MÜZİK VE EDEBİYAT İLİŞKİSİ ÜZERİNE
Edebiyat ve müzik ilişkisi, farklı sanat dalları arasında en eski ve en verimli işbirliklerinden biri olmuştur. Müziğin ve edebiyatın varlığı, gerek kökenleri, gerek yöntemleri nedeniyle farklı olsa da müzik, şiirsel bir evrenin oluşumuna yol açmış, ilhamı ile o evreni beslemiş ve şekillendirmiştir. Başlangıçta sanat, ne özel olarak estetik işlevleri yerine getirebilmektedir, ne de kendi kurallarına sahiptir; bilâkis daha çok araç olarak kabul gördüğü için pragmatik bir işlevi vardır.
Kültür tarihi boyunca, müziğin şaheserlerinin çoğu bir edebi metin veya anlatıdan doğar; ancak diğer birçok büyük eser yalnızca müzikal bakış açısıyla şekillenir. Bunu, iki tanınmış eserden yola çıkarak örneklendirebiliriz: Beethoven'in "Pastoral" adlı Altıncı Senfonisi, dışavurumcu bir anlatının şiirselleştirilmesidir. Aksine, aynı yazarın edebi veya görsel hiçbir şeyi ifade etmeyen ve "saf müzik" örneği olarak kabul edilen Sekizinci Senfonisi ise yalnızca müzikal yolla ortaya çıkmıştır.
Tek bir kelime, bir müzikal bağlamın tamamını açığa çıkarabilir ve bu ilişki sonsuz bir sürece uzayabilir. Benzer şekilde, bir müzik notası, bir motif veya herhangi bir enstrümanın tınısı, onu belirli bir şekilde düzene sokarak bir dizi şiirsel, felsefi, sosyal ve retorik düşünceyi tetikleyebilir. Böylece aralarında sonsuz sayıda ilişki ortaya çıkar. Kelime müziği, müzik kelimeyi çağrıştırır ve bundan sonsuza yürüyen bir birliktelik doğar.
Şiirdeki her kelime kendi müzikalitesini taşımaktadır, böylece çağrışım evreninde mükemmel bir soyutlanma meydana gelir. Bu durum nesir gibi diğer yazı biçimlerinin başaramadığı bir şeydir. Ünlü besteci John Cage bir söyleşisinde şöyle demektedir: “Bana göre, şiiri şiir yapan şey, içeriği veya belirsizliği değil, müzikal öğelerin kelimelerin dünyasına girmesine izin vermesidir."
Yazılan veya söylenen her şeyde bir ritim ya da belirli bir tonlama vardır. Duyduğumuz her melodi mümkün olduğunca çok evren hayal etmemizi sağlar. Çünkü evrendeki düşünceler zihinler kadar çeşitlidir. Umberto Eco'ya göre edebi eserler bizi yorumlama özgürlüğüne kavuşturur; çünkü birçok okuma düzeyine hitap ederek bizi dil ve yaşamın belirsizliklerinden kurtarır. Müzik, açık ya da dolaylı olarak şiire her zaman bir şekilde dahil edilmiştir ve biz kafiyeli bir şiir okurken ya da dinlerken zihinsel olarak yankılanan bu "müzikaliteyi" duyarız. Bir yazara yüklediğimiz duygusal anlam, bizi o müzikal yazın evrenine götürür, sanki her satırı veya her kelimeyi bizimle söyler. Somut bir fikri sözcüklerle müzik hâline getirmek, hangi yüzyılda yaşanırsa yaşansın, insan yaşamının her zaman güncel olan konularını ele almak zahmetli bir iştir. Yazarların bir şiir yazarken zihinlerinde müzik fikrine sahip olmaları, müzik için ayrıca odaklanmaları söz konusu değildir. Çünkü müzik zaten sözcüklerin içindedir, dolayısıyla kendiliğinden gelir.
Müzik için bir metin okuduğumuzda metinsel fikri ifade eden bir tür melodi de akla gelir; istemsizce müziğin söylenenleri ifade etmesi için bir yol ararız. Bu konuya, ünlü besteci Silvestre Revueltas'ın 1938 tarihli "Üç soneler" adlı eserinde Carlos Pellicer'in metinlerini kullanarak büyük başarı elde etmesini örnek verebiliriz. Sanatsal yaratımın bağlamı, edebiyat ve müziğin paralelliklerini, yakınsamalarını ve farklılıklarını içeren dünyadır. Mauricio Kagel, “bir besteci için metinler, bir bağlam yaratmak için bahanelerdir” diyerek edebi metinlerin müziğin yapı taşları olduğunu vurgulamıştır. Metinler ve müzik arasındaki paralellik yaratımların doğasında gizlidir. Burada hayal gücü, bir eserin işitilmesi ve okunmasında vazgeçilmez bir rol oynamaktadır.
Edebiyatla müzik arasındaki ilişkiyi destekleyen en önemli akım sembolizmdir. Sanatta sembolizm XIX. yüzyılda ortaya çıkmış ve gerçekçiliğin şiirdeki yansıması olan parnasizme tepki olarak doğmuştur. Sembolistler duygusallığa ve insanın iç dünyasına yönelerek simgeler yoluyla dış dünya ve insan duyuları arasında köprü kurmak isterler. İnsanın algılayış biçimine göre değerlendirilmesi gereken dış dünya, onlara göre insan izlenimleri olmadan değersizdir. Şiiri sessiz bir şarkı olarak nitelendiren sembolistler, müziğin getirdiği ahengi şiirin merkezine yerleştirirler. Onlara göre şiir bir düşünceyi anlatmak için değil, duygulara hitap etmek için yazılır. Dünyada şiir alanında sembolizm denince akla gelen önemli isimler Charles Baudelaire, Stephane Mallerme, Paul Verlaine, Arthur Rimbaud ve Paul Valery'dir. Türk Edebiyatında ise bu akımın ilk temsilcisi Cenap Şahabettin olup Elhan-ı Şita isimli şiirinde bunu gözlemlemek mümkündür. Onu daha sonraları başta bu akımın en kıymetli örneklerini veren Ahmet Haşim olmak üzere, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Cahit Sıtkı Tarancı takip edecektir.
Ahmet Haşim şiir hakkındaki görüşlerini, "Bir Günün Sonunda Arzu" şiirini eleştirenlere cevaben yazdığı "Şiirde Mana" adlı yazısında anlatır. Bu yazı küçük değişikliklerle daha sonra Piyale adlı kitabının ön sözü olmuştur. Haşim adeta sembolizmin manifestosu niteliğindeki bu yazısında kendisini eleştirenlere şiir anlayışını şöyle anlatır: "Şairin dili, düzyazı gibi anlaşılmak için değil, ama duyulmak üzere oluşmuş müzik ile söz arasında, sözden çok müziğe yakın, ortalama bir dildir".
Beste BEKİR
FACEBOOK YORUMLAR