SERÇE
Abbas BİLGİLİ
Çocukluğumuzda kuşlarla olan maceramız hayli ilginç olmakla birlikte, şimdilik diğerlerini bir kenara bırakarak serçeden bahsetmek istiyorum. Serçe sadece benim değil, öyle tahmin ediyorum ki, herkesin hayatında şöyle ya da böyle bir yer edinmiştir.
Gerçi, gün geçtikçe betona boğulan kentlerde yeni nesiller serçeyi ne kadar tanıyor bilemiyorum ama eskiden köyde de kentte de yakınımızda yanıbaşımızdaydı bu küçük kuş. Yakınımızdaydı derken, laf olsun diye söylemiyorum. O kadar yakın ki, bazen sofra ucuna, bazen masanın kenarına kadar gelip, tehlike sezmezse elimize kadar yaklaşırdı.
Hatırlıyorum, bizim köyde senenin büyük kısmını tütünle uğraşmakla geçirirdi köylüler. Sabahın karanlığında kırılan tütünler (toplanan yapraklar) evin önüne ya da bahçede bir ağacın altına küme halinde yığın yapılır ve gün boyu tütün dizme işi başlardı. Tütün yapraklarından oluşan kümenin etrafına oturan ev sakinleri hep birlikte tütün dizme işine başlar, yaprakları demet haline getirirlerdi. Evin önünde ya da bahçede tütün dizme işi devam ederken serçelerin şarkısı hiç bitmezdi. Dut, incir ya da kavak ağaçlarının üstünde daldan dala atlayarak cıvıl cıvıl öterlerdi. Serçelerin şarkısı dedim ama buna belki şamata da denebilir. Çünkü serçelerinki biraz da şamataya benziyordu. Susmak bilmeyen bazı insanlar gibi serçeler de yuvalarına çekilinceye kadar eşlik ederdi ağaçların altında tütün dizen insanlara.
Sadece ağaçlarda değil, yere ve özellikle de hayvan gübresinden oluşan yığınların üzerinde de yiyecek ararlardı. Eskiden köylerde keçi ve sığır fazlaydı. Bunların gübresine “zibil” derdik. Zibilliğin üzerinde gezinen serçeler bulabildikleri arpa tanelerini gagalayıp yutarlardı. Gübredeki sindirilmemiş tohumlar serçeler için bir ziyafettir. Çoğu zaman tavukların önüne serpilen yemden de paylarını alırlardı. Bugün “serpme kahvaltı” denilen şeyi görünce tavuklara yem serpmemizi hatırlıyorum ve ciddi ciddi düşünüyorum. Tavuklar, serpilen yem tanelerini tek tek seçerler, hiç israf etmezlerdi, yem ziyan olmazdı. Oysa bugün insanların serpme kahvaltısı bir israftan başka bir şey değil, insan bu konuda “kuş beyinli” diye küçümsediğimiz tavuk kadar bile olamıyor.
Şimdi yağmayan kar, eskiden her kış ciddi biçimde yağardı. Zavallı serçeler yem bulmakta zorlanırdı, çünkü yerler karla kaplı olduğundan konacak yer bulamazdı. Bulabildikleri toprak parçasına konmaya çalışırlardı. Biz yaramazlık yapar, serçelerin bu zavallılığından yararlanmaya çalışırdık. Konmaları için küçük bir alanın karını temizler ve onlara tuzak kurardık. Un elemekte kullanılan elek veya bulgur elemekte kullanılan kalburu bir çubukla yere açı oluşturacak biçime yerleştirip, bu çubuğa da uzun bir ip bağlardık. İpin diğer ucu bizde olurdu ve uzaktan serçelerin o bölgeye gelmesini beklerdik. Zavallı hayvanlar kalburun altına gelince ipi çekerek serçelerin üstüne düşmesini sağlardık. Serçeler atak, hareketli ve akıllı olduklarından çoğunlukla kaçıp kurtulurlardı, ama yakalanan da olurdu.
