ANDERSEN VE KIERKEGAARD
İLİŞKİSİ ÜZERİNE
Beste BEKİR
Danimarka edebiyatının altın çağı olarak bilinen XIX. yüzyılda, karşımıza ülkemizde Andersen Masalları ile tanınan Hans Christian Andersen ve ünlü düşünür Soren Kierkegaard çıkar. Bu iki ünlü, aynı şehirde ve aşağı yukarı aynı çevrelerde yaşamalarına rağmen birbirleriyle tanışıklıkları yoktur. Ama ne tesadüftür ki, Andersen hakkındaki ilk kitap, Kierkegaard tarafından yazılır. Eylül 1838'de yirmi beş yaşında bir ilahiyat öğrencisi olan Soren Kierkegaard, kendisinden sekiz yaş büyük olan Andersen'in "Yalnızca Bir Kemancı" adlı kitabı için ağır eleştiriler içeren bir inceleme kaleme alır. İncelemenin başlığı "Hâlâ Yaşayan Makaleler"dir. Kierkegaard bu incelemesinde Andersen'i "herhangi bir yaşam felsefesinden tamamen yoksun" olarak tanımlar. Yazar Johan de Mylius ise, Kierkegaard'ın bu tanımlamayla Andersen'in kişisel gelişimini tamamlamadığını, hatta dünyaya hiç gelmemiş olduğunu kast ettiğini söylemektedir.
Kierkegaard incelemesinde Andersen'in çalışmalarının gelişigüzel ve orijinal fikirlerden yoksun olduğunu ve kendisiyle romanlarının kahramanları arasında ayrım yapmadığını iddia eder. Ona göre, kemancıların umutsuz mücadelesi, Hans Christian Andersen'in dünyaya karşı olan kininin bir yansımasıdır. Kierkegaard, Andersen'in temel fikrinin dünyadan duyduğu memnuniyetsizlik olduğunu ifade eder ve onu şöyle tanımlar: "(...) gerçek dünyadan hoşnutsuz ve tatminsiz, kendi çekingen şiirsel yaratımlarıyla dolaylı yoldan doyum kazanmaya çalışıyor. La Fontaine gibi. Bu yüzden de ölmeye mahkûm olan mutsuz kahramanlarının yanına oturup ağlıyor. Peki neden? Çünkü onlar Andersen. Onun hayatındaki keyifsiz kavga şimdi şiirlerinde tekrarlanıyor."
Kierkegaard, Andersen'in dünyayı sevmediğine inanır, onun bu tutumunu geçersiz görür ve kınar; çünkü Kierkegaard için dünyayla boğuşmak, onunla uzlaşmak ya da onunla savaşmak esastır. Andersen'in (ve romanının kahramanının) dünya ile böyle bir ilişkisi yoktur. Bu durum, Kierkegaard'ın bir şahıs ve bir şair olarak Andersen'i tartışırken ve romanlarının kahramanlarını ele alırken sürekli yinelediği bir temadır. Andersen, her şeye rağmen kendi yolunda savaşan, sınırlandırılmamış ve öfkeli bir dahi değildir. Hayatın değişimlerinin onu evcilleştirmesine izin vermiştir. Oysa Kierkegaard'ın gözünde gerçek dahi, 'herhangi bir rüzgârla söndürülen minik bir mum değil, rüzgârın sadece meydan okuduğu bir ateştir.'
Andersen'in Yalnızca Bir Kemancı adlı romanında Kierkegaard, kahramanın hayatını anlamlı bir bütün halinde düzenleyen üstün bir fikir olan "yaşam felsefesi" ni özler. Bir romandaki "yaşam felsefesi", kendini çoğu kez, tutarlı bir hikaye anlatan, her şeyi bilen ve manipülatif bir anlatıcı aracılığıyla gösterir. Ona göre yazmak, doğası gereği en azından anlamlı olduğu için tutarlı bir şekilde anlaşılabilen ve tanımlanabilen bir inancı temsil etmelidir. Bu iyi düzenlenmiş dünya resminde birey sadece bir figürandır. Goethe'nin ünlü romanı Wilhelm Meister'deki kahramanın kişisel gelişimini konu alan geleneğin takipçisi klasik Bildungsroman, bu arayışı ve yerine getirilmesini anlatır. Böyle bir romanın bir "yaşam felsefesi" vardır. Kierkegaard'ın düşüncesi ve Andersen'e yönelik eleştirisinin temeli, Danimarka Altın Çağı ideolojisini destekleyen ve Goethe'den etkilenen hümanist geleneğe dayanır.
Kierkegaard ve Andersen arasındaki ilişki, bugün bile konunun uzmanları için gizemini korumaktadır. Filozof ve şairin sıcak olmayan ilişkileri zaman içinde gizemli bir dostluk hâlini almıştır. Öyle ki, yeni kitaplarını birbirlerine göndermeleri bunu ispatlar niteliktedir. Andersen'in Kierkegaard'ın fikirlerine değer verdiği açıktır. Örneğin, 1862'de İspanya'ya yaptığı yolculuk sırasında çantasında Kierkegaard'ın son derece zor olan "Kaygı Kavramı" adlı kitabı vardır.
İlk bakışta, iki yazar hayal edilemeyecek denli farklı görünür: Bir yanda fantastik ve canlı bir dil kullanan Hans Christian Andersen, diğer yanda zeka adamı olarak bilinen kurnaz filozof Soren Kierkegaard. Kierkegaard, sürekli arayış içinde huzursuz bir entelektüel olarak dönemin çalışmaya isteksiz burjuvazisine karşı dini anlatma çabasındadır. Andersen ise çocuksu düşüncelerini kitaplara aktaran iyi bir masal yazarıdır. Yine de tarihçi Andre Roes, bu birbirine zıt yapıdaki iki yazarı bir tür ikili biyografide bir araya getirir ve iki yazar hakkındaki klişelerin yanlış olduğunu gözler önüne serer. Ona göre Kierkegaard'ın şaşırtıcı derecede yumuşak ve insani bir tarafı vardır. Andersen ise, genellikle tasvir edildiğinden çok daha karmaşık ve derindir. Daha yakından incelendiğinde, düşünme biçimlerinin o kadar da farklı olmadığı görülür: Roes, bu iki büyük ruhun her ikisinin de XIX. yüzyılın dini ve varoluşsal sorunlarıyla ilgilendiğini ve bunu yaparken tamamen kendilerine özgü bir yol benimsediklerini ifade eder ve ilerleme konusundaki iyimserliklerine de dikkat çeker.
Johan de Mylius'un, Andersen ve Kierkegaard için kullandığı şu ifadeler ise dikkat çekicidir: “Bilmek istediklerinden çok daha fazla ortak yönleri vardır. Hem yalnız, hem de karmaşık insanlardır ve kendilerini, yazdıklarının arkasında olduğu iddia edilen bir şeyi saklı tutan modern tipler olarak göstermekten hoşlanmaktadırlar. Örneğin, onlar için acı çekmek vazgeçilemez bir durumdur."
Kierkegaard bir yazısında "ben hiç çocuk olmadım" derken, Andersen de benzer bir şekilde "hiç genç değildim" diyerek benzer ruh hâllerini ifşa etmektedir. Böylece ikisi de yaşanmamış bir hayatları olduğunu vurgulamış olurlar.
FACEBOOK YORUMLAR