Av. Abbas BİLGİLİ

Av. Abbas BİLGİLİ

[email protected]

REFİK HALİT KARAY'IN ÇETE ROMANINDA HATAY

23 Ağustos 2024 - 11:55

               REFİK HALİT KARAY’IN ÇETE ROMANINDA HATAY
                                                                                                      Abbas BİLGİLİ
 
Muhalif bir yazar olarak bilinen Refik Halit, 1888 yılında doğmuş ve Osmanlı’nın son dönemi, sürgünlük ve Cumhuriyet dönemi gibi önemli aşamaları yaşamıştı. İttihat ve Terakki’ye muhalif yazıları nedeniyle 1913 yılında Sinop’a sürgün edilmiş değişik yerlerde dörtbuçuk yıl sürgün hayatı yaşamıştı. Yazı hayatının yanında memuriyete de giren Refik Halit 12 Nisan 1919’da PTT Genel  Müdürü olarak atandı. O günlerde 15 Mayıs 1919’da Yunan Ordusu İzmir’i işgal edince Refik Halit için zor  bir dönem başladı. Düşman işgaline karşı memleket sathında tepkiler baş gösterince bu tepkiler PTT vasıtasıyla gönderilen telgraflara da yansıyordu. İlk günlerde PTT bu telgrafları gönderirken, Dahiliye Nazırı (İçişeri  Bakanı) Ali Kemal PTT’ye talimat vererek düşmana karşı direniş örgütleri olan Reddi İlhak Cemiyetlerinin telgraflarının PTT tarafından kabul edilmemesini istedi. PTT Umum Müdürü Refik Halit de bu talimatı PTT’nin ilgili birimlerine göndererek Millî Mücadeleye ilk muhalefetini başlatmış oldu. Mustafa Kemal ise bunu “milletin sesini boğmak” olarak nitelendirerek, milletin sesini boğan PTT görevlilerinden bunun hesabının sorulacağını açıkladı. Refik Halit arada kalmıştı ve Dahiliye Nazırı’na konuyu aktardığında, tehditlere aldırmadan göreve devam etme talimatı almıştı. Ali Kemal, Mustafa Kemal’in azledildiğini söylüyor, Mustafa Kemal ise Erzurum’daki PTT Başmüdürünü, İstanbul’u dinlediği için tutuklayıp hapse atmıştı. Refik Halit de bu tutuklama karşısında üslerine bir yazı göndererek, Mustafa Kemal’in hakkından gelinmesini istiyordu. Ancak bu arada Mustafa Kemal görevden azledildi, ancak o Anadolu’da direnişi örgütleme işine hız verdi. Refik Halit’in PTT’deki görevi altı ay sürdü ve sonunda istifa etti, ancak Anadolu’daki direnişçiler Refik Halit’in tutuklanmasını istiyorlardı. Refik Halit bu dönemde İstanbul’da Millî Mücadele ve Mustafa Kemal aleyhinde yazılar da yazmaya başladı.
Daha sonra tekrara PTT’deki görevine getirildiğinde daha ılımlı davranmaya başladı. Yakın arkadaşı olan yazarların çoğu Millî Mücadeleyi destekliyordu. Refik Halit’in Mustafa Kemal’e muhalefetinin nedeni büyük ölçüde onu İttihat ve Terakki’ci olarak görmesindendi. Ancak bu konuda yanıldığını anlayınca tavrında yumuşama görülmeye başladı. Millî Mücadelenin başarılı olması üzerine Refik Halit 9 Kasım 1922’de ülkeyi terk etti. Sonuçta vatan haini kabul edilerek, 1 Haziran 1924 tarihli 150’likler listesine dahil edilmişti. O artık ülkesine girmesi yasak 150 vatan haininden biriydi. Onun 150’likler listesine girmesinin nedeni, PTT Umum Müdürlüğü’ndeki ilk dönem uygulamaları idi. Beyrut ve Halep’te, çok sert olmasa da Türkiye’deki rejim aleyhine yazılar kaleme aldı, ancak 1928’de Refik Halit’in tavrında çok önemli bir değişiklik görülmeye başladı.
Milliyetçi biri olan Nuri Genç, Halep’te bir gazete çıkarmaya başlamış ve Refik Halit’ten de yazı yazmasını istemişti. O dönemde Fransız Mandası altında bulunan Hatay konusu da Refik Halit’in ilgi alanına girmeye başladı ve Hatay’ın Türklüğü ve Türkiye’nin bu konudaki tezini destekleyen ciddi ve sevilen yazılar kaleme aldı. Bir İçim Su isimli kitabına aldığı “Antakya” ve “Türk Mezarı” başlıklı yazıları çok etkili oldu ve çok sevildi. Zaman zaman Halep’ten Antakya’ya gezmeye gelip, Antakya’nın milliyetçi gençleri ile sohbetleri oldu. İstanbul’daki bir çok yazarın haberinin olmadığı o günlerde Hatay Davası’nın savunucusu olmuştu. Refik Halit’in yazıları Atatürk’ün de dikkatini çekiyordu. Bu gelişmeler üzerine 150’liklerden bazılarının affı gündeme geldi, ancak Lozan Antlaşması’yla affın bağdaşmayacağı düşünülerek bir süre ertelendi. Atatürk, özellikle Refik Halit’in affından yanadır. Onun yazılarını muhaliflik döneminde de yakından takip etmekteydi Nitekim o zaman “Aleyhimize yazıyor ama güzel yazıyor” demiştir. Af konusunda İsmet İnönü katı davranmakta ve Lozan’ın delineceği endişesini taşımaktadır. Atatürk, Halep Konsolosu vasıtasıyla haber göndererek Kilis tarafından hududu geçmesini ve ilk jandarma karakoluna teslim olmasını ister. Refik Halit buna çok sevinmesine karşın resmi bir affın daha uygun olacağı haberini gönderince Atatürk Refik Halit’i haklı bulur. 1936’da Montrö Antlaşması ile Lozan’da değişiklik yapılınca Celal Bayar’ın başbakanlığı döneminde 16 Temmuz 1938’de af kanunu çıkar. Bunun üzerine İskenderun’dan Anafartalar vapuruna binerek iki saat sonra Payas’ta   vatanına ayak basar. (O tarihte İskenderun henüz Türkiye sınırları dışındadır.) Oradan Dörtyol’a geçer ve Tayfur Sökmen tarafından karşılanır, ziyafet verilerek bir gün misafir edilir. Dörtyol’dan Adana’ya ve akabinde Ankara’ya, oradan da İstanbul’a gelir ve 1965’te ölünceye kadar İstanbul’da yaşar.[1]    
ÇETE ROMANI
Refik Halit’in 1940 yılında yayınlanan Çete isimli romanı Hatay’ın kurtuluşunu arka plana alan bir aşk romanıdır. Romanı yazmaya sürgündeyken başlamıştı. Nitekim sürgün yıllarının izlerini taşıyan Yezidin Kızı (1939) ve Sürgün (1941) isimli romanları da o yılların izini taşımaktadır. Önce Çete’nin  kısaca özetini sunalım: Prenses Nina devrim olduğu için ülkesini (Rusya’yı) terk etmek zorunda kalır çünkü Çarlık Rusyası yanlısıdır. Rusya’yı terk edenlerle birlikte İstanbul’a gelir ve tanıştığı bir Fransız yüzbaşı ile evlenir. Fransızlar Hatay ve Adana civarını işgal etmişler ve Fransız yüzbaşı da güneyde görevlidir. Prenses, kocasının yanına gitmek için (aslında bir hazineyi ele geçirmek için) Beyrut’tan Hatay taraflarına doğru gemi ile yola çıkar ve kendisini takip eden Rusyadaki yeni yönetimin adamlarının saldırısına uğrar. Hatay’ın kurtuluşu için örgütlenmiş Türk çetesi tarafından kurtarılır ve bu defa Türklerin eline geçer. Çete’nin gizlendiği Amanos Dağları’ndaki bir eski kale (Şalan Kale) kalıntılarında bir süre kalır ve çetenin başındaki Kıran ile yakınlaşma olur ve aşk yaşar. Çeteler Fransızlarla mücadele ederken 1921 yılının Ekim ayında Türkiye, Fransızlarla Ankara Antlaşmasını imzalayınca çete de ortadan kaybolur.  