CUMHURİYETİN İLK KADIN AVUKATI
SÜREYYA AĞAOĞLU’NUN ANILARI YAYINLANDI
SÜREYYA AĞAOĞLU’NUN ANILARI YAYINLANDI
Av. Abbas BİLGİLİ
Türkiye’nin ilk kadın avukatı Süreyya Ağaoğlu,nun anıları Bir Ömür Böyle Geçti - Sessiz Gemiyi Beklerken, 1984 yılında Ağaoğlu Yayınları’ndan tam metin olarak çıkmıştı. Kırk yıl önce yayınlanan bu anıları piyasada bulmak mümkün değildi. 27 Mayıs üzerine yaptığım çalışmalardan dolayı temin etmek istemiştim ve bir internet sitesinden zorlukla temin edebilmiştim. Avukat Celal Ülgen ve Avukat Coşkun Ongun tarafından yayına hazırlanan ve 2010 yılında İstanbul Barosu’nca yayınlanan Hukukun Öncü Kadını Süreyya Ağaoğlu isimli kitap içinde de anılar biraz eksiğiyle (Sessiz Gemiyi Beklerken kısmı hariç) yayınlanmıştı. Baro yayınları daha çok avukatlara hitap ettiğinden ve piyasaya da sunulmadığı için genel okuyucunun bu yayından istifadesi biraz güçtü. Eksikliği hissedilmiş olmalı ki, Ağaoğlu’nun anıları tam metin olarak Yapı ve Kredi Yayınları’ndan yeniden yayınlandı. Yeni yayın vesilesiyle Süreyya Ağaoğlu’ndan ve anılarından bahsetmek istiyoruz.
1903 yılında Azerbaycan’ın Şuşa kentinde doğan Süreyya Ağaoğlu, siyasetçi, hukukçu ve gazeteci Ahmet Ağaoğlu’nın kızı olup, DP’li siyasetçi yazar Samet Ağaoğlu’nun da ablasıdır. Ailenin İstanbul’a gelmesi üzerine liseyi İstanbul’da bitirince 1921’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne başvuran ilk kız öğrenci olmuştur. 1925’te mezun olmuş, 5 Aralık 1927’de Ankara Barosu’na başvurmuş, 1928’de ise Türkiye’nin ilk kadın avukatı ünvanına sahip olmuştur. Çok sayıda uluslararası kuruluşta Türkiye’yi temsil etmiştir. 1949’da Beynelmilel Barolar Birliği’nin tek kadın üyesi, 1952’de Milletlerarası Kadın Hukukçular Birliği üyesi, 1960’ta Kadın Hukukçular Birliği’nin BM Cenevre Teşkilatı temsilcisi, 1980-1982 döneminde Hukukçu Kadınlar Federasyonu İkinci Başkanı olmuştur.
27 Mayıs 1960 darbesinin oluşturduğu Yassıada Mahkemesi’nde kardeşi DP milletvekili Samet Ağağoğlu’nu ve DP’nin kadın milletvekillerinin avukatlığını yapmıştır. Darbe sonrasında kurulan Ekrem Alican’ın Genel Başkanlığını yaptığı Yeni Türkiye Partisi’nin de İstanbul İl Başkanlığını yapmıştır.
Çocuk Dostları Derneği, Türk Hukukçu Kadınlar Derneği, Üniversiteli Kadınlar Derneği ve Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti gibi sivil toplum kuruluşlarında aktif görev almıştır.
Büyük dostum dediği Lord Kinross’un “bildikleriniz size kalmamalı, yazmalısınız, hem de bir an evvel, zira seneler geçtikçe insan unutkan oluyor” demesi üzerine anılarını yazdığını ve annesi ile babasının Karabağ’ın tanınmış ailelerinden olduğunu belirten cümlelerle anılara başlıyor.
Fransa’da eğitim gördükten sonra Azerbaycan’a dönen ve daha sonra da Türkiye’ye gelen düşünce insanı Ahmet Ağaoğlu’nun kızı olmak Süreyya Ağaoğlu’na önemli avantajlar sağalmış görünüyor. Osmanlı’nın karanlık ve çöküş yıllarında eğitime başladığını, evlerine dönemin önemli isimlerinden Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Hüseyinzade Ali Bey, Celal Sahir, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Fuat Köprülü, Abdullah Cevdet, Esat Paşa, Ömer Naci Bey, Enver ve Talat Paşa gibi ziyaretçilerin geldiğini yazıyor. Böyle bir kültür ikliminde yetişme şansına sahip olmak az şey değil. Daha çocukluğunda dik durmayı bilen Süreyya Ağaoğlu, babasının Malta sürgünleri arasında olduğu İstanbul’un işgal yıllarında okulun yabancı yöneticilerine tavır aldığını da belirtiyor. İşgal yıllarında lise tahsilindedir ve Halide Edip’in meşhur Sultanahmet konuşmasını dinleyenlerdendir.
1921 yılında Darülfünün’da Hukuk Fakültesi’ne yazılmak ister ama o yıllarda kızların bu okula alınmadığını söylerler. Ancak okul yöneticilerinin üç kız daha bulması halinde bunun mümkün olacağını söylemeleri üzerine arkadaşlarını da teşvik ederek 1 no’lu öğrenci olarak Hukuk öğrencisi olur. O yıllarda babası Malta’da sürgündür. Önemli hocalardan eğitim alır, örneğin ünlü ceza hukukçusu Tahir Taner hocalarından biridir.
