Alberto Moravıa'nın 'Romalı Dilber' Romanı Hakkında
İnsanların içlerine doğdukları dünyada başlarına ne geleceği gizemli bir şekilde esrarını korurken dünyaya gelen bir varlığın tüm bunlardan hiçbir şekilde haberdar olamaması, insanın aczini bir kez daha hatırlatır şekilde karşımızda duran bir gerçek olarak tezahür ediyor.
Romalı Dilber romanındaki kız dünyaya gönderilmiş milyarlarca insandan sadece biri olarak seçemediği bir ailede ve yine belki de kabul etmek istemediği koşullar içine doğuyor. Kendini henüz keşfedememiş olması ve yine etrafında olanın bitenin uzun zaman farkında olamaması insanların yaşadıkları hayatlardan başka türlü hayatların var olabileceğinin idrakine varamamış olmasından kaynaklıyor olabilir. Adriana annesiyle birlikte yaşarken gençliğinin ilk evrelerinde annesinin huzursuz kıpırtılarının henüz farkında değildir. Tüm bir ömrünü dikiş makinesi başında geçirerek kendine ve kızına bakmak zorunda kalan ama bir türlü yaşadığı şartları iyileştiremeyen bir annenin mutsuzluğunun ilk kıvılcımları Adriana henüz çok gençken çakıyor. Bunun neticesinde de annesinin, Adriana’yla ilgili almış olduğu kararların başlangıcında aslında Adriana bazı şeylerin farkına varıyor.
Bir ressamın karşısında çıplak poz vermeye başladığında onun için farklı bir gelecek hayâli içinde olan bir okuyucu olarak içine sürüklendiği hayatı üzüntüyle okuduğumu söyleyebilirim. Kitabın önsözünde Romalı Dilber’in on dokuz ayrı dile çevrildiği ve ilk yayımlandığı zaman pek çok ülkede ilgiyle okunduğu belirtilmiştir. Altın Kaplı Fahişe olarak adlandırılan Adriana acaba gerçekten bu unvana layık mıdır? Bunun üzerine düşünüyorum. Yazar, Adriana karakteriyle para karşılığı aşkını satan bir kızın tüm kalbini okuyucuya açarak bir insanın kötü bir takım fiiliyat içinde yaşarken neler düşünebildiğini ve neler hissedebildiğini gösteriyor. Biz olayları Adriana gözünden görüyoruz ve kitabın ana karakteri olduğu için kitabın içindeki diğer karakterleri ana kelebeğin etrafında onun çekim alanına giren diğer kelebekler olarak düşlüyoruz. Adriana’nın ilk aşkı Gino adlı genç bir adamdır. Adriana’nın bütün âşıkları ve aşkını sattığı diğer erkeklerin hepsi de otuz yaşını geçmemiş kimselerdir. Onların her biri gençtir ve işledikleri hayatın henüz çok tecrübe kazanamamış bir evresinde oyalanıp duruyorlar. Yazarın nazarımdan kaçmayan ifadelerinden biri de Adriana’nın yaptığı mesleği hiçbir zaman aşağılamaması oldu. Yazar, Adriana’nın yaptığı işi hep aşk yapıyor olmak gibi güzel bir şekilde süslüyordu.
Adriana başka bir işle meşgul olabilir miydi konusuna girmeden şunu da belirtmek gerekir ki kitabın yazarı Adriana karakteriyle harikulade güzellikte olan bir kızın isteyerek toplum nazarında aşağılık bir iş gibi görünen bir mesleği seçmiş olmasını anlatıyor. Adriana bunu annesini daha iyi koşullarda yaşatmak istediği için mi yapmıştı yoksa hep hayâlini kurduğu ve Gino’yla yaşamayı umduğu o masum hayâlleriyle çevrili küçük ama sevgi dolu ve içinde çocuklarıyla beraber yaşayabileceği yuvanın artık kurulamayacağına inandığı için bir çeşit hayattan intikam alış şekli miydi?
Adriana sevgi dolu bir kızdır, fakirliği umursamıyordur ama surların arka tarafındaki villaların varlığını da biliyordur. Adriana her an sevmeye ve sevilmeye hazır olan kadınlardan biridir. Onun bir ressamın karşısında çıplak poz verirken sadece işini yapmakta olan ressam istese Adriana’nın ressama âşık olabileceğiyle ilgili sözlerinden anlayabiliyoruz. Gino’yla birlikte olması ve kendini ona adamak istemesi de Adriana’nın yaratılıştan kendini bir erkeğe vererek ve ondan çocuklar edinerek mutlu bir hayat yaşamak istemesinden kaynaklanmaktadır. Ama huzursuz bir anne tipiyle yaşamaktadır bu kadıncağız hayatı boyunca parasızlık içinde kıvranmıştır ve kendi küçük evinden pek fazla dışarılara çıkmadığı için de dış dünyada olanın bitenin farkında değildir.
Adriana hayâllerini yıkan bir gerçeği öğrendiğinde kesinlikle ihtiraslı bir kadının verdiği tepkiyi vermiyor. Onun hırs sahibi olmadığı ve ilahi gücün kendisi için çizmiş olduğunu düşündüğü kaderin yolunda sürüklendiğini görüyoruz. Adriana kendisine yalan söyleyen Gino’yla görüşmeye devam ederken ve Gino’nun yalanını bilmezden gelirken onu merhamet duygusuyla birlikte hâlâ severken Astarita’ya karşı aynı merhametli ve sevgi dolu kollarını açmamıştı. Adriana adlı karakter hakkında şunu da düşündüm. Adriana sevilmekten çok sevmek istiyordu ve karşısındaki insan onu sevmese bile onun hissettiği sevgi ikisi için de yeteceği şeklinde bir his içinde bocalıyordu. O kendine eziyet etmekten belki hoşlanmıyordu ama bir yandan da sürekli olarak kendine eziyet veren insanlarla beraber olmanın çekiminden de kurtulamıyordu.
Adriana romanın sonuna kadar kendisini çılgınca ve ümitsiz bir aşkla seven Astarita’dan kaçtı. Yalnız bu kaçış tam bir kaçış değildi ve Adriana bazı durumlarda Astarita’yı sürekli elinin altında ona yardım etmesi için yakınında tuttu. Astarita’dan nefret etmiyordu ama onu masumiyetine darbe indiren bir adam olarak görüyordu. En önemlisi şuydu ki Astarita onu ümitsiz bir aşkla seviyordu ve her an da Adriana’nın yardımına koşmak için bir köşede hazırda bekliyordu.
Romanın sonunda hayatın içinde bocalayan ve bir türlü yolunu bulamayan, bazen bilerek ya da bilemeyerek kötülüğe açılan o kapıdan giren insanlar için umudun tükendiğini görürüz. Adriana ise nefret ettiği bir adamdan hamile kalmış ama kendi söylediği yalana kendini inandırmaya çalışıyordur. Bu durumda onun altın kalbinden söz edebilmek mümkün değildir elbette. Adriana kendisine sunulan hayatı hiçbir itirazı olmadan kabul etmiş ve kendini kaderin acımasız tarafına teslim etmiştir.
Kitapla kalınız, saygılarımla.