Bizim köyün serçeleri yuvalarını ağaçlara yapmayı tercih etmezdi. O zamanki köy evlerinin dış cephelerindeki boşluklara, çatı altındaki saçaklara yuva yaptıklarını hatırlıyorum. Taş duvarların dış cephesinde sıva olmadığı için boşluklar olurdu ve serçeler bu boşlukları kullanırdı. Ya da köyde “süfek” dediğimiz çatı altındaki saçaklara yuva yaparlardı. Nisan-Ağustos döneminde yılda 4’e kadar yavru yapabilirler. Yavrulara yem götürmek için günde 400 defa yuvaya yiyecekle uçtuğu tespit edilmiş. Boyu 15 cm, ağırlığı 25 gr olan bu küçük hayvanın kalbi dakikada 800 defa atar, çünkü vücut sıcaklığını 42 derecede tutmak zorundadır. Oysa insanın kalbi dakikada sadece 66 defa atar.
Kuşların yuvası muntazamdır ama serçelerinki biraz dağınıktır. Dağınık olmaları temiz olmadığı anlamına gelmez, zira su ve kum banyosu yapmayı seveler. Yuvayı eşler birlikte yapar. Toplanan çer çöple inşa edilen dış yüzeyin iç kısmı ise daha küçük ve daha yumuşak ıvır zıvırla döşenirdi. İç tasarımdan dişi kuş sorumlu olmakla birlikte erkeğin de yardımı olur. Erkeklerin eşlerine çok da sadık olmadıkları biliniyor, yavruların yüzde 19’u başka babadandır. Yuvaları diğer kuşlar kadar özenli değildir. Daha kaba saba, daha dağınık yuvalara sahiptir. Hatta biraz da çöplüğe benzer. Olsun! Yine de bir yuvası var! Bir türkümüzde şöyle deniyor:
Hep kuşlar da yuva yapmış,
Serçe kadar olamadım.
Bu sözlerde yuvasızlığa vurgu yapılırken, biraz da serçenin küçümsendiğini görebiliyoruz. Oysa serçe gerek cıvıl cıvıl oluşu ve gerekse minikliği nedeniyle bazı şarkıcıların benimsenen lakabı olmuştur. Bir zamanlar Fransa’nın çok sevilen şarkıcısı Edith Piaf’a “Paris Serçesi” veya “Kaldırım Serçesi” denirdi. Bizde de Sezen Aksu, “Minik Serçe” olarak bilinir. Kısa boylu olmalarının yanında serçe gibi kıpır kıpır olmaları da bu lakabı almalarında rol oynamıştır. Zaten İngilizce de serçe anlamına gelen sparrow kelimesinin “kıpır kıpır” anlamına gelen sparo kelimesinden türediği söyleniyor. Müzikten laf açmışken belirtelim ki, Mozart’ın Do majör KV 259 Serçe Ayini muhtemelen ünlü bestecinin serçeleri gözlemlemesi sonucunda bestelenmiştir.
İnsanların hem sevdiği hem de en gıcık olduğu hayvanın serçe olduğu söylenir. İnsanlarla daha yakın olan ev serçeleridir. Ev serçesi dışında tarla serçesi, söğüt serçesi, İtlayan serçesi gibi türleri de var.
Serçenin insanla birlikteliği çok eskilere dayanır. Buzul çağından tarım devrimine geçilişi takiben insanlar yaklaşık 7 bin yıl önce yerleşik hayata geçtiler ve serçelerle ortaklık da o zaman başladı. İnsanlar nereye gittilerse serçeler de onları takip etti. Yeni kıtalar keşfeden gemilerle yeni kıtalara insanlarla birlikte yayıldılar. İnsanın terk ettiği yeri onlar da terk etti. Bazı doğa bilimcilerin serçelerle ilgili olumsuz düşünceleri de var. Tembel ve obur dedikleri serçelerin her yerde insanların karşısına çıkarak sadece sinir bozduklarını, yarardan çok zarar verdiklerini söyleyenler var.