Romanın son bölümünde aradan 17 yıl geçmiş ve 1938’e gelinmiştir. Çete’nin başı Kıran ile Prenses Nina evlenip Ege’de bir yere yerleşmişler, 16 yaşında bir kızları var ve mutlu bir hayat sürdüklerini anlıyoruz.  Fransız işgaline karşı örgütlenen Türk direnişçileri konu edinen romanda Antakya ve çevresine geniş yer verilmiştir.
Bu yazıda romanı tamamen ve bütün yönleriyle incelemekten ziyade, Hatay’la olan ilgisi üzerinde duracağız.  Roman üzerine yapılmış bilimsel incelemeler mevcut olup, bu makalelerde konu ayrıntılı olarak incelenmiştir.[2]
Hatay’ın Kırıkhan ilçesinden Hassa ilçesine giderken sol kol üzerinde Suriye sınırında “leçe” tabir edilen bir arazi yapısı vardır ki, Çete’de bu araziyle ilgili açıklayıcı bilgiye rastlıyoruz. Bu bilgi muhtemelen Hatay’ın deprem bölgesi olmasının da ip uçlarını veriyor. Yazarın leçe ile ilgili sunduğu bilgi şu:
“Leçe volkanik bir arazidir. (…) Jeolojide Suriye hendeği ismi verilen geniş bir çukurun kuzey ve son noktası. Bir zamanlar arzın kabuğunda büyük bir çöküntü olmuş, ta ki Afrika’daki büyük tuttur, Şap Denizi, Akabe Körfezi, Sina yarımadası, Lut havzası, Lübnan’da Buka, Humus civarında Gab Ovası, sonra Asi Irmağı, Amik Gölü, burası ta Maraş’a kadar derinleşivermiş ve etrafındaki arazi fırlamış. Tıpkı bir hamur yığınının ortasına basınca iki tarafının yükselmesi gibi… Tabiidir ki, bu vaka, yanardağların fışkırışıyla beraber epeyce görüntülü olmuştur. … altı kilometre genişliğinden kuzeyden doğuya ve güneyden batıya kaymış bir lâv akıntısıdır. Jeoloji noktasından pek mühimdir, “synclinal” denilen arazi cinsinden…”[3]  
Bir zamanlar volkanın patlaması ve lavın akıntısı ile oluşan bu arazi parçasının güncel görüntüsünü ise “iki sıra dağ ortasında âdeta yüzüyor zannını veren yüzlerce iri, sivri kayanın dizildiği bir acaip vahşi, volkanik ova parçası” olarak tanımlıyor.[4]      
Yazar, bölgenin Türklüğünü vurgulamak için yöredeki yer isimlerini özellikle zikrediyor. Çete elemanlarının sohbetinde Amanos Dağları’nddaki 2267 rakımlı Mığır tepe ve 2500 rakımlı Akkaya, Karpuzdere isimleri geçince konuşma şöyle gelişir:
“-  Bunlar ne güzel isimler!
  • Daha güzel köy ve yer adkarı vardır: İğribucak, Yuvalı, Kozluca, Yosunlu, Karaçakıl, Ilıkpınar, Arıdere, Göktepe, İligeçit, Paşaoluk, Gülbahar, Fındıklı… Bunlar Amanos’takiler. Bir de Kızıldağlara geçelim: İşte Soğukoluk, işte Nergislik, işte Derebahçe, işte Zerdalioluk… işte Çınaaralnlar, Derindereler, Gülcihanlar. Ya manzara,  ya hava, ya su!..

Binbaşı parmağını paftanın üzerinde yürüttü:
-Gel şu tarafa, bunlar Kuseyr Dağları… Hele isimlere bak: Karsu, Karbeyaz, Narlıca, Gökçegöz, Hisarcık, kabacık, Şakşak, daha güneye inelim: Şu havalide tam yüz seksen Türk köyü vardır. Bayır ve Bucak nahiyeleri. Biraz ötesi: Lazkiye.
- Türkiye’den koparılıp Suriyelilere verilecek olan ülkeler buraları öyle mi?
- Öyle.”[5]  
Çete elemanlarının yedikleri arasında firik pilavının olması da dikkat çekici. Daha çok Hatay ve Gaziantep yöresinde bilinen firik pilavının 1940’da yazılmış bu romanda geçmesi ilgimi çekti, zira biz firik bulgurunun daha yeni olduğunu zannediyorduk. Buğday henüz yeşil iken elde edilen bir bulgurdur ve normal bulgurdan daha lezzetli ve daha pahalıdır. Yazar “Firik, daha yeşil iken koparılıp kurutulmuş buğday taneleridir” diyor.[6] Belli ki, yazar bölgenin sadece coğrafyasına değil, yemeklerine de aşina. 
Dağlardan, yaylalardan, ovalardan sıklıkla bahseden yazarın Keldağ’ı atlaması düşünülemez. Nitekim Yayladağı ile Akdeniz arasındaki bu görkemli dağdan da “Sonunda bizim Keldağ, Arapların Cebel Akrâ dedikleri çıplak Cassius”[7] diye bahsettiğini görüyoruz.
Yazarın, esasen yer isimleriyle yörenin Türklüğüne vurgu yapmak istediği anlaşılıyor. Hatay’ın Fransız işgalinden kurtulması ve Suriye’ye bırakılması düşüncesinin yanlışlığı da bu isimlerle izah edilmeye çalışılıyor. Köy ve diğer yer isimlerinin kültürdeki yeri ve önemi de daha iyi anlaşılıyor. Çete romanının bu yönüyle de millî bir tezin savunusunu yaptığı söylenebilir. Yazarın “Bir millet yerinden sökülmek isteniyor, bir dil susturulmak, bir kudret eritilmek için çalışıyor”[8]  cümlesi de tezinin daha belirgin bir savunması değil mi?
Refik Halit Karay’ın millî mücadele aleyhinde yazdığı yazılardan dolayı Lozan Antlaşması sonrasında yurt dışına sürgün edilen 150’liklerden biri olduğunu düşündüğümüzde, yurt dışındayken ciddi bir fikrî dönüşüm yaşadığı söylenebilir. Uzun süre Lübnan ve Suriye’de kalan yazar, o zamanlar Türkiye dışında kalmış olan Hatay’a da giderek yöreyi gezip gördüğü biliniyor. Hatay’ın anavatana katılmasını savunarak, en azından millî mücadele dönemindeki hatasını gördüğü ve telafi etmeye çalıştığı anlaşılıyor.
Bir zamanlar millî mücadele aleyhine yazılar kaleme alan Refik Halit’in Çete romanında millî mücadeleyi savunduğunu da görüyoruz ki, bu cümleler yazardaki değişim ve dönüşümün en belirgin halidir diyebiliriz.  Şu cümleler bu durumu göstermiyor mu?
“… daha üç ay evvel Yunan ordusuna (İnönü)’de vurduğumuz darbeyi, bunun manasını biliyor musun? Bu ufacıcık ilk zafer, son kocaman zaferin müjdecisidir; yeni bir Türk ordusunun kurulduğunun alâmetidir. Anadolu kurtulacaktır…” Netice ne olursa olsun Türkiye tekrar fışkıracaktır. O, kökü kazınacak milletlerden ve Anadolu da taksime uğrayacak ülkelerden değildir.”[9]
Hatay’ın kurtuluşu konu edilirken, bölgenin doğal güzellikleri de ihmal edilmemiştir. Çeteler Amanos Dağları’nı mekan tutsa da, bağlara, bahçelere, ovalara da inmekte ve mücadeleyi her alanda yapmaktadırlar.  İşte çetelerin övgü ile bahsettikleri yeler: “Kömürçukuru köylülerine ait Çınaaralan ve Dörtoluk yaylaları, yemiş bahçelerinden ibaret, sulak, serin, öyle sevimli yerlerdi ki, insan bir kere ayak bastı mı artık ayrılmaya razı olamazdı; mezarının bile orada kalmasını isterdi.” [10] Bu cümleler romanda Hatay’ın güzelliklerinden bahseden sadece bir kaç satır, daha fazlası elbette romanda...
Romanın son bölümünde 1938 yılına gelinmiştir. Nina ile 16 kişilik çetenin başı Kıran evlenmişler ve Ege’de bir sahil kasabasına yerleşmişler. Hatay’a yeniden gitmek isteyen Nina’ya Kıran şöyle cevap veriyor: “Gelecek nisanda… Evliliğimizin on sekizinci yılını hür Hatay’da kutlayacağız”[11]
Bilindiği üzere, Hatay 1939’da Türkiye’ye katıldı. Bunda şüphesiz o dönemde Avrupa’da savaş bulutları dolaşıyordu ve bu ortamı çok iyi değerlendiren Atatürk’ün kararlı ve dahiyane politikasının çok büyük rolü vardı. “Benim şahsi meselem” diyerek, “Kırk asırlık Türk yurdu” kabul ettiği Hatay’ın Suriye’ye bırakılmasını engellemekle yetinmemiş, Türkiye’ye katılmasını sağlamıştı. Hatay’ın anavatana katılmasını görmek ona nasip olmasa da hedeflediği sonuca ulaşılmıştı. Elbette bu mutlu sonda Hatay çetelerinin de çok büyük fonksiyonu vardı. Nitekim Halit Refik bu romanında çetelerin rolünü şu cümlelerle izah ediyor:
“Hatay’ın kendine has bir kahramanlık tarihi var. Millî mücadele sıralarında bu havalide ufak tefek çetelerin istilâcı düzgün taburlara karşı yaptığı savaş hepsinden meraklı ve ibretle tetkike layıktır.”[12]  
İşte Refik Halit’in Çete romanı ile yaptığı da tam olarak budur. Ufak tefek çetelerin düzenli Fransız birliklerine Hatay topraklarını dar ettikleri biliniyor. Burada Hatay’ın kurtuluş tarihini anlatmak gibi bir amacımız yok, zaten bu konuda yazılmış eserler mevcut. Gerçekle kurgu bir araya getirilerek, konu roman boyutuyla Çete’de ifadesini bulmuştur. 
Not: Refik Halit’in diğer eserlerindeki Hatay bahsi, ayrı bir yazı konusu yapılacak. 
 
[1] Refik Halit Karay’ın hayatı ile ilgili bu kısa özet şu eserlerden yararlanılarak hazırlanmıştır: Hikmet Münir Ebcioğlu, Kendi Yazıları ile Refik Halid, Semih Lütfi Kitabevi, 1943; Nihat Karaer, Tam Bir Muhalif Refik Halit Karay, Temel Yayınları, İstanbul 1998; Şerif Aktaş, Refik Halit Karay, Akçağ Yayınları, 1. Baskı, Ankara 2004; Yenal Ünal,, Yakın Dönem Türk Tarihinde Refik Halit Karay, Yeditepe Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2013
[2] Çete romanı üzerine şu iki makaleye bakılabilir: Sinan Bakır, Çete Romanında Millî Bilincin Uyanışı: Hatay Örneği, Hikmet-Akademik Edebiyat Dergisi, Yıl: 8, Sayı: 17, s. 261-274;  Genç Osman Geçer, Refik Halit Karay’ın Çete Romanında Hatay ve Hatay’ın Türkiye’ye  Bağlanması Tezi,  Mediterranean Journal of Humanities, IX/2 (2019) 273-284
[3] Refik Halit Karay, Çete, İnkılâp ve  Aka Kitabevi, 2. Baskı, İstanbul 1975, s. 22
[4] Refik Halit Karay, Çete, s. 22, 23
[5] Refik Halit Karay, Çete, s. 23, 24
[6] Refik Halit Karay, Çete, s. 24
[7] Refik Halit Karay, Çete, s. 77
[8] Refik Halit Karay, Çete, s. 104
[9] Refik Halit Karay, Çete, s. 105, 106
[10] Refik Halit Karay, Çete, s. 131
[11] Refik Halit Karay, Çete, s. 158
[12] Refik Halit Karay, Çete, s. 156, 157

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum