, tavırları fazlasıyla rahattı. Kafenin denizi gören manzarasına sahip masaya geçerek oturdu. Bebeği için de bir sandalye istediğini anladım, söylenip duruyordu, yayvan bir şekilde ağzını açarak ‘‘Neden bebek sandalyelerini görünür yere koymazlar,’’ diye bağırdı. Bebek sandalyesini alarak yanına gittim, kadının sandalyesi yanına bıraktım. ‘‘İçine koy bebeğimi,’’ diye emretti bana. Çok tuhaf bir konuşma şekliydi ve istekti doğrusu, müşterinin bebeğini sandalyeye oturtma vazifesi de anlaşılan benimdi. Kadın istese hemen biraz hareketlenir ve çocuğunu sandalyeye oturtabilirdi. Üstelik bebeğin bağlanması da gerekiyordu, nasıl bir başkasına emanet edebiliyordu ki? ‘‘Sanırım siz koysanız daha iyi olur,’’ dedim.

Kadın baştan aşağı beni süzdü, ‘‘Hayır,’’ dedi, ‘‘sen koyacaksın.’’ Evet sanırım ben bir köleydim, öyle hissettim kendimi, aslında çok takmıyordum kafama böyle kaba saba insanları. Benim bir işe ihtiyacım vardı ve para kazanmam gerekiyordu. Gelen müşteriler arasında iyi insanlar da vardı bu tip kaprisli olanları da. Bebeği sandalyeye oturttum ve emniyet kemerini taktım yine de kadına ‘‘İsterseniz kontrol edin, kemeri taktım ama siz de bakın,’’ diye söylemeden de edemedim. Kadın boş ver der gibisinden eliyle işaret etti.


‘‘Ne alırsınız hanımefendi?’’

Kadın yüksek sesle güldü, ‘‘Kibarcık,’’ dedi önce sonra da ‘‘Benim takımı bekliyorum sen şimdilik geri bas,’’ diye sonlandırdı cümlesini. Takım ve geri bas sözlerini duyunca tuhaf olmuştum, bozuldum ama belli etmemeye çalışarak ‘‘Tamam,’’ dedim, onun dediği gibi yaptım geri bastım, yerime giderek vitrindeki pastalarımla ilgilenmeye başladım. On dakika içinde başka iki müşterim gelmişti, ben onlarla ilgileniyordum. Kadının hâlâ yanına gelecek olan takımı ortalarda görünmüyordu. Nasılsa biraz sonra Şehmuz ağabey gelir, bu meseleyi çözer diye düşünüyordum.

Yirminci dakika dolduğunda bir başka kadın müşteri, yanında iki adamla kafeye gelip o bana demin geri bas diyen bebekli kadının yanına gittiler, her biri birer sandalye çekip oturdu. Ellerinde poşetler vardı, anlaşılan kafeye gelmeden evvel pastaneye uğramışlardı. Bizim kafeye dışarıdan yiyecek getirmek yasaktı, yoksa ne diye o kafeyi çalıştırsındı Şehmuz ağabey? İki aydır kafenin kirasını ödemekte de zorlanıyordu.

Şimdi dört kişi olan masanın yanına giderek ‘‘Dışarıdan yemek getirmek yasak,’’ dedim. Duvarlardaki asılı olan tabelaları gösterdim, tam üç taneydiler. Kafenin farklı duvarlarına asılmıştı.

Adamların ikisi de iri yarı, cüsseli kişilerdi. Birisi oturduğu yerde bir boğa gibi gerinip ‘‘Getiririz de yeriz de,’’ dedi. ‘‘Şehmuz bizi tanır.’’

Nasıl davranmam gerektiğini bilemedim. Adamların görüntüleri ürkütücüydü, ‘‘Bu bizim kafemizin genel ilkesidir, onları burada yemenize izin veremem,’’ dedim.

Adam sözlerime hiç kulak asmadan getirdikleri poşetlerin ağzını açıp içinden yağlı kâğıtlara sarılmış olan poğaça ve börekleri çıkardı. Masaya bir dağ gibi yığdı, diğer şişman adam ‘‘Sen bize dört tane limonata getir,’’ diye lakayt bir şekilde sipariş verdi.

Bebeğin annesi de tavla kutularını gösteriyordu, ‘‘Burası bir kumarhaneye dönmüş canımı sıkarsanız sizi kumarhane işletiyorlar diye şikâyet ederim,’’ diye kıkırdadı.

Gerçekten nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum, karşımdaki insanlar çirkeflikleriyle beni bir şekilde bastırıyorlardı. Dışarıdan yemek getirmek yasak diyordum, poşetleri çoktan açmışlar poğaçaları yiyorlardı. Üstelik bir tavla kutusu yüzünden bizim sevimli kafemiz bir kumarhane olup çıkmıştı.

Kadınlardan sonra geleni iskemlesine iyice yayıldı, ‘‘Bir iskemle daha getir uzun süre ayaklarımı salamıyorum,’’ dedi. Gözlerim büyümüştü sanırım kadına bakarken ‘‘Hadisene kızım sen git de portakal sularını getir,’’ dedi iri cüsseli adam. Diğer masaların birinden bir sandalye kapmış kadının ayaklarını da üzerine koymuştu. O kadar rahatlardı ki sanki evlerinin salonunda oturuyorlardı.


Hiçbir söz edememiştim, portakal sularını götürdüm. Bu arada kafeye gelen başka müşterilerle ilgileniyordum, bebekli kadının başka bir sandalye çekerek bebeğinin altını temizlediğini gördüm. Daha fazla dayanamayıp Şehmuz ağabeyi aradım ama telefonum yanıtlanmıyordu. Hemen mesaj yazıp baş edemediğim, ikazlarımı dinlemeyen müşteriler olduğunu yazdım. Biraz daha erken gelebilir miydi?

Dakikalar içinde yiyecek dağı eridi, portakal suları da. Ardından çay içtiler, bir daha çay getir dediler, götürüp verdim.

Bebekli kadın pastaların sergilendiği vitrinin önüne doğru yürüdü, vitrinin önünde durup ‘‘Bize beyaz kremalı şu pastadan dört tane getir,’’ dedi, ‘‘yanına da kapuçino,’’ hesap gittikçe kabarıyordu ben dua ediyordum Şehmuz ağabey bir an önce gelsin diye.

Pastaları ve kapuçinoları servis ettim. Onlar da bitmişti. Erkeklerden ikisi ayaklandı, ben bir müşterinin siparişini alırken iki adamın sırtını gördüm, kafeden çıkıyorlardı. Kadınlardan biri yanıma gelip ‘‘Tuvalet nerede?’’ diye sordu, tarif ettim, bir alt kattaydı lavabolar. Ama hani daha önce geliyordunuz siz, Şehmuz ağabeyi tanıyordunuz? diye soracağım sırada bir başka müşterinin bana seslenmesiyle kadını gözden kaybettim. Bebekli kadın hâlâ masada oturuyordu.

Bir ya da iki dakika geçmişti galiba bebeğini alarak kafenin içinde dolanmaya başladı. Öf, püf çekiyor mızmızlanan çocuğunu pışpışlıyordu. Yanına gidip bir sorun olup olmadığını sordum, mümkünse yerine oturabilir miydi? ‘‘Kibarcık,’’ diyerek yaylana yaylana yürüyüp masasına gidip oturdu.


Beş dakika içinde sanırım Şehmuz ağabeyi dördüncü arayışım, en nihayet açtı, durumu anlattım. Sakın bırakmayacakmışım kadını, meğer bunlar senede bir kez kafeye gelen her seferinde de hesabı ödemeden kaçıp giden bir aileymiş. ‘‘Kadın burada ama sürekli geziniyor,’’ dedim, ‘‘Şehmuz ağabey çabuk gel lütfen.’’

Genç bir çift kafeden içeriye girdi, seçtikleri masaya oturdular, yerleşmelerini bekledim biraz vakit geçti, ne sipariş vereceklerini sormak için yanlarına gittim. Bebekli kadın da yanıma gelmişti, ‘‘Benimkilerin işleri uzun sürdü, gelmeyecekler galiba bebek de çok huysuz Şehmuz ağabey beni tanır ben Sultan’ım, bir daha ki sefere öderiz artık,’’ diye homurdandı.

Kadına ‘’Hayır gitmeniz mümkün değil, Şehmuz ağabeyle görüştüm, ben gelene kadar kadını tut diye söyledi,’’ diye karşılık verdim. Kadının yüzünde müstehzi bir gülümseme vardı, kıpır kıpırdı, kuş gibi kafenin bir sağına bir soluna gidip geliyordu.

Müşterinin siparişini hazırlamak için tezgâhın arkasına geçtim, bir ara kafenin içine sırtımı dönmek zorunda kalmıştım. Önümü döndüğüm zaman kafeye göz gezdirdim, bebekli kadın ortalarda yoktu, kuş olup uçmuş gitmişti.
***
 
‘‘Aslı yedi yüz elli lirayı senin maaşından keseceğim.’’
‘‘Hayır Şehmuz ağabey kesemezsin.’’
‘‘Ama senin dikkatsizliğin yüzünden bak ödemeden gittiler.’’
‘‘Bu benim dikkatsizliğim değildi ağabey, sen demiyor musun bunlar her yıl gelip aynı şeyi yapıyorlar diye. Polise şikâyet edebilirsin, ceza alırlar böylelikle de bir daha bu şekilde davranamazlar. Benim yapabileceğim hiçbir şey yoktu ve üstelik elimden geleni de yaptım.’’
‘‘Nasıl baş edeceğim Aslı onlarla? Sen onları bilmezsin, çete yahu, başıma bela açılır!’’

Aslı’nın maaşından herhangi bir kesinti olmamıştı ama Aslı düşünüyordu. ‘‘Hep korkuyoruz daima korkuyoruz,’’ diye söylendi. ‘‘Kendi hakkımızı aramaktan aciziz, sokaktaki tuhaf kılıklı insanlardan, bize dik dik bakan şuuru bozuklardan korkuyoruz. Dolandırılıyor ses çıkarmıyoruz, tacize uğruyor ses çıkarmıyoruz, bize haksızlık yapılıyor ses çıkarmıyoruz. Arsız, uğursuza bu şekilde yapamazsın diyemiyoruz. Bakışlarıyla bizi taciz edene dön önüne rahatsız oluyorum diyemiyoruz. Sen bana bu şekilde davranamazsın, böyle konuşamazsın benimle diyemiyoruz. Sürekli korkuyoruz. Korkuyoruz. BEN ARTIK KORKMAYACAĞIM. ÇÜNKÜ KORKSAM DA ÖLECEĞİM KORKMASAM DA. BEN ARTIK HAKKIMI ARAYACAĞIM, HER RAHATSIZ OLDUĞUMDA VE BANA HAKSIZLIK EDİLDİĞİNDE BUNU USULÜNCE ANLATACAĞIM. KAHRAMAN OLMAYACAĞIM BELKİ AMA İNSANCA İNSANA YAKIŞIR BİR ŞEKİLDE YAŞAMAK İSTİYORUM. ''