Kilisenin de serçe ile sorunu var. İsa çarmıha gerilirken gagasıyla çivi getirenin serçeler olduğu söylenir. Martin Luther de serçelerin kırlangıçtan daha kötü ve daha zararlı olduğunu, eline geçen her şeyi çalıp çırpıp yediğini söyler. İncil’de de serçeden bahsedildiğini görüyoruz: “Beş serçe iki meteliğe satılmıyor mu? Ama bunlardan bir teki bile Tanrı katında unutulmuş değildir. Nitekim başınızdaki bütün saçlar bile sayılıdır. Korkmayın, siz birçok serçeden daha değerlisiniz” (Luka, 12/6-7).
Kapitalizmin doğayı çıkar uğruna talan ettiği görüşü doğrudur, ancak eksiktir. Pratikteki komünizmin sicili de bu konuda masum sayılmaz. Örneğin Çin’in devrimci ve “yanılmaz” önderi Mao 1957’deki parti kongresinde serçeyi “komünizm düşmanı” ilan etti. Tarıma zarar vererek komünizme de zarar verdiği iddia edilen serçelere karşı bir ölüm seferberliği başladı ve 600 milyon Çinli üç günde 2 milyar serçeyi öldürdü. Serçelerin yokluğu bu defa böceklerin çoğalarak tarımın mahvolmasına neden oldu.
Prusya Kralı II. Frederick de sevdiği kirazlara zarar veriyor diye serçe yakalayanlara ödül vaad edince serçe popülasyonu azalmış ve bu defa kirazlar tırtıl ve diğer böceklerin istilasına uğramıştı.
Elbette serçe dostluğu düşmanlığından fazladır ve bu sebeple de ünlü ressamların tablolarında, ozanların şiirlerinde bu küçük kuşa yer verildiğini görüyoruz. Wilhelm Busch Serçe başlıklı şiirin bir yerinde şöyle diyor:
Ve işte kış geldi
Her çatıya kar yağdı
Hiçbir gerçek serçe açlıktan ölmez
Bilir çatıdaki deliklerin yerini
Şu alıntı da Wilhelm Hey isimli şairin de Serçe ve At isimli şiirinden:
Ve yaz sıcağı geldiğinde
Pis sinek sürüleri de ortaya çıkar
Ama serçe aynı anda yüz tanesini yakalar
Böylece at ne acı çeker ne rahatsızlık duyar
Böcekler serçe için çok önemlidir. Özellikle yavruların mutlaka proteinle beslenmesi gerekir ki, bu da böceklerle mümkün. Böceklerin azalması serçelerin de azalması anlamına geliyor. Tarım ilaçları böceklerle birlikte serçeleri de yok ediyor. Kentlerdeki yapılaşma biçimi de serçe nüfusunu tehdit ediyor. Pürüzsüz duvarlara yuva yapamıyorlar. Cam, çelik ve betondan ibaret kentlerde serçeler kendilerine yer bulmakta zorlanıyor. Cadde ve sokaklardaki ağaçlarda, parklarda sıkışıp kalan serçe sürüleri insandan ayrılmak istemiyor ama insanlar ona bilerek veya bilmeden büyük zarar veriyor. Otoyollarda hızla giden araçlara çarparak ölen çok sayıda serçe var. Yere tükürdüğümüz sakızlar dahi serçelerin gagalarına yapışarak ölümlerine neden oluyor. Son otuz yılda yüzde 80 azalmış durumdalar ve nüfusları tahminen 500 milyona kadar indi.
Çocukluğumuzda bizlerle birlikte yaşayan serçelerin bugün kentin dar alanlarına sıkışan serçelerden daha mutlu oldukları muhakkak. Kentin mutsuz serçeleri depremden de etkilendiler. 6 Şubat 2023 Depreminin serçeler için de bir yıkım olduğunu şair Şakir Kurtulmuş Hiçbir Mevsime Sığmıyor Kuşlar isimli kitabındaki aynı isimli şiirinde bakın anasıl anlatıyor:
bahçelerde toplanan kuşlar
hiçbir mevsime sığmıyor
karartma yapılan evlerin üstünden
sürü halinde geçip giderken
güvercinler, kırlangıçlar
acıyarak bakıyor
evleri yıkılan serçelere
FACEBOOK YORUMLAR