NAMIK KEMAL’DE HUKUK VE KUVVETLER AYRILIĞI DÜŞÜNCESİ
Av. Abbas Bilgili
Türk edebiyatının dev bir çınarı olarak bilinen Namık Kemal (1840 – 1888), aslında çağına göre hayli ileri sayılacak hukukî görüşlere de sahip bir entelektüeldi. Hukukçu değildir ama yazdıklarından, hukuka ilgi duyduğu açıkça anlaşılıyor. Tanpınar da Namık Kemal’in ömrünün mühim bir kısmında hukukla meşgul olduğunu vurgulama ihtiyacı duyar.[1] Kısa süren hayat serüveni oldukça hareketli ve meşakkatli geçmiştir. Özgürlük düşüncesini en üst perdeden dile getirmesini bilmiş, devlet nezdinde önemli makam koltuklarına da oturmuş, zindan ve sürgünden de nasibini almış bir mazlumdur aynı zamanda. Yazılarındaki hukuk ve o dönem Türkiye’sine göre oldukça ileri sayılabilecek olan hukuktaki (anayasalardaki) kuvvetler ayrılığına vurgu yapması, onun hukukçular tarafından da incelenmesini, araştırılmasını ve bilinmesini gerektiriyor düşüncesindeyiz.
21 Aralık 1840 tarihinde Tekirdağ’da doğan Kemal, 2 yaşındayken annesini kaybedince, paşa olan dedesinin yanında kaldı ve 12 yaşına kadar gördüğü resmi eğitim dışında düzenli bir okul eğitimi almadı. Ancak okuma alışkanlığı, zekası ve kuvvetli hafızasının da yardımı ile kendini yetiştirmesini bildi. Arapça ve Fransızca öğrendi. İlk şiirini 14 yaşında yazdı. Bâb-ı Âli’de tercüme kâtipliği, Hariciye Kalemi’nde memurluk yaptı. Tanzimatçı yazar Şinasi’den fazlasıyla etkilendi. Gazete köşe yazarlığı yoluyla memleketin sorunlarına değinme imkânı buldu. Şinasi’nin etkisi ile öğrendiği Fransızcasıyla Montesquieu ve Voltaire’i okudu. Devletin zulmüne son vermek ve “meşruti bir idare” getirmek isteyen Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ne katıldı. Kaleme aldığı yazılar nedeniyle İstanbul’dan uzaklaştırılmak amacıyla Erzurum Vali Muavinliği ile görevlendirilmek istendiyse de, bunu kabul etmeyince bazı arkadaşları ile birlikte Avrupa’ya kaçmayı tercih etti. Paris ve Londra’dan çıkardıkları gazete ile muhalefete devam etti. Ortam müsait olunca 1870’te İstanbul’a döndü, Namık Kemal ve arkadaşları yeni düşüncelerini İslâm ile bağdaşır vaziyette ele alıyorlardı. Çıkardığı gazete bir yazısı nedeniyle kapatıldığında Gelibolu’ya mutasarrıf olarak görevlendirildi. Kısa süren bu görevden dönünce kaldığı yerden devam etti ve 1873’te kendisine büyük şöhret kazandıran Vatan Yahut Silistre oyunu sahnelendiğinde gösteriler yapıldı ve olaylar çıktı. Kemal ve arkadaşları sürgüne gönderildi. Namık Kemal’in sürgün yeri Kıbrıs’ta Magosa idi. 38 ay kaldığı Magosa’da eserler yazdı. Üç sene sonra özgürlük havaları esince İstanbul’a dönmesine izin verildi ve Abdulhamit’in tahta geçmesi ile Şûrâ-yı Devlet üyeliğine seçildi ve anayasayı yapmakla görevli Kânun-ı Esâsî Encümeni’nde çalışmaya başladı. Kısa süre sonra Abdulhamit’in Mithat Paşa’yı görevden alıp Avrupa’ya göndermesi olayı yaşandı ve Namık Kemal’in de ismi gündemde olduğundan, ona da İstanbul’dan uzaklaşması teklif edildi, kabul etmeyince beş buçuk ay hapis yattı ve daha sonra Midilli’de ikamete mecbur tutuldu. Daha sonra olayların ateşi geçince Midilli’de mutasarrıflıkla görevlendirildi. Bunu Rodos ve Sakız mutasarrıflıkları izledi. Zayıf düşen vücudu daha fazla dayanamadı ve 2 Ocak 1888’de Sakız’da vefat etti.
Şiir, roman, oyun ve tarih sahasında önemli eserlere imza atan yazarımızın çok sayıda siyasi yazısının da olduğu unutulmamalıdır. Yazdıklarını, dönemin siyasi atmosferi ile birlikte ele almak gerekir. Meselâ, Hürriyet Kasidesi bir özgürlük destanıdır. İlginçtir ki, hukukçu olmaması ve ciddi bir okul eğitimi almamasına karşın, hukukla ilgili ciddi görüşleri olmuştur. Bunda Avrupa’daki gezisi ve düşünce hareketlerini de takip etmesinin etkisi olduğu yadsınamaz.
Bir Türk idealisti olan Namık Kemal’deki hukuk düşüncesinin doğup gelişmesinde Paris’li yılların da etkisinin olduğu ileri sürülmektedir. Nitekim yazarımızın doğumunun yüzüncü yılı dolayısıyla Namık Kemal hakkında “Türk Hukuk Tarihinde Namık Kemal” başlığı ile bir makale yayınlayan Prof. Dr. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Namık Kemal’in Paris’te hukuk eğitimi aldığını yazıyor.[2]
Hukukçu köşe yazarı Taha Akyol, yazılarında kuvvetler ayrılığı ilkesinin bizdeki öncüsünün Namık Kemal olduğunu belirtir.[3] Aynı yazar kuvvetler ayrılığı ilkesi ile birlikte parlamento fikrinin öncüsünün de Namık Kemal olduğunu belirtmektedir.[4]
Yazarımız bir taraftan Batı’daki düşünce adamlarının hukuk sahasındaki eserlerinden yararlanırken, diğer taraftan da ülkesindeki sorunların bünyemize uygun hukuki çözümlerine kafa yormaktaydı. Bugün çağdaş anayasacılığın temeli kabul edilen kuvvetler ayrılığının teorisyeni Montesquieu’nun Kanunların Ruhu’nu ve Rousseau’nun Sosyal Sözleşmesi’ni tercüme ettiği belirtiliyor[5] ki, hukuk düşüncesi açısından ilginç ve takdire değer olduğunu kabul etmek gerekir. 1885 tarihinde yayınladığı Hikmetü’l Hukuk başlıklı makalesi[6] de hukuk felsefesine yakınlığını göstermektedir. Gazete ve dergilerde hukuki görüş içeren çok sayıda yazı kaleme almıştır. Bu yazılarının Anayasa Hukuku, İdare Hukuku, Ceza Hukuku, Hukuk Felsefesi ve Hukuk Sosyolojisi sahalarında olduğu görülüyor.[7]
Mesela ülkemizde henüz parlamentonun olmadığı 1872’de yazdığı “Terakki” başlıklı makalesinde Namık Kemal, Londra’daki parlamentoyu öve öve bitiremezken, aslında bizde parlamento fikrinin öncülüğünü yapıyordu. Parlamentodan “yasamanın merkezi” diye söz ederken, üyelerin aralarındaki medeni ilişkiye de değinir. Daha sonra parlamentonun koyduğu kuralları uygulamakla görevli mahkemeleri ve hakimleri över; insaf, adalet ve şefkatlerine değinir. Kemal’e göre, orada mahkemede hiç kimse alçak ve bayağı bir katile bile “efendi” sözünden aşağı bir tabirle hitap edemez. Cebir ve şiddetin, memuriyet görevi ya da hakkı ortaya çıkarma aracı olmadığının kabul edildiğinden bahseder.[8] Namık Kemal’in bu anlatımında dikkat çeken husus; parlamento (yasama), hakimler (yargı) ve devlet memurları (yürütme) erklerine yani çağdaş anayasalardaki kuvvetler ayrılığına üstü kapalı da olsa değinmiş olmasıdır. Namık Kemal’in Londra’daki parlamento hakkında yazdıkları, şüphesiz kendi ülkesinde de parlamentoya özlem duyduğunun göstergesidir.
Namık Kemal’in “Rüya” başlıklı makalesinde de Montesqueiu’nun izlerini görmek mümkün. Şöyle ki, bu yazısının başlangıcında 24 Nisan 1872’de görülmüş bir rüya olduğundan bahisle, hukuki ideallerinden bahsederken, “hükümet kuvvetlerinin üçgen gibi üç istikamet hattından mürekkep olduğuna değinir.[9] Makalenin bu bölümü için Z. F. Fındıkoğlu, Namık Kemal’in Montesqeiu’yü konuşturduğunu söylemektedir.[10]
Namık Kemal, hayatının son günlerinde Osmanlı Tarihi’ni yazmakla meşguldü, ancak hastalığı sebebiyle bu eserini tamamlamaya ömrü yetmedi. Yazılan kısımlar yayınlandı. Kitaba yazdığı önsözde Aristo, Çiçero, Locke, Rousseau ve İbn Haldun gibi düşünürlerden bahsetmesi, onun bakış açısındaki genişliği ve çeşitliliği göstermesi açısından ilginçtir.
Osmanlı Tarihi’nde Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’e ayırdığı bölümde adalet konusu üzerinde özenle durduğu görülmekte ve adaletin de kuvvetlerin ayrılması halinde mümkün olacağından bahsetmektedir. Kuvvetlerin tek elde toplanmasının sakıncalarına değinirken, toplumu yöneten hükümetin bir kanuna göre hareket etmemesi halinde arzu edilen hedefe varılmayacağını belirtir. Toplumu yönetecek siyasi kudretin, uygulayacağı kanunu kendisinin yapmasının ve uygulamasının, kendi çıkarlarını hukukun önüne geçireceğini vurgular.[11] Namık Kemal’deki bu düşünce, bugün de gündemimize sık sık gelen, siyasetin hukukun önüne geçmemesi gerektiği düşüncesinin 130 yıl önce vurgulanmasından başka bir şey değildir.
Kanun yapan gücün aynı zamanda kanunu uygulayan güç olmasının zulme yol açacağını belirttikten sonra, kanun yapma gücünün (teşri), kanunu uygulayan güçten (yürütme) ayrılması gerektiğinin altını çizer ve bu ayrımın siyasi hukukun en önemli başlıca kuralı olduğunu belirtir. Yazarımız bu iki gücün (yasama ve yürütmenin) ayrılmasının da yeterli olmadığını hatırlatır. Çünkü yasama gücünün yaptığı kanunlarla karar verme yetkisinin de kendisinde tutulması halinde, işi istediği gibi büyültüp küçültebileceği, dilediği yolda cezalandırıp affedebileceği, o kanunlara dilediği anlamı verebileceği tehlikesine işaret eder. İşte, milleti haksızlığın bu türünden kurtarmak için, insan hakları konusunda o kanunlara uygun hüküm vermekten ibaret olan yargılamanın da belli başlı bir kuruma bırakılması hukukun bir diğer önemli kuralıdır diyor. Yazarımız dünyanın en ileri memleketlerinde hükümet – devlet gücünün; teşri (yasama), infâz (icra-yürütme) ve kaza (yargılama) olmak üzere bölümlere ayrıldığını vurguluyor.[12]
Kuvvetler ayrılığı düşüncesi, siyaset felsefesinin Anayasa Hukukuna kazandırdığı önemli bir demokratik özgürlük kuralıdır. Daha önce de bazı düşünürler tarafından değinilmekle birlikte, Montesquieu tarafından Kanunların Ruhu’nda sistematize edilmiş ve bugün de çağdaş anayasacılığın ve özgürlüğün temeli olarak kabul edilmiştir. Türkiye’de bu önemli özgürlük kuralının Cumhuriyet döneminde yeteri kadar üzerinde durulmadığı ve 1961 Anayasası’na kadar uygulanma imkanı da bulmadığı bir gerçektir. Oysa Namık Kemal daha Cumhuriyet kurulmadan çok önce bu kuralın önemini fark etmiş ve onun faziletini vurgulamıştır. Bu nedenle onu sadece iyi bir edebiyat insanı olarak değil, aynı zamanda iyi bir hukuk düşünürü olarak da kabul etmemiz gerekir. Namık Kemal’i hatırlarken, kuvvetler ayrılığı ilkesinin de günümüz Türkiye’sinde orasından burasından hırpalandığı ve giderek bir kenara atıldığı gerçeğinin de altını çizmemiz gerekiyor.
[1] Ahmet Hamdi Tanpınar, 19’uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Çağlayan Kitabevi, 9. Baskı, İstanbul 2001, sh. 427
[2] Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, “Trük Hukuk Tarihinde Namık Kemal”, İÜ Hukuk Fakültesi Mecmuası, VII, İstanbul 1941, s. 184
[3] Taha Akyol, “Tarihi Bozmak”, 4 Eylül 2017 Hürriyet; Taha Akyol, “Yarın Cumhuriyet”, 30 Ekim 2017, Hürriyet
[4] Taha Akyol, “İslamcılık Akımı”, 25 Nisan 2017, Hürriyet
[5] Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, agm, s. 187, 188
[6] Mehmet Kaplan-İnci Enginün-Birol Emil; Türk Edebiyatı Antolojisi II, Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Yayını, İstanbul 1993, s. 206-212
[7] Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, agm. 188-190
[8] Mehmet Kaplan-İnci Enginün-Birol Emil; age. s. 194, 195
[9] Mehmet Kaplan-İnci Enginün-Birol Emil; age. s. 264
[10] Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, agm. s. 264
[11] Namık Kemal, Osmanlı Tarihi I, Bilge Kültür Sanat Yayını, 3.Baskı, İstanbul 2012, s. 109
[12] Namık Kemal, age. s. 109
FACEBOOK YORUMLAR