Sonraki yıllarda babasının Mustafa Kemal ile dostluk kurması sonucu Süreyya da Zübeyde Hanım, Fikriye Hanım, Makbule Hanım’la görüşüp konuşma imkanı olur. Atatürk’ün yakın çevresiyle tanışıp onunla aynı sofrada yemek yer ve dans eder. Dönemin önemli asker sivil yöneticilerini, yazar ve şairlerini yakından tanıma imkanı bulur. 1930’lu yıllarda babasının düzenlediği sohbetler nedeniyle evlerine Nazım Hikmet, Sabiha ve Zekeriya Sertel, Hamdi Başar, Hilmi Ziya, Ziyaeddin Fahri, Şukûfe Nihal, Nizamettin Nazif, Peyami Safa, Nadir Nadi ve Mithat Cemal gibi isimlerin geldiğini belirtiyor.
Süreyya Ağaoğlu, Türkiye’nin ilk kadın avukatı ünvanına sahiptir ve uzun yıllar avukatlık yapar. İngilizce ve Fransızca bilmesi nedeniyle yurt dışı davalarda da bulunur ve uluslararası kuruluşlarda görev alır. Takip ettiği bir dava için gittiği Mısır’da Atatürk isimli ünlü kitabın yazarı Lord Kinross’la tanışıp dost olur.
27 Mayıs Darbesi döneminde Yassıada’da avukat olarak savunmalar yapar. Bu nedenle Yassıada Mahkemesi Başkanı Salim Başol ile İstiklâl Mahkemesi’nden Ali Çetinkaya’yı mukayese eden satırları ilginçtir.
27 Mayıs Darbesi olduğunda kardeşi DP milletvekili Samet Ağaoğlu yakalanıp Yassıada’ya götürülenler arasındaydı. Darbecilerin ve darbeyi destekleyenlerin husumetini bütün ağırlığıyla ve ailecek yaşarlar. Bu konuda yazdığı şu cümleler ilginç: “İşte ben o günden sonra kendimi Demokrat Partili saydım. O güne kadar hiçbir partiye üye olmamıştım. Demokrat Parti’nin bazı icraatlarına karşı idim. Ama ihtilalden sonra bana da Demokrat Parti azası imişim gibi yapılan bu hareketler adeta bir faşist veya komünist terörü hatırlatıyordu.”
Yassıada Mahkemesi’nde kadın milletvekilleri Nazlı Talabar, Perihan Arıburnu, Hilal Ülmen ve Piraye Levent’in avukatlığını yaparken daha sonra kardeşi Samet Ağaoğlu’nu da savunur. Darbeciler, Yassıada’da savunma yapan avukatlara her türlü zorluğu çıkartıp hakaret ediyorlardı. Bu hakaretlerden Süreyya Ağaoğlu da nasibini alıyordu. Milletlerarası Hukukçular Komisyonu’na başvurarak, Yassıada’yı görmeleri için bir temsilci ister. İsviçre’li Ceza Hukukçusu Nicole İstanbul’a gönderilir. Durumu gören yabancı avukat “Bu bir mezbaha. Nurnberg’den daha kötü bir mahkeme” ifadelerini kullanır.
Ağaoğlu, Yassıada Mahkemesi Başkanı Salim Başol için “Mitolojideki Cehennem Tanrısı Pluton’u andırıyordu” diyor. Mahkeme savcısı Altay Ömer Egesel için ise “Neron’a benziyordu” ifadesini kullanıyor.
Süreyya Ağaoğlu’nun anılarını daha önce İstanbul Barosu’nun yayınladığı kitaptan okumuştum. Ağaoğlu, İstanbul Barosu’nun tarihinde bir kara leke olan 27 Mayıs 1960’da aldığı karardan da bahsediyor. Baro, üyelerinin Yassıada’da DP’lileri savunmamaları yönünde karar alıyor. Anılarda bu karar eleştirilirken, Baro mensubu Av. Tahsin Türk, Müdafaa Hakkı başlıklı bir kitapçık yayınlayarak İstanbul Barosu’nu ağır şekilde eleştiriyor. O günlerde böyle bir metni yayınlamak tam bir cesaret örneği olduğu için, bu kitapçığın peşine düşmüş ve temin etmek için çok uğraşmıştım ve Millî Kütüphane’de mevcut olduğunu öğrenmiştim. Ağaoğlu’nun sadece adını verdiği bu metnin fotokopisini, 27 Mayıs’la ilgili çalışmalarımda yararlanmak üzere Millî Kütüphane’den almıştım. Anıların bana böyle bir yararı da oldu.
Anıların ikinci bölümü Sessiz Gemiyi Beklerken başlığını taşıyor ve hayatının son yıllarını ve daha çok da yurt dışı gezilerini ele alıyor. Süreyya Ağaoğlu’nun anıları, Cumhuriyetin modernleşme projesine paralel bir hayatı tanımak ve ilk kadın avukatımızın duygu ve düşüncelerini yakından öğrenmek için çok renkli ve ilginç bir kaynak. Dik durmayı bilen, cesur, dünyayı tanıyan ve kadın hakları konusunda öncü bir aydının anıları sadece bir kişisel hayattan ibaret görülmemeli. Çünkü anılarda, Cumhuriyet tarihinin özel hayatlara yansımış yönlerinin izlerini de görmek mümkün. Şüphesiz her anı sübjektiftir, ancak kişisel görüşler kadar, döneme kişisel pencereden ışık tutmasının getirdiği zenginlik de önemli bir lezzettir. Hukukçuların ve özellikle de genç hukukçuların Süreyya Ağaoğlu’nun hayat tecrübesinden öğreneceği çok şey var. Elbette genel okuyucu için de ilgi çekici bir hayat deneyimi ve ışık olacaktır.
FACEBOOK YORUMLAR