Av. Abbas BİLGİLİ

Av. Abbas BİLGİLİ

[email protected]

REFİK HALİT KARAY'IN YAZILARINDA HATAY

14 Eylül 2024 - 19:33 - Güncelleme: 14 Eylül 2024 - 19:42

REFİK HALİT KARAY’IN YAZILARINDA HATAY

Abbas BİLGİLİ


 

Önceki yazımızda Refik Halit Karay’ın Çete isimli romanını, Hatay ile bağlantısı yönüyle incelemiştik. Bu defa diğer çalışmalarında Hatay’a nasıl yer verdiği üzerinde duracağız. Zira yazarın başka yayınlarında da Hatay konusuna ciddi şekilde yer verdiği görülmektedir ki bunlar, üzerinde durmayı hak eden önem ve özelliktedir. Refik Halit’in Milllî Mücadele sonunda yurt dışına çıktığı ve sonrasında da uzun süre Lübnan ve Suriye’de sürgün hayatı yaşadığı biliniyor. Sürgün yıllarında Beyrut, Şam ve Halep gibi şehirlerde yaşarken sık sık Antakya’yı da ziyaret ettiğini yazılarından anlıyoruz. O zamanlar Türkiye dışında ve Fransız Mandası altında olan Antakya’yı ziyaret etmek, yazarın Türkiye özlemine de bir nebze olsun çare oluyordu, çünkü sınırdaki Antakya’dan Türkiye’ye bakabiliyordu.

Sürgün hayatı yaşadığı bu coğrafyayı çok iyi tanıyan yazar, bunu eserlerine de fazlasıyla yansıtmıştı. Yazarın Gurbet Hikayeleri (1940) de büyük ölçüde bu coğrafyadan doğmuştur. Örneğin bu kitaptaki Eskici öyküsünde sürekli Arapça konuşmalar dinleyen kahramanın yurt özlemi ve “Türkçe konuşacak adam bulamayacağına ağlamaktadır”1 cümlesi esasen öykü kahramanı üzerinden yazarın iç dünyasını anlatmaktadır.

Sadece bir edebiyatçı olarak değil, yaşadığı bölgenin siyasi gelişmelerini de kendi tanıklığı ve bilgisi ile harmanlayarak bilimsel nitelikte makalelere dönüştürdüğünü görüyoruz ki, bu bağlamda “Manda Altında Suriye” başlığı altında Tan Gazetesi’nde 1941 yılında kaleme aldığı 4 adet seri makale bu yönüyle dikkat çekiyor.2 Yazılarında Suriye ve Lübnan’ın izlerini fazlasıyla görüyoruz. Bu bölgenin hemen kuzeyinde Anadolu’ya geçiş güzergâhındaki Hatay ise yazarın önemle ve özellikle üzerinde durduğu bir muhit.

Antakya ve çevresinden bahseden bu yazıların en azından bir kısmına değinmek istiyoruz. Konuya ilişkin tüm yazıları ele almak amacımızı aşıyor. Daha çok Antakya, İskenderun ve çevresine gösterdiği ilgiyi öne çıkarmaya çalışacağız.

Yazarın Sakın Aldanma İnanma Kanma isimli kitabında toplanan yazılar içinde; Hatay’ı Hülasa, Hatay’ın Dört Kapısı, Fransız Edebiyatında Antakya, Tarihe Gömülü Antakya, Hatay Yaylalarında başlıklı yazılar konumuzla doğrudan ilgili ve övgü dolu metinler. Bir İçim Su isimli kitapta ise Ayşe Gül, Çadırda, Kır Kahvesi, Sis Dalgası, Antakya, Amuk Ovası, Ördek Avında Akşam, Amuk Bataklığı, Daha Güzel Olabilirdi, Pazar Yeri başlıklı yazılar bölgeye ilişkin ilginç yazılar. Aynı kitaptaki Türk Mezarı başlıklı yazı doğrudan Hatay’la ilgili olmasa da yakın coğrafyadaki Süleyman Şah mezarıyla ilgilidir. Bu yazıların tamamını buraya almamız mümkün olmadığı gibi, yöntemimize de uygun değil. Bu sebeple yazılardan bazı bölümler üzerinde durmayı yeterli görüyoruz.

17 Ocak 1947 günlü Akşam Gazetesinde yayınlanan Bayır-Bucak’a Dair3 başlıklı yazının da kısaca üzerinde durmakta yarar var. Bayır-Bucak, Hatay’ın güneydeki ilçesi Yayladağı ile Suriye’nin Lazkiye kenti arasındaki bölgede iki nahiye ismidir. Bu nahiyeler ve köyleri tamamen Türkmendir. İstanbul’da Cumhuriyet gazetesinin “bu bölgedeki halkın ezici çoğunluğu Türkmenlerdir” demesini Halit Refik eleştirmekte ve bu bölgedeki halkın ezici çoğunluğu değil, tamamının Türkmenler olduğunu üstüne basarak söylüyor, o bölgede Türk’ten başka birine rastlamazsınız diyor. Bununla yetinmiyor ve bu derece diline, adetlerine, anane ve ırk icaplarına bağlı, sadık, vefalı kalmış bir Türk cemaatine değme yerde rastlanmaz demeyi de ihmal etmiyor.

Bir İçim Su’daki, Hatay Sırtlarında ana başlığı altında yayınlanan ilk yazı Ayşe Gül adını taşıyor.4 Hatay sırtlarından, İskenderun düzlüğünden bahsederken yer ve çiçek isimleri üzerinden yörenin Türklüğüne vurgu yapılan bu yazı ilk defa 1924 yılında yayınlanmış. Belli ki yazar bu yazı ile ileride yazacağı Çete romanının tohumlarını atmaya başlamış. Aynı kitaptaki Çadırda başlığını taşıyan ikinci yazıda Amanos Dağları’nın yamacındaki yaylada kurduğu çadırdan İskenderun Körfezi’nin seyrini harika üslubu ile anlatıyor.5 Bir başka yazıda İskenderun Körfezi ve Belen Geçidi’nin sisler altındaki buğulu görüntüsüne yer veriyor.6 Soğuk Oluk’taki kır kahvesi bile övgüden nasibini almış.7 Papatya kokulu serin rüzgârın estiği Amik Ovası için “rızık ve nimet diyarı” diyor, ancak ovanın bataklığından ve sineklerinden rahatsızlığını da belirtmeyi ihmal etmiyor.8 Bir zamanlar Amik Ovası’nın ortasında Amik Gölü vardı ve doğayı mahvetmekte çok mahir olan insan, bu gölü kuruttu. Benim çocukluğumdaki haritalarda o göl vardı. Yazar, o gölün mevcut olduğu günlerde ördek avından9 ve bataklıklardan10 ayrıntılı biçimde bahsediyor. Yağmurlu bir günde araba ile Amik Ovası’ndan geçerken dünya daha güzel olabilirdi diye düşünüyor11 ve ovadaki bir köy pazarında satışa sunulan mallar ile kadınlı erkekli farklı farklı insanları kıyafetleriyle, dilleriyle ve yüz hatlarıyla oldukça canlı anlatıyor.12 Okuyucu kendini pazar yerinde sanacak kadar canlı!

Rahatlıkla söyleyebilirim ki, Bir İçim Su’da benim favorim Antakya başlığını taşıyan yazı.13 Antakya ancak bu kadar güzel anlatılır… Güçlü gözlemle muhteşem üslup Türkçenin estetiği ile birleşince Antakya’nın güzelliğine güzellik ekleniyor. İşte birkaç satır:

İşte Antakya!

Benim gördüğüm ve sevdiğim Antakya budur: Yeşil bir ova kenarında, sırtını rahat bir dağa vermiş, ayaklarını coşkun bir nehre uzatmış, bacalarının dumanını tüttürerek çınar gölgesinde dinlenen, keyif getiren hoş, münzevi belde!

Meyve, çiçek, su beldesi...”

Havasında bir meyan balı çeşnisi, göğünde hafif bir menekşe şurubu rengi, pınarlarında yaz yağmurundan sonraki toprak kokusu var diyor. Ve devam ediyor:

İşte kucak kucak çiçek, işte sepet sepet meyve, işte Adem ile Havva’nın kovulduğu ülke!

Meyve, çiçek, su ve nur ülkesi…

Antakya’da sade meyvenin, çiçeğin, suyun değil, asıl sohbetin zevki var.”

Belli ki yazar, Beyrut, Şam ve Halep’te özlediği sohbeti Antakya’da bulmuş. Asi boylarında kır kahvelerindeki sohbetlerden, Keldağ’ın ihtişamına kadar anlatmadığı bir şey kalmamış.

Refik Halit’in sürgün yıllarındaki yalnızlığı, karamsarlığı ve üzüntüyü Hatay topraklarına adım atarak üzerinden attığını yazdıklarından anlıyoruz. Bir başka kitabındaki Hatay Yaylalarında başlıklı yazı14 da oldukça muhteşem. Mevsim geldiğinde yakıcı ve bunaltıcı gurbet diyarlarından Hatay yaylalarına çıktığında içindeki gurbet acısının dindiğini belirtirken, yarı yolda içime çınar gölgesi iner, çağlayan serpintisi düşer, ardıç tütsüsü sinerdi; iman huzuru duyardım diyor. Hatay’ın o zamanlar henüz Türkiye dışında olmasından dolayı semadaki yabancı bayraktan duyduğu rahatsızlığı da açıkça belirtiyor.

Hatay’ı Hülasa15 ve Hatay’ın Dört Kapısı16 başlıklı yazılarda Antakya’nın coğrafya ile bütünleşen tarihine değinirken, Fransız Edebiyatında Antakya17 başlıklı yazıda bazı Fransız yazarların Antakya’ya dair övgü dolu sözlerine yer veriyor. Meselâ Maurice Barres, “Asi Nehri kenarında dizilmiş şehirler hoştur; lakin Antakya hepsinden fazla hoştur. Ben Antakya’ya aşığım” demiş.

Ve geldik depreme… Hatay üzerine öykü, roman, deneme ve hatta şiir yazanlar bir deprem diyarı olan Hatay’ın depremlerine değinmeden geçmemiştir. Refik Halit’in de bir yazısını Hatay depremlerine ayırdığını görüyoruz.18 İşte bazı satırlar:

Eski Antakyaları, böyle üst üste hiçbir eser bırakmayarak yere gömen kudret ve fena talih nedir?

En başında zelzele gelir. Şehir, milattan önceki tesisinden Haçlılar devrine kadar 22 büyük zelzele görmüş, yarı yarıya çökmüş, hatta dört defasında büsbütün mahvolduğu için dört kere yeniden kurulmuştu. Ehlisalip devrinden sonra da yenisi 1872 senesine tesadüf eder ki bu felaket esnasında şehrin büyük kısmı tamamen yıkılmıştı. Bir mütehassısın hesabına göre birinci asırdan beri Antakya 40 zelzele geçirmiştir.

Eski müelliflerin hepsi zelzelelerden bahsederlerken yeraltından kızıl alevler ve kara dumanlar fışkırdığını da söylerler; hatta bazılarına bakılırsa yer yarılır ve üstünde ne varsa alıp götürür, meydan bomboş ve dümdüz kalırdı.

İşte bugünkü Antakya evlerinin tahtadan, geniş avlulu, tek kat ve zayıf duvarlı yapılmasının sebebini bu korkuda aramalıdır.”

Antakya’nın depremle çöküşünü üzüntüyle anlatan yazar ümitsiz değildir. Her depremden sonra yeniden dirilişini de hatırlatarak geleceğe yönelik ümitlerimizi canlı tutar. İşte yeniden dirilen Antakya:

Fakat her zelzele, her yangın, her kıtalden sonra Antakya tekrar kuruluyor, bezeniyor; yeniden kıymetli eserler, şahane binalar, lüks eşyalar, saraylar ve hanümanlarla donanıyor; dünyanın hasedini, merakını uyandıracak, serdarlarına gözünü kamaştırıp ordularını harekete geçirecek bir azamet ve haşmet kazanıyordu.”

Eski depremlerden sonra yeniden ayağa kalkmasını bilen Antakya’nın 6 Şubat 2023 depreminden sonra da yeniden dirilerek ayağa kalkmasını ve bütün güzellikleriyle gülümsemesini bekliyoruz.

1 Refik Halit Karay, Gurbet Hikayeleri, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 2019, s. 10-15

2 Refik Halit Karay, Sulhte Cimri Harpte Müsrif, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 2017, s. 294-324

3 Refik Halit Karay, Sulhte Cimri Harpte Müsrif, s. 354, 355

4 Refik Halit Karay, Bir İçim Su, (Ayşe Gül), İnkılap Kitabevi, İstanbul 2021, s. 9-12

5 Refik Halit Karay, Bir İçim Su, ((Çadırda), s. 13-15

6 Refik Halit Karay, Bir İçim Su, (Sis dalgası), s. 19-21

7 Refik Halit Karay, Bir İçim Su, (Kır Kahvesi), s. 16-18

8 Refik Halit Karay, Bir İçim Su, (Amuk Ovası), s. 27-29

9 Refik Halit Karay, Bir İçim Su, (Ördek Avında Akşam), s. 31-33

10 Refik Halit Karay, Bir İçim Su, (Amuk Bataklığı), s. 34-36

11 Refik Halit Karay, Bir İçim Su, (Daha Güzel Olabilirdi), s. 37-40

12 Refik Halit Karay, Bir İçim Su, (Pazar Yeri), s. 41-49

13 Refik Halit Karay, Bir İçim Su, (Antakya), s. 22-26

14 Refik Halit Karay, Sakın Aldanma İnanma Kanma, (Hatay Yaylalarında), İnkılap Kitabevi, İstanbul , s. 186-190

15 Refik Halit Karay, Sakın Aldanma İnanma Kanma, (Hatay’ı Hülasa), s. 110-114

16 Refik Halit Karay, Sakın Aldanma İnanma Kanma, (Hatay’ın Dört Kapısı), s. 115-121

17 Refik Halit Karay, Sakın Aldanma İnanma Kanma, (Fransız Edebiyatında Antakya), s. 122-125

18 Refik Halit Karay, Sakın Aldanma İnanma Kanma, (Tarihe Gömülen Antakya), s. 126-130)

 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum