ÖLÜMÜN TADI
Yemek denildiğinde dünyada ilk akla gelenlerden ABD’li ünlü seyyah, şef, program yapımcısı ve yazar Anthony Bourdain bir otel odasında intihar ettiği zaman, bir sosyal medya yorumcusu bu intihar üzerine “Hayatta tadına bakmadığı sadece ölüm kalmıştı, kendi elleriyle pişirdi” demiş.
İlginç bir yorum değil mi? Hayatta her şeyin tadına bakmış olmak nasıl bir duygudur? Nasıl bir doyumdur? Ya da “doyum” değil de bir “açlık” olabilir mi? Her şeyin tadına baktım, bir de ölümün tadına bakayım diyebilir mi insan? Bunlar psikolojinin, teolojinin ve felsefenin alanına giren çetrefilli sorular.
Ölümün “tadı” var mıdır? Varsa nasıldır? Acı mıdır? Ekşi midir? Tatlı mıdır? Ya da tatsız mıdır? Kur’an-ı Kerim’de “her nefs ölümü tadacaktır” (Ankebut Suresi, ayet 57) dendiğine göre bir “tadı” olmalı. Nasıl bir “tad” olduğunu deneyimlemediğimiz için bilemiyoruz.
Antony Bourdain, hayatta tadına bakmadığı bir şey kalmayınca, bir de ölümün “tadına” bakayım demiş olabilir mi? Elbette olabilir. Ama burada “ölüm deneyimlenebilir mi?” sorusu ile karşı karşıya kalıyoruz.
Ölüm deneyimlenemez diyen çok kişi var. Ama intihar aslında bir ölüm denemesi değil mi? Elbette intihar bir ölüm denemsidir, ama bu deneyimin sonucunu deneyen açısından şimdilik bilemiyoruz. Nasıl bir “tad” aldığını bilme ve deneyene sorma imkanımız şimdilik yok.
Montaigne’a “felsefe yapmak, nasıl ölüneceğini öğrenmektir” diyor. İntihar edenler, nasıl ölüneceğini öğrenmek için mi yoksa ölümün “tadını” merak ettikleri için mi bu işe girişiyorlar?
İşte tam da burada Beşir Fuad’dan bahsetmek lâzım. Tanzimat dönemi edebiyatçılarımızdan Beşir Fuad 1852 – 1887 yılları arasında yaşadı. Varlıklı bir aileye mensuptu. Birkaç yabancı lisan biliyordu. Pozitivist düşünceyi benimsemişti, materyalist ve ateistti. Henüz 36 yaşında iken ilginç ve ürkütücü bir ölümle hayatına son verdi. İntiharı ile o dönem İstanbul’da intihar salgınını başlattığı söylenir. İntiharlar artınca gazetelerin intihar haberlerini vermesi dahi yasaklandı.
Yazarın intihar sebebi konusunda değişik görüşler var. Ancak biz intihar sebebinden çok, intihar ediş şekli üzerinde durmak istiyoruz. Ölmeden önce, saygı duyduğu dönemin yazarlarından Ahmet Mithat Efendi’ye bir mektup bıraktı. Mektup, “Mezardan Bir Seda!” başlığını taşıyordu ki, bu başlık dahi ilginç değil mi?
Mektubunda şöyle diyordu;
“İntiharımı fenne tatbik edeceğim; damarlardan birinin geçtiği yerde cildin altına kokain şırınga edip buranın hissini iptal ettikten (uyuşturduktan) sonra orasını yarıp damarı keserek kan hareketini meydana getirerek hayatı terk edeceğim.”
“Kan akmakta iken her zaman damarı sıkıca tutarak ve sair tedbirlere müracaat ederek hayatı muhafaza etmek mümkün olduğu halde, azmimden dönmeyeceğim”
Yazar aynı mektupta, beyne tabanca sıkmak, kendini asmak veya suya atlamak gibi intihar şekillerinde, teşebbüsten sonra onu engellemenin mümkün olmadığını da vurgulama ihtiyacı duymuş. Çünkü kendisinin ifadesine göre, damarları kesince, damarı sıkarak kan durdurulabilir ama ben bundan dönmeyeceğim diyor.
Bu şekilde intihar etmesinde, geri dönmek mümkünken dönmeme kararlılığı ve kendisinin tabiri ile “fenne tatbik etmek” amacını taşıdığı anlaşılıyor. Yazarın bu şekilde ölürken duygu ve düşüncelerini yazıya aktarmak istediği anlaşılıyor. Yani “ölüm deneyi”nin sonuçlarını yaşayanlara bırakmak istiyor.
Ahmet Mithat Efendi’nin yazdığına göre, Beşir Fuad akşam evinde herkes uykuya çekilince kütüphanesine geçiyor, bir şırınga ile bileklerine, kollarına ve gerdanına kokain zerk ediyor, sonra ustura ile damarları kesiyor. Bir ara baldızı kapıya kadar geliyorsa da, onu içeri almayıp bir bahane ile geri gönderiyor. Ölürken duygu ve düşüncelerini kâğıda dökmeye çalışıyor, ancak kâğıdın şurasına burasına kan bulaşmış ve yazılar çok dağınıkmış.
Ölümü deneyen yazarın yazdıkları ve bu işten “tad” alıp almadığı elbette merak edilecek bir husus. Yazdıklarından okunabilen kısımlar şöyle;
“Ameliyatımı icra ettim, hiçbir ağrı duymadım. Kan aktıkça biraz sızlıyor. Kanım akarken baldızım aşağıya indi. Yazı yazıyorum, kapıyı kapadım diyerek geriye savdım. Bereket versin içeri girmedi. Bundan tatlı bir ölüm tasavvur edemiyorum. Kan aksın diye hiddetle kolumu kaldırdım. Baygınlık gelmeye başladı.”
Yazdıkları bu kadar… Gerisi okunmuyor ve arkası ölüm… Anlaşılıyor ki, kestiği yerleri uyuşturduğu için acı duymuyor ve bu durum için “bundan tatlı ölüm tasavvur edemiyorum” diyerek ölüm şeklinin oldukça “tatlı” olduğunu vurgulama ihtiyacı duyuyor.
Beşir Fuad varlıklı bir aileden geliyor, son yıllarında savurgan bir hayat nedeniyle harcamaları artmış, eğlence hayatına dalmış bir adam. Eğlence aleminden tanıdığı bir kadınla metres hayatı yaşıyor ve onun için ayrı bir ev tutuyor. Metresi ile karısı arasında kalıyor. Hayatında maneviyata yer yok. Pozitivist, materyalist ve ateist bir anlayışa sahip. Belli ki, ciddi bir bunalım yaşamış ve ölmeyi tercih etmiş. (Merak edenler için her ikisi de Dergâh Yayınlarından çıkan M. Orhan Okay’ın ve Ahmet Mithat Efendi’nin Beşir Fuad’la ilgili kitaplarını tavsiye edebilirz.)
Bir çok yazarın intihar ettiği biliniyor. Zülfü Livaneli yazarların intiharı konusunda “bu duyarlı insanlar dünyayı değiştiremeyeceklerini anladıkları anda kendi varoluş biçimlerini değiştirme yolunu seçiyorlar” diyor. Beşir Fuad’ın dönemin önemli yazarlarından birisi olduğu bilinmekle birlikte, dünyayı değiştirecek kadar güçlü bir düşünür olmadığı da malûm. Geçici dünya hayatında geçici zevkleri tadan ancak bir de “ölümü tadayım” diyen bir olduğu anlaşılıyor.
Peki, yazarın bu tercihi ne kadar isabetli bir tercihtir? Bu sorunun cevabını da araştırmak gerekir. Burada yine genç yaşta hayatını kaybeden bir düşünürden alıntı yapmak istiyorum. Önceleri eylemci, aktivist bir komünist olup, sonradan manevi bir dönüşüm yaşayarak Tanrı’yı bulan düşünür Simone Weil’e başvurmak istiyorum. Henüz 34 yaşında iken hayata veda eden düşünürümüz; “İnsanlığa şimdiye kadar verilmiş en paha biçilmez şey ölümdür. Bu nedenle en büyük günah onu kötüye kullanıp yanlış ölmektir” diyor. Bana da Beşir Fuad’ın ölümü “yanlış ölüm” gibi geliyor. Ölürken “bundan tatlı ölüm tasavvur edemiyorum” demiş olsa da, bunun kokainin etkisindeki “yalancı tat” olduğu açık. Simone Weil’in deyişi ile “paha biçilmez bir şey olan ölümü kötüye kullandığı” anlaşılıyor. Ölümü kokainle “tatlandırdığı”, ancak bu tadın yalancı (sahte) bir tad olduğu görülüyor. Kitap’ta “her nefs ölümü tadacaktır” deniyor. Temennimiz, ölümü sahte ve yapay tatlandırıcılardan uzak, hakiki tadı ile tatmak!
FACEBOOK YORUMLAR