DUANIN GÜCÜ VE LEZZETİ
Zengin adam, camiye gitmiş, ellerini açmış dua ediyor; “Allah’ım bir villa daha yaptıracağım, yardım et nolur.” Yanına oturan fakir ise “Allah’ım, birkaç lira ver de karnımı doyurayım” diye yalvarır. Zengin adam, elini cebine sokup, on lira uzatarak, “Ulan, al şu parayı da uzaklaş buradan, Allah’ı böyle küçük şeylerle meşgul etme, daha önemli işimiz var” der.
Bu bir fıkradır ve duadaki cimriliğe vurgu yapmaktadır. Elbette böyle bir dua, duanın ruhuna uygun değil. Her şeyden önce dua bencilce yapılmaz. Sadece kendin için değil, aile, akraba, çevre, toplum, ülke ve insanlık için iyi dileklerde bulunmanın tam da kendisidir dua. Muhammed İkbal duasında, “Bu çağın karanlığında her ızdıraplı kalbe / Ay’ı bile mahcup eden bir sevda ver” derken, tüm “ızdıraplı kalpler” için dilekte bulunur.
Dua, Allah ile insan arasındaki aracısız iletişimin adıdır. Sadece dertlinin, borçlunun, hastanın başvurusu değil, sonsuz pınardan içmek için herkesin başvuracağı bir yol ve yöntemdir. Hali vakti yerinde olan mesut insan da mutluluğunun devamı için ellerini açar, Allah’a şükreder. Bir hadiste, “dua ibadetin özüdür” deniliyor.
Dua, dost ile sohbettir. Dua, Allah’la konuşmadır. “Hiç kimse Allah gibi dost olamaz ve hiç kimse Allah’ın yardım ettiği gibi yardım edemez” (Nisa, 45). Allah’ın dostluğu aynı zamanda “daimi dert otaklığı”dır. Bunun farkında olan büyük ozan Baudlaire, “Tanrı herkesin baş oyuncu olduğu bir trajedide daimi dert ortağıdır” diyor.
Duanın özü samimiyettir. Samimi ve içten olmayan davranışın dua ile ilgisi yoktur. Böyle davranışlar duanın özü ile bağdaşmaz. Büyük usta Dostoyevski “Tanrı bir günahkârın tüm kalbiyle dua ettiğini gördüğünde, bebeğinin ilk gülümsemesini gören bir anne gibi mutlu olur” diyor. “Tüm kâlbiyle” dua etmenin yolu samimiyetten geçer. Nurettin Topçu’nun ifadesi ile, samimi ve gerçek dua dudaklarda başlar, kâlbe iner, orada Allah’a ulaşır.
Dualar karşılıksız kalmaz. Yeter ki, samimi, gönülden, içten olsun. Düşünür Emerson “Hiçbir kimse, karşılığını almadığı bir dua etmemiştir” diyor. Kuran’ı Kerim’de de “dua edenin duasına cevap veririm” (Bakara, ayet 186) diyor yüce Allah.
Nobel ödülü sahibi tıp doktoru Alexis Carrel, dua üzerine hacmi küçük, anlamı büyük bir kitap yazmıştır. Ona göre “Umumiyetle dua, bir şikayetten, bir ıstırap çığlığından, bir yardım dilemeden ibarettir.” Doktor devam ediyor ve “ezberlenmiş, basit formüllerden uzak olan gerçek dua; bilincin Allah düşüncesiyle kendinden geçtiği mistik, esrarlı bir haldir” diyor. Bu bilim adamı duanın tıptaki yararlarını da somut örneklerle anlatır.
Alexis Carrel’e göre “duanın kabul edilebilmesi için üstün söz sahibi olmaya gerek yoktur.” Nitekim dindar bir felsefeci olan Nurettin Topçu da “yüksek sesle, ciğerleri yırtarcasına bangır bangır bağırarak, tumturaklı ve kafiyeli parlak cümleler halinde yapılan duaların, cemaatı dolandıran bir esnaf zümresinin berbat sanatı” olduğunu belirtir. Ali Şeriati de “Allah’ım! İnancımı kompleksimden koru” derken dindarlığı din tüccarlığına dönüştürenlerin kompleksinden bahsediyor olmalı.
Nurettin Topçu’ya göre yalnız yapılan duada Büyük Yalnız’a sığınma imkânı daha çok olduğundan bu dua öbürüne üstün tutulur. Allah’tan ümit, aşk halini alınca dua en yüksek haline ulaşmıştır. Ayette de yazarın bu görüşleri doğrulanmaktadır. “Rabbinize yalvararak gizlice dua edin. Bilesiniz ki, O haddi aşanları sevmez. Ürpererek ve ümit ederek dua edin O’na. Hiç kuşkusuz, Allah’ın rahmeti, güzel düşünüp güzel iş yapanlara çok yakındır.” (Araf, ayet 55, 56)
Yüzbaşının Kızı’nı okuyanlar hatırlayacaktır; Puşkin’in bu ünlü romanının kahramanı haksız yere zindana atılıp ayaklarının zincire vurulması sonrasında “… cesaretim ve ümidim kırılmadı. Bütün dertlerin tesellisi olan şeye başvurdum: İlk defa olarak, temiz fakat yaralı bir kâlpten çıkan bir duanın lezzetini duydum” diyor.
İnsan Allah’a muhtaçtır ve dua bu ihtiyaçtan doğar. Dua psikolojik anlamda bir rahatlama, huzur ve gönül tatmini doğurur.
Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, “duanın rahatlatan, güven katan, dinlendiren, mutluluk ve huzura pike yaptıran o inanılmaz gücünden istifade edin” diyerek, ruhumuzu duadan mahrum etmememizi öneriyor. Dr. Herbert Benson da “dua Tanrı’dan size bir ışık göndermesini dilemekten ibarettir” diyor.
Dua sadece bu dünyaya ait dilekler için değil, elbette hakiki dünya olan öbür taraf için olan dilekleri de kapsar. “Ey Rabbimiz! Günahlarımızdan ötürü bizi affet ve kötülüklerimizi sil ve gerçek erdem sahipleri olarak canımızı al” (Ali İmran, 193) diyerek Allah’a el açan insanın dilekleri ölüm sonrasına uzanır.
“Allah’ım. Affedicisin, affetmeyi seversin. Beni de affet” demenin lezzetini tatmanın ve sırtını Allah’a dayamış olmanın haklı gücünü duymak ne güzel.
Zengin adam, camiye gitmiş, ellerini açmış dua ediyor; “Allah’ım bir villa daha yaptıracağım, yardım et nolur.” Yanına oturan fakir ise “Allah’ım, birkaç lira ver de karnımı doyurayım” diye yalvarır. Zengin adam, elini cebine sokup, on lira uzatarak, “Ulan, al şu parayı da uzaklaş buradan, Allah’ı böyle küçük şeylerle meşgul etme, daha önemli işimiz var” der.
Bu bir fıkradır ve duadaki cimriliğe vurgu yapmaktadır. Elbette böyle bir dua, duanın ruhuna uygun değil. Her şeyden önce dua bencilce yapılmaz. Sadece kendin için değil, aile, akraba, çevre, toplum, ülke ve insanlık için iyi dileklerde bulunmanın tam da kendisidir dua. Muhammed İkbal duasında, “Bu çağın karanlığında her ızdıraplı kalbe / Ay’ı bile mahcup eden bir sevda ver” derken, tüm “ızdıraplı kalpler” için dilekte bulunur.
Dua, Allah ile insan arasındaki aracısız iletişimin adıdır. Sadece dertlinin, borçlunun, hastanın başvurusu değil, sonsuz pınardan içmek için herkesin başvuracağı bir yol ve yöntemdir. Hali vakti yerinde olan mesut insan da mutluluğunun devamı için ellerini açar, Allah’a şükreder. Bir hadiste, “dua ibadetin özüdür” deniliyor.
Dua, dost ile sohbettir. Dua, Allah’la konuşmadır. “Hiç kimse Allah gibi dost olamaz ve hiç kimse Allah’ın yardım ettiği gibi yardım edemez” (Nisa, 45). Allah’ın dostluğu aynı zamanda “daimi dert otaklığı”dır. Bunun farkında olan büyük ozan Baudlaire, “Tanrı herkesin baş oyuncu olduğu bir trajedide daimi dert ortağıdır” diyor.
Duanın özü samimiyettir. Samimi ve içten olmayan davranışın dua ile ilgisi yoktur. Böyle davranışlar duanın özü ile bağdaşmaz. Büyük usta Dostoyevski “Tanrı bir günahkârın tüm kalbiyle dua ettiğini gördüğünde, bebeğinin ilk gülümsemesini gören bir anne gibi mutlu olur” diyor. “Tüm kâlbiyle” dua etmenin yolu samimiyetten geçer. Nurettin Topçu’nun ifadesi ile, samimi ve gerçek dua dudaklarda başlar, kâlbe iner, orada Allah’a ulaşır.
Dualar karşılıksız kalmaz. Yeter ki, samimi, gönülden, içten olsun. Düşünür Emerson “Hiçbir kimse, karşılığını almadığı bir dua etmemiştir” diyor. Kuran’ı Kerim’de de “dua edenin duasına cevap veririm” (Bakara, ayet 186) diyor yüce Allah.
Nobel ödülü sahibi tıp doktoru Alexis Carrel, dua üzerine hacmi küçük, anlamı büyük bir kitap yazmıştır. Ona göre “Umumiyetle dua, bir şikayetten, bir ıstırap çığlığından, bir yardım dilemeden ibarettir.” Doktor devam ediyor ve “ezberlenmiş, basit formüllerden uzak olan gerçek dua; bilincin Allah düşüncesiyle kendinden geçtiği mistik, esrarlı bir haldir” diyor. Bu bilim adamı duanın tıptaki yararlarını da somut örneklerle anlatır.
Alexis Carrel’e göre “duanın kabul edilebilmesi için üstün söz sahibi olmaya gerek yoktur.” Nitekim dindar bir felsefeci olan Nurettin Topçu da “yüksek sesle, ciğerleri yırtarcasına bangır bangır bağırarak, tumturaklı ve kafiyeli parlak cümleler halinde yapılan duaların, cemaatı dolandıran bir esnaf zümresinin berbat sanatı” olduğunu belirtir. Ali Şeriati de “Allah’ım! İnancımı kompleksimden koru” derken dindarlığı din tüccarlığına dönüştürenlerin kompleksinden bahsediyor olmalı.
Nurettin Topçu’ya göre yalnız yapılan duada Büyük Yalnız’a sığınma imkânı daha çok olduğundan bu dua öbürüne üstün tutulur. Allah’tan ümit, aşk halini alınca dua en yüksek haline ulaşmıştır. Ayette de yazarın bu görüşleri doğrulanmaktadır. “Rabbinize yalvararak gizlice dua edin. Bilesiniz ki, O haddi aşanları sevmez. Ürpererek ve ümit ederek dua edin O’na. Hiç kuşkusuz, Allah’ın rahmeti, güzel düşünüp güzel iş yapanlara çok yakındır.” (Araf, ayet 55, 56)
Yüzbaşının Kızı’nı okuyanlar hatırlayacaktır; Puşkin’in bu ünlü romanının kahramanı haksız yere zindana atılıp ayaklarının zincire vurulması sonrasında “… cesaretim ve ümidim kırılmadı. Bütün dertlerin tesellisi olan şeye başvurdum: İlk defa olarak, temiz fakat yaralı bir kâlpten çıkan bir duanın lezzetini duydum” diyor.
İnsan Allah’a muhtaçtır ve dua bu ihtiyaçtan doğar. Dua psikolojik anlamda bir rahatlama, huzur ve gönül tatmini doğurur.
Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, “duanın rahatlatan, güven katan, dinlendiren, mutluluk ve huzura pike yaptıran o inanılmaz gücünden istifade edin” diyerek, ruhumuzu duadan mahrum etmememizi öneriyor. Dr. Herbert Benson da “dua Tanrı’dan size bir ışık göndermesini dilemekten ibarettir” diyor.
Dua sadece bu dünyaya ait dilekler için değil, elbette hakiki dünya olan öbür taraf için olan dilekleri de kapsar. “Ey Rabbimiz! Günahlarımızdan ötürü bizi affet ve kötülüklerimizi sil ve gerçek erdem sahipleri olarak canımızı al” (Ali İmran, 193) diyerek Allah’a el açan insanın dilekleri ölüm sonrasına uzanır.
“Allah’ım. Affedicisin, affetmeyi seversin. Beni de affet” demenin lezzetini tatmanın ve sırtını Allah’a dayamış olmanın haklı gücünü duymak ne güzel.
FACEBOOK YORUMLAR