Av. Cemil ALTINBİLEK

Av. Cemil ALTINBİLEK

[email protected]

Sükût Ehli        

16 Aralık 2021 - 09:37 - Güncelleme: 16 Aralık 2021 - 18:42

Sükût Ehli         
                  

Hakkı Altınbilek(1934-2021),



Manisa’nın merkezinde doğdu, burada yaşadı, burada Hakk’a rücu etti. Ama gönlü ve aklı hep İstanbul’da dünya ve ûkbâ güzeli sevdalısında oldu.

Babası Hasan Hüsnü Bey de ticaretle meşgul olurdu. Daha 8, 10 yaşlarından itibaren, çocuk yaşlarında dahi, mal almak için, o zamanın şartları ile tren ve vapur aktarmalı İstanbul’a gelirler, Bandırma Vapurundan Tophanede inerler, Sirkeci’deki otellerine yerleşirler. Sonrada Mercan Yokuşu, Mahmutpaşa, Kapalı Çarşı, Çarşı Kapı, Gedik Paşa, Bâyezid’de, dolaşarak alış verişlerini yaparlar, Tacir dükkânının eksiklerini tamamlarlarmış.

Bu ticaret koşuşturmasında arta kalan zamanlarda da İstanbul’u 1940’lı yıllarından beri temaşa eder, o günlerden beri,  bilhassa sur içi İstanbul’un, meşhur ziyaretgâhlarını ve semtlerini gezerlermiş.

Yine böyle bir gezme anında, Fatih tramvayında küçük Hakkı’nın gözü, yaşlı ama dinç bir İstanbul Beyefendisine takılır kalır. O zat da kendisini süzmektedir. Öyle tesirli bir nazar ile karşı karşıya kalmıştır ki, seksen sene sonra dahi O nazarı hatırlar durur, kimdi O şahıs diye mırıldansa da, pek kimseye söylemediği kalbî cevabı da hazırdır.

Askerlik çağına kadar, Manisa eşrafının en zarif ve kibar Terzisi ve de en meşreb-i  rindane’si  Ali Uludağ’ın çırağı ve kalfası olur. Dilinden şarkılar ve edebiyatımızın en nadide şiirleri her daim dökülen Usta, sonraki yıllarda da üstadı ve yol gösterici Ağabeyi olacaktır.

Askerliğini de İstanbul’da yapar, Sirkeci’den Halkalı ’ya tren istasyonlarını, Eminönü’nden Avcılar’a kadar otobüs duraklarını, teşbih tanesi gibi dizilerek, ezberine nakşeder, zaman zaman bu yerleri yâd ederek İstanbul’da doğup, büyüyen torunu Nurcan’a kız sen İstanbul’un neresindensin şarkısını söylerdi.

Askerlik dönüş babası H. Hüsnü Beyi’ in iş ortağı olarak ticarete atılır. Üstadı Ali Uludağ ile ünsiyetleri devam ederken, edep abidesi bir dost daha katılır aralarına, O da Mehmet Avni Başarandır. Mehmet Bey o sıralar Manisa Lisesinde memurdur. Liseye de Nazik Erik isminde yeni bir edebiyat öğretmeni tayin olmuştur.  Nazik öğretmenin hâli, bilgisi, görgüsü Mehmet Bey’i derinden etkilemiştir. Böylece hep birlikte ailece görüşmeye başlarlar.

Bu defa Nazik hoca başka bir ufuk açar. Sâmiha Ayverdi’nin kitapları ve sohbetleri; Ali Uludağ, Mehmet A. Başaran ve Hakkı Altınbilek’ten oluşan bu dost gurubunu, Ateş Ağacı’ndan alır, İnsan ve Şeytan’a götürür.  Mabette Bir Gece’den, Yaşayan Ölü’ye vardırır. Son Menzil’i hedef tutup, Mesihpaşa İmamı’na,  Dost’a ulaştırır. Ve Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık anlayışı tefekkür edilirken, İbrahim Efendi Konağı ile eski İstanbul Kültürü, Boğaziçi’nde Tarih ve Türk Tarihinde Osmanlı Asırları ile bütün bir geçmiş harmanlanır. Kölelikten Efendiliğe giden yollar aranır. Bazen Milli Eğitim konuşulur, bazen de Misyonerlik, en nihayet Yeryüzündeki Adımlar sayılır ve yine Rahmet Kapısına ulaşılır.

Daha sonra da Ken’ân Rifâî Büyükaksoy’un, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Mesnevisi şerh ve sohbetlerinden meydana getirilmiş, Mesnevî-i Şerif okunur, sohbet koyulaşır, iştirak artar. Ama Hakkı Bey, hep dinleyicidir, hıfzedicidir.

Hatta Hakkı Altınbilek dinlemekle kalmaz, kırk küsur adede varan Samiha Ayverdi külliyatını, bazı yerlerini satır-satır çizerek, ezber derecesinde okur. Hele Şerhli Mesnevî-i Şerif’ten çok etkilenir. Senelerce Manisa Çarşısındaki Tacir Dükkânının içinde bulunan 2-3 metrekarelik yazıhanesinde, kitapların ciltleri dağılıncaya kadar elinden düşürmez.

Tabii ki, Nazik Hoca ile birlikte İstanbul’a daha sık ziyaretler yaparlar, mutlaka da 7 Temmuzlarda icra edilen mevlidi şerifte, Ken’ân Rifâî Büyükaksoy’u anma ve buluşma günlerini kaçırmazlar.

Okuma dönemi azaldıkça, sukutu ve seyranı artar. Ruh huzuru ve dinginliği halinden de anlaşılır.

Hakkı Altınbilek ’in hilkatten kendisine hediye edilmiş iki önemli özelliği vardır.

Birincisi pek kıvrak bir zekâ ve müthiş bir hafızadır.  Bu özelliği ile okudukları ve dinledikleri hafızasına hemen nakşeder ve yine o derece kuvvetli muhakemesi ile onları zaman-mekân süzgeci içinde tefekkür eder durur. Bu özelliğini, O yine, öğrendiği ve yaşadığı yüksek bir tevazuu ile örtmektedir.

İkincisi ise, pek konuşkan olmaması, yani sükût ehli olması, dinleme, anlama, öğrenme temayülünün de yüksek bulunmasıdır. Her ne kadar bu özelliğin avantaj olup, olmadığı hususunda tereddüt edenler olabilir ise de, içinde bulunduğu kültür ortamı ile bu özelliği, Hakkı Bey’de bir meziyet olarak inkişaf etmiştir.

Zaten rehberi de; “ Sukût Hakikat-i Tevhiddir”  demiş ve devamında;

“ Ben gibi bir noktayım, hayrete gizlenmişim,
   Ken’ân’a tevhid için, samt ü sükût zikr olur.”

Diyerek, en güzel şiirlerinden birini söylemiştir.

Sükût ehli olma özelliğinin bir istisnası ise, kendisine doğrudan yöneltilen bir sual olur ise, verdiği veciz ve kısa cevaplar ile ilim ve irfan dağarcığını açması ile ortaya çıkıverir. Hatta bu kısa cevaplar bazen Samiha Ayverdi külliyatından altı çizilmiş bir paragraf, bazen de Mesnevi Şerif şerhinden veya sohbetlerinden bir cümle olarak, mehaz da belirtilerek hafızasından fışkırıverirdi. Bir diğer istisna ise devamlı yanında veya yakınında olan iki oğluna, her fırsatta dağarcığını açıp, kültür birikimini dökmesi idi ki; bunu sadece onlar bilmekteydi. Bu durumu Hızırzâde Sâid Bey’in bir beyiti ile de bağlayabiliriz.

“ Sükûtu, bilmediğinden değil, edebindendir.
   Gerçi söylemez ammâ, neler bilir âşık…”

Böylece Hakkı Altınbilek tasavvufi-irfanî geleneğin çağdaş terennümü ile üstelik taşrada, kendi içinde kemâlâtı yakalamış ve tevhide ulaşmış olarak, huzur içinde bereketli bir ömür sürdü. Son günlerinde “ölüm diye bir şey yoktur, bir kapıdan bir kapıya geçmektir” dedi. Hiç tekkeye veya dergâha gitmedi, hiç cehrî zikre girmedi, zaten bunlar dönemlerini doldurmuş ve kapatılmışlardı. Ama rehberinin gösterdiği yolda; “ten tekke, gönül makam, kalbi Cemâl nuruyla dolu” olarak, Samiha Anne-Ayverdi’nin delâletiyle, kitabî bir şekilde ve sohbet halkasında ve de O’nun ruhaniyeti ile daima irtibat halinde,  aşk ile yürüdü. Hatta hiç dervişim de demedi, ama bir derviş gibi yaşadı ve öylece göçtü, gitti…

Cemil Altınbilek

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum