Av. Abbas BİLGİLİ

Av. Abbas BİLGİLİ

[email protected]

FRANSIZ DEVRİMİ'NDE  AVUKATLAR VE GİYOTİN

07 Ocak 2025 - 16:11

FRANSIZ DEVRİMİ’NDE  AVUKATLAR VE GİYOTİN

 

İtalyan asıllı İngiliz yazar Rafael Sabatini, 1921’de yayımlanan ve Türkçeye 2022 yılında Doğruluğun Kılıcı ismiyle çevrilen romanında 1789 Fransız Devrimi günlerinde bir aşkı konu edinir. Romanın ana kahramanı Andre Moreau genç bir taşralı avukattır ve kasabadan Paris’e gelerek devrimde görev üslenir.1 Bir kurgu olmakla birlikte romanda devrim günleri tarihsel gerçeklere uygun biçimde ele alınır. Roman kahramanının bir avukat olarak kurgulanmasının da bilinçli bir tercih olduğunda kuşku yok, çünkü devrimin önderlerinden çoğunun avukat olduğunu biliyoruz.

Mehmet Ali Ağaoğulları, Fransız Devrimi’nde Siyasal Düşünceler ve Mücadeleler 1789-1794 isimli üç ciltlik eserinin sonunda “Devrimin Önemli İsimleri” başlığı altında 110 adet ismi kısaca tanıtır ki, bunların 33 adedinin avukat olduğunu bu tanıtımdan anlıyoruz.2

Alman düşünür Ernest Von Aster’in, Fransız Devrimi’nin Politik ve Sosyal Düşünceleri isimli eserinin Türkçe baskısının sonuna eklenen “Okuyucuya Not” kısmında tanıtılan devrim önderlerinden on tanesinin avukat olduğu anlaşılmaktadır.3

Server Tanilli’nin Fransız Devrimi’nden Portreler isimli eserinde tanıtılan isimlerden Robespierre, Danton, Camille Desmoulins’in avukat, Saint-Just’ın da hukuk öğrenimini yarıda bırakmış olduğunu biliyoruz.4

Ünlü Fransız tarihçi ve aynı zamanda 1789 devrimi konusunda uzman François-Alphonse Aulard’ın Türkçeye Fransız Devrimi’nin Büyük Hatipleri ismiyle çevrilen eserinde tanıtılan dört ünlü hatipten üçü (Robespierre, Danton, Vergniaud) avukattır5 ve aynı zamanda Fransız Devrimi’nin de en bilinen önderleridir.

Avukatların hem sayısal ve hem de etki bakımından Fransız Devrimi’nin tam içinde oldukları anlaşılıyor. Bunun nedenleri, devrimde avukatların rolleri ve sonuçları üzerinde durmaya çalışacağız. Bu makale Fransız Devrimi konusunda ayrıntılı bir çalışma olmayıp, daha çok devrimde avukatların sayısal ve siyasal etkinliğine ve ayrıca hayatlarının giyotinde son bulmalarına dikkat çekme amacını taşımaktadır.

Nedenleri konusunda yapılan incelemeler, devrimin haksızlığa ve yoksulluğa başkaldırı olduğunu vurgulama ihtiyacı duymuşlardır. Gerçekten de mutlak monarşi altındaki toplumda adaletsizlik ve yoksulluk zirve yapmıştı. Fransa yaklaşık 25 milyon nüfusu ile Avrupa’nın en kalabalık ülkesiydi. Toplum üç gruptan oluşuyordu. Birinci grup Kral’ın çevresinde konuşlanmış 200 bin kadar soylular, ikinci grup ise yine yaklaşık 100 bin kişiden ibaret ruhban sınıfı idi. Bu iki grup büyük ayrıcalıklara mensuptu ve saray ile bu iki grubun giderlerini, ödediği vergilerle karşılayan üçüncü gruptu. Ruhban sınıfı yani Kilise ülke topraklarının önemli kısmını elinde tutuyor ve köylünün elindeki üründen büyük miktarda vergi alarak zenginlik içinde yüzüyordu. Soylular da zenginlikte Kilise ile yarış halindeydi ve en önemli zevkleri köyleri talan eden avcılık merakıydı.

Üçüncü grup, halkın kendisiydi ve homojen bir grup değildi. İçinde ticaretle zenginleşmiş büyük burjuvalar, hukukçu, doktor, noter gibi meslek sahibi küçük burjuvalar, esnaf, işçi, köylü ve baldırı çıplaklar mevcuttu. Zenginleşen büyük burjuvalar parasal güçleri arttığı halde yönetimde söz sahibi olamadıklarından yakınıyor, hukukçular gibi küçük burjuvalar ise önemli Fransız filozoflarının düşüncelerinden etkilendikleri için toplumun dip dalgasına düşünce katkısıyla kıpırdanmaya neden oluyorlardı. Aç kitleler ise patlamaya hazırdılar.

Belirtelim ki Fransız toplumunun önünde İngiliz ve Amerikan devrimleri gibi örnekler de vardı. Bu devrimler dünyada Fransız Devrimi kadar etki oluşturmasalar da Fransızlara yol gösteriyordu. 1688 İngiliz Devrimi Kral ile ayanlar arasındaki güç mücadelesine, Amerikan Devrimi (1765-1783) ise Amerika kıtasındaki İngilizlerin kendi devletleri olan İngiltere’den bağımsızlık elde etme mücadelesine dayanıyordu. Yani Fransız Devrimi gibi halkın dip dalgasına dayanmıyorlardı. Buna rağmen Fransa’daki toplumsal hareketliliği etkilediler.

Aydınlanmacı filozoflar önemli eserler yayınlamışlardı. Montesquieu (1689 –1755) Kanunların Ruhu Üzerine’yi 1748’de yayınlayarak kuvvetlerin tek elde toplanmasının sakıncalarına değinerek yargı, yasama ve yürütmenin ayrılığını savunmuştu. J. J. Rousseau (1712-1778) İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Temeli ve Kökenleri’ni 1755’te, Toplum Sözleşmesi’ni 1762’de yayınlayarak eşitlik düşüncesini savunarak yönetme yetkisinin halka dayanmasını savunmuştu. Voltaire (1694-1778) ve Diderot (1713-1784) despotizm karşıtlığını dile getirmişlerdi. Bu filozofların düşünceleri mutlak monarşi için ciddi tehlikeydi ve devrimci önderler için bir pencere aralamışlardı. Aslında bu düşünürler devrim için fikir tohumlarını ekmişlerdi.

Yönetimde söz sahibi olmak isteyen burjuva kesimi, özellikle de eğitimli kesim bunlardan ciddi biçimde etkileniyordu. Fransız Devrimi üzerine kapsamlı çalışmaları olan Taner Timur, devrimin en önemli üçlüsü Robespierre, Danton ve Marat öncülüğündeki Montagnard’ların küçük burjuvazinin radikal kesimini oluşturduğunu belirtiyor.6 Aynı yazar liberal meslek sahibi (avukat, noter, mimar-mühendis, doktor) burjuvazinin içindeki bazı hukukçuların devrimde ön planda yer aldıklarını ve halkın sözcüsü olduklarını vurguluyor.7 Siyaset bilimci Ayferi Göze de, Genel Mecliste 650 kişiden oluşan üçüncü sınıf temsilcilerinin 300’ünün hukukçu olduğunu belirtiyor.8 Bir başka yazar da 578 kişi olan üçüncü sınıf temsilcilerinden 200’ünün avukat olduğunu belirtiyor.9 Bu radikal devrimcilerden Robespierre için ünlü düşünür Rousseau “sevgili filozof”tur ve filozofu ölmeden önce birkaç defa ziyaret ederek feyz almıştır.10

Esasen devrimin fitilini ateşleyen, görünürdeki bir mali krizdi. Şüphesiz bu kriz bir günde oluşmuş değildi. Yüzyılların birikimiydi. 14. Louis 1643-1715 yılları arasında 72 yıl Fransa krallığı yapmıştı ve “devlet benim” diyen bir despottu. Arkasından gelen 15. Louis ise 1715-1774 arasında 59 yıl krallık yapmıştı ve güçsüz yönetimiyle otoriteyi zayıflatmıştı. 16. Louis ise Fransa Krallığı’nın yükünü taşıyacak kapasite ve kabiliyette biri değildi ve yönetim yetkisini pratikte soylularla paylaşarak mutlaklığı gevşetmişti. 1774’te Kral olmuş ve Avusturya Prensesi Marie_Antionette ile evlenmişti. Kraliçe hayli savurgan yaşantısı ile halkın açlığından uzak bir dünyada yaşıyordu. Halk zaten onu hiç sevmiyor ve “Avusturya casusu” olarak görüyordu. Savurgan saray yaşantısı ve devletin başka borçları dağ gibi birikmişti. Kral sürekli Maliye Bakanı’nı değiştirerek mali krizi çözmesini istiyordu. Maliye Bakanlarından beklenen mucize bir türlü gelmiyordu. Çünkü çözüm gelirin artırılmasını yani yeni vergileri gerektiriyordu. Soylular ve ruhban sınıfı yeni vergiler konusunda hiçbir özveriye yanaşmıyor, halkın ise vergiden canı burnundaydı, patlamaya hazırdı.

Tam bir ekonomik çıkmaza giren 16. Louis, en son 1614 yılında yani 175 yıl önce toplanmış olan ve Etats Generaux denilen Genel Meclisi zoraki de olsa toplamaya karar verdi. Ancak uzun süredir toplanmamış olan meclisin nasıl toplanacağı, kimlerden oluşacağı, nasıl karar alacağı çok belirsizdi. Her grubun 1 oy hakkının olması halinde üçüncü sınıf için bir umut ışığı yoktu. Bu sebeple üçüncü sınıfın bir şeyler yapması gerekiyordu. Esasen soyluların ve ruhbanın içinde de üçüncü sınıfı destekleyenler vardı. Özellikle Sieyes, ruhbana mensup olmasına karşın “Üçüncü Sınıf Nedir?” başlıklı bir kitapçık yazdı. Bu broşür, üçüncü sınıfın manifestosu gibiydi. Mevcut durumda “hiçbir şey” olan üçüncü sınıfın “bir şey” olmak istediğini dile getirmişti.11

5 Mayıs 1789’da Versay Sarayı’nda toplanan Genel Meclis’te Kral konuşmuş ama umut vaad etmemişti. Üçüncü sınıf istediğini elde edemeyince destek aldıkları diğer sınıflardan bazı üyelerle 17 Haziran 1789’da kendilerini Ulusal Meclis ilan ettiler. Kral bu oluşumu kabul etmek istemedi ancak onun da eli zayıflamıştı.

Tam da bu ortamda Kral 16. Louis, daha önce de Maliye Bakanlığı yapmış olan Necker’i yine görevden aldı. Patlamaya hazır halk sanki bir işaret bekliyordu. Ve o işareti genç bir avukat olan gazeteci Camille Desmoulis verdi. Halkı silahlanmaya ve barikatlara çağırdı. 14 Temmuz 1789 günü Paris halkını ayaklanmaya teşvik eden konuşmasıyla kitleleri Bastille Hapishanesi’ne yönlendirdi. Bastille, kanlı bir baskınla ele geçirildi. Gerçi hapishanede sadece 7 mahkum vardı ama Bastille, Krallığın da simgesi durumundaki bir kale hapishaneydi. Simgesel önemi vardı. Bu öneminden dolayı bir isyanla Bastille’in ele geçiriliş günü, yani 14 Temmuz günü Fransa’da ulusal bayram kabul edildi ve her yıl kutlanmaya başladı. Paris’teki bu gelişmeler taşrada duyulunca çevre kent, kasaba ve köylerde de köylü isyanları yayılmaya başladı.

Bu arada Ulusal Meclis 26 Ağustos 1789’da çok dikkat çekici bir metin olan İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’ni kabul etti. Bildiri 17 maddeden oluşuyordu ve eşitlik, özgürlük vurgusu yapıyordu. Kuvvetler ayrılığını anayasaların vazgeçilmez kuralı kabul ediyordu.

Bastille Hapishanesi olayı ve İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nden sonra devrimi gerçekleştirenler ile kral yanlıları arasında, ayrıca devrimi destekleyen gruplar arasında uzun süren çekişmeler ve kanlı yıllar yaşandı. Soylular ve ruhban zümresinin bir kısmı ülke dışına kaçarak, sınır boylarında komşu ülkelerden de yardım alarak devrime ve devrimcilere karşı örgütlenmeye başladılar. Devrim’den korkan komşu ülkeler de Fransa’ya iyi gözle bakmıyordu. Kral yetkilerini devretmek istemiyordu. Binlerce kadın, Paris’in merkezine 25 km olan Versay Sarayı’na yürüyerek Kral’a baskı yaptılar ve onun Versay’ı bırakıp Paris’teki Tuileries Sarayı’na gelmesini sağladılar. Kral, komşu ülkelerden ve sınırdaki soylu ve ruhbandan da medet umarak 21 Haziran 1791 gecesi aile boyu Paris’ten kaçma girişiminde bulunsa da, yakalanarak tekrar Paris’e getirildi. Krallığı devam ediyordu ama buna krallık denemezdi. Nitekim 21 Eylül 1792’de Krallık kaldırılarak Birinci Cumhuriyet ilan edildi.

Bu arada istikrar bir türlü sağlanamıyordu. Çekişme ve mücadele sadece kral yanlılarıyla, soylularla ve ruhbanla da değildi. Devrimi gerçekleştiren grupların sayısı çok fazlaydı. O zamanlar siyasal parti yoktu ama Fransa’da çok sayıda kulüp adı altına oluşumlar mevcuttu. Dağlılar, ovalılar, öfkeliler vs. birer gruptu. Gruplar arasında çekişmeler olduğu gibi grubun kendi içinde de çıkar kavgası ya da ılımlılık – aşırılık kavgası oluyordu. Nispeten ılımlı Jirondenler ile daha radikal olan Montagnardslar (Dağlılar) arasında Kral’ın yargılanıp yargılanmayacağı, yargılandıktan sonra idam edilip edilmemesi bu iki grup arasında ciddi boyutta tartışmalara neden oluyordu. Kısa süren sonucu belli bir yargılamadan sonra Kral 16. Louis 21 Ocak 1793 günü giyotinle idam edildi. 16 Ekim 1793’te de uydurma bir yargı sonucu Kraliçe Marie-Antoinette de kafasını giyotine kaptırdı.

Giyotin, Fransız Devriminin simgelerinden biriydi ve 20 Mart 1792’den itibaren de resmi idam aletiydi. Bir doktor olan Joseph Ignace Guillotin, daha önceden de kullanılan giyotin benzeri aleti daha işlevsel duruma getirerek, acı vermeden kafa kesmeyi sağladığını söylüyordu. Önce ölüler üzerinde denendi ve ilk defa 25 Nisan 1792’de infazda kullanıldı. Bu alet sadece Kral ve Kraliçenin değil, devrimin önderlerinin de, binlerce insanın da kafasını kesti. 10 Mart 1793’ten beri faaliyette olan Devrim Mahkemesi, normal bir mahkeme değil infaz aygıtı gibi çalışıyordu. Zaten Şüpheliler Yasası denilen bir yasa çıkarılmıştı ki, bu yasa ile normal her masum insanı suçlu yapmak mümkündü. Şüpheliler Yasası-Devrim Mahkemesi-Giyotin üçlüsü birbirini tamamlayan aygıtlardı. Devrim Mahkemesi’nde görev yapan savcı ve yargıçlar da bu standarda uygundu.

Kral’ın idamı sükuneti sağlamamıştı. Gruplar arası ve grup içi kavgalar bitecek gibi değildi. Hızlı davranan diğerini giyotine yollamaya başladı. Önce aşırılar olarak bilinen Herbert ve arkadaşlarının kafaları 24 Mart 1794’te giyotinle kesildi. Radikal devrimci Robespierre, devrimin simge isimlerinden Danton ve yandaşlarını ılımlı oldukları için tehlike olarak görüyor ve tasfiye etmenin yollarını arıyordu. Bir komplo bahanesiyle eline fırsat geçtiğinde yakın arkadaşı Danton’u ve yanındakileri 5 Nisan 1794 günü giyotine gönderdi. İş çığırından çıkmıştı, giyotin sürekli fazla mesai yapıyordu. Yazarlar o dönem için “Terör Dönemi” diyorlar. Robespierre’in teröründen bıkanlar bu defa onu ortadan kaldırmak gerektiğini düşündüler ve ellerine geçen ilk fırsatta 28 Temmuz 1794 günü Robespierre’i, kardeşini, Saint-Just’ı ve daha bir çok kişiyi giyotine gönderdiler. Robespierre ile “kızıl terör” dedikleri bitmişti ama daha sonraki günlerde kralcıların devam ettirdiği “beyaz terör” bir süre devam etti.

Kafasını giyotinde kaybeden devrim önderlerinin çoğu avukattı. Bu avukatların giyotine gidişlerinden de biraz bahsetmekte yarar var.

Ilımlılar olarak bilinen Jirondenlerin önderlerinden Avukat Brissot ve Avukat Vergniaud da dahil olmak üzere 22 kişi 31 Ekim 1793 günü giyotinle idam edildi. Arkadaşları yargıçlara küfrederken Avukat Vergniaud “Tıpkı Satürn gibi Devrim de kendi çocuklarını yiyip bitiriyor” demişti.12

Jakoben Dağlılar ılımlı Jirondenleri tasfiye etmişti ve bu defa kendi iç kavgaları başlamıştı. Devrimin en ünlü önderlerinden Jakoben Avukat Danton ve Avukat Camille Desmoulins “bu kadar terör yeter” diyerek insaflılar grubunu oluşturmuştu. Ilımlı olmak giyotine gitmek için yeterli görülünce bu defa insaflı olanlara da giyotinin yolu göründü. Taşradan gelme radikal Avukat Robespierre, arkadaşları Danton ve Desmoulins’e savunma hakkı bile vermedi. Danton salonda bağırıyordu: “Kendisini davaya böylesine adamış benim gibi bir devrimciden soğuk bir savunma mı bekliyorsunuz? Benim gibi adamlar satın alınamaz; özgürlük mührü, cumhuriyetçilik ruhu bunların kaşlarının üzerinde silinmeyen harflerle kazınmıştır ve ben, aşağılık zorbaların önünde sürünmekle suçlanıyorum.” Ancak bağırma işe yaramadı, savunma yapmalarına izin verilmedi. Danton, idama giderken Robespierre’in de gününü yaklaştığını tahmin ediyordu ve “Taşaklarımı Robespierre’e ve bacaklarımı Couthon’a bıraksaydım, Kamu Selameti Komitesi’nin ömrü biraz daha uzun olabilirdi” demişti. Bu arada cellada da seslenmeyi ihmal etmedi ve “Kellemi halka göstermeyi unutma, görülmeye değerdir o” diye seslendi.13 Danton, ölmeden önce arkadaşı Desmoulins’e sarılmak istemişti ama cellat buna engel olmuştu. “Aptal” dedi Danton, “kellelerimizin sepette kucaklaşmalarını önleyemeyeceksin ama.”14 5 Nisan 1794 günü giyotinin baltası hızla iniyordu, gövdeden ayrılan kelleler sepette buluşuyordu. Birlikte idam edilen Danton da, Desmoulins de zamanında Kral’ın idamı yönünde oy kullanmışlardı ama bu onları kurtarmaya yetmemişti.

Danton idama yolculuğunda Robespierre’in evinin önünden geçerken bütün gücüyle bağırmıştı:”Robespierre, arkamdan geliyorsun!”15 Gerçekten de dediği gibi oldu. Bu soluk benizli, asık suratlı, sert mizaçlı radikal devrimci avukat, ülkede esen terör kasırgasının müsebbibi kabul ediliyordu. Parasal konularda çok dürüst olduğu için “Satın Alınamaz” ünvanına sahipti ama halk terörden bıkmıştı. Fırsatını bulduklarında “kahrolsun zalim” diyen halk sesini yükseltmişti. İlk fırsatta onu ve arkadaşlarını tutuklama kararı alındı. Kendini savunmak istedi ise de, bu fırsat ona da tanınmadı. Robespierre, silahını çekerek intihar etmek istedi ve çenesini ağır şekilde yaraladı. Giyotine yalnız gitmedi, kardeşi de o gruptaydı. En yakın arkadaşlarından Saint-Just da idam edilenler arasındaydı. Cellat, Robespierre’in yüzündeki yarayı kapatan bantı sert şekilde çekerek canını yaktı, çünkü yaralı çenenin bir kısmı kopmuştu. Cellat giyotinin balatasını indirirken son sözleri şu olmuştu: “Cumhuriyet bitti, haydutlar zafer kazanıyor!”16

Fransız Devrimi’nde kellesini giyotine kaptıran avukatlar Robespierre, Danton, Desmoulins, Vergniaud’tan ibaret değildi. Devrimde rol almış çok sayıda avukat vardı giyotine giden. Bu sebeple Fransız Devrimi için “Avukatlar Devrimi” de denilebilir.

Devrim sonrası Fransa’da istikrar uzun süre sağlanamadı. Devrimin genel değerlendirmesini yapanlar, hep kendi pencerelerinden baktılar ve sübjektif değerlendirmelerde bulundular. Fransız Devrimi’nin bir burjuva devrimi olduğu konusunda, bazı istisnalar hariç genel bir kanı var. Burjuva devrimi de olsa halka sağladıkları düşünüldüğünde onun halk hareketi olduğu da yadsınamaz. Liberal ve muhafazakâr çevrelerin devrim eleştirisi terörün yoğunluğundandır. Muhafazakâr İngiliz düşünür Edmund Burke daha 1789’da devrimin başlangıcında yazdığı kitapta Fransız Devrimi’nin teröre başvuracağı kehanetinde bulunmuştu. İngiliz düşünürün görüşü isabetliydi ama her devrimde kan olurdu. Taner Timur, terörün baş sorumlusunun jakobenler olduğunu söyleyenlerin “bir ölçüde haklılık payı bulunsa bile terörün jakobenleri aşan nedenleri bulunuyordu” diyor.17 Devrim ve Robespierre taraftarları devrimi ve ülkeyi korumak için terörün zorunlu olduğunu iddia ediyorlar. Ancak şu hakikat de unutulmamalı; Fransız Devrimi’ndeki terörün boyutu, ülkeyi ve devrimi korumanın çok ötesine geçmişti. Öldürülenler sadece kralcılar, soylular, ruhban değildi, devrimciler de birbirini yemek için yarışmışlardı. Bu arada çok sayıda masum insan da ya kurşunların, ya da giyotinin hedefi olmuştu. Örneğin kimya alanında dünyaca ünlü bilim insanı Lavoisier’in kellesi de giyotinle kesilmiştir ve yargıçlardan birinin “Cumhuriyetin dâhilere ihtiyacı yok” dediği söylenir.18

Devrim, insanları doğuştan özgür ve eşit kabul eden insan hakları bildirisini yayınlamakla büyük iş yapmıştı ama pratikte kadınların seçme ve seçilme hakkı yoktu. Kadın devrimci Olympe de Gouges, Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirisi yayınladı ve bu bildiride “Kadınlar idam sehpasına çıkarıldığına göre kürsüye de çıkarılmalı” diyordu. Kadınların da insan ve eşit olduğunu söylüyordu. Bu devrimci kadın kendini giyotinden kurtaramadı ve 3 Kasım 1793 günü kafasını kestiler.19 Oysa kadınlar Fransız Devrimi’nde aktif olarak görev yapmışlar, barikatlarda, eylemlerde yerlerini almışlardı. Fransız Devrimi’nin insan haklarına, cumhuriyet düşüncesine, demokrasiye olan katkıları Fransa ile sınırlı kalmamış, bütün dünyayı etkilemiştir. Ancak kadın hakları konusunda sessiz kalması ciddi bir eleştiriyi hak ediyor. İsa’nın doğumundan soyutlanmış bir takvim ve yapay bir din uydurmuşlardı, ancak takvim de ürettikleri din de halk nezdinde tutmadı ve bunlardan vazgeçildi. Ancak İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi bütün dünyada anayasaların temelini oluşturmaya devam etti ve ediyor.

Kaynaklar

1 Rafael Sabatini, Doğruluğun Kılıcı, Çeviren: Bedir Babacan, Dorlion Yayınevi, 1ç Baskı, Eskişehir 2022, s. 5 vd.

2 Mehmet Ali Ağaoğulları, Fransız Devrimi’inde Siyasal Düşünceler ve Mücadeleler 11789-1794, Dipnot Yayınları, 1. Baskı, Ankara 2021, 3. Cilt, s. 361-378

3 Ernest Von ASter, Fransız Devrimi’nin Politik ve Sosyal Düşünceleri, Çeviren: Kâzım Tekiner, Dorlion Yayınları, 1. Baskı, Eskişehir 2024, s. 253-326

4 Server Tanilli, Fransız Devrimi’nden Portreler, Alkım Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 2007, s. 15, 103, 109, 113

5 François-Alphonse Aulard, Fransız Devriminin Büyük Hatipleri, Çeviren: Seyyid Canbey, Dorlion Yayınları, 1. Baskı, Eskişehir 2024, s. 63, 155, 207

6 Taner Timur, Mutlak Monarşi ve Fransız Devrimi, Yordam Kitap, 1. Baskı, İstanbul 2016, s. 308

7 Taner Timur, Mutlak Monarşi ve Fransız Devrimi, Yordam Kitap, 1. Baskı, İstanbul 2016, s. 26

8 Ayferi Göze, Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, Beta Yayınevi, 19. Baskı, İstanbul 2021, s. 599

9 Murat Sarıca, 100 Soruda Fransız İhtilali, Milenyum Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2021, s. 79

10 Sadık Usta, Dünyayı Değiştiren Düşünürler III, Epsilon Yayınevi, 3. Baskmoulins ı, İstanbul 2022, s. 272

11 Emmanuel-Hoseph Sieyes, Üçüncü Sınıf Nedir?, Çeviren: İsmet Birkan, İmge Yayınevi, 1. Baskı, Ankara 2005, s. 7, 8

12 Jeremy D. Popkin, Yeni Dünyanın Başlangıcı, Çeviren: Gamze Karaca – Özgür Balkılıç, Fol Yayınları, 1. Baskı, Ankara 2023, s. 475-478

13 Jeremy D. Popkin, Yeni Dünyanın Başlangıcı, s. 507-509

14 Server Tanilli, Fransız Devrimi’nden Portreler, Alkım Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 2007, s. 108

15 Server Tanilli, Fransız Devrimi’nden Portreler, s. 107

16 Taner Timur, Mutlak Monarşi ve Fransız Devrimi, s. 327

17 Taner Timur, Mutlak Monarşi ve Fransız Devrimi, s. 329

18 Steve Jones, Dâhilere Gerek Yok, Çeviren: Ogül Büber – Onur Orhangazi, Ayrıntı Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2020, s. 34

19 Server Tanilli, Fransız Devrimi’nden Portreler, s. 180

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum