Av. Abbas BİLGİLİ

Av. Abbas BİLGİLİ

[email protected]

BEN-HUR ROMANINDA ANTAKYA

27 Temmuz 2024 - 07:55

BEN-HUR ROMANINDA ANTAKYA

Abbas BİLGİLİ

Edebiyat çevrelerinde daha çok popüler bir roman olarak bilinen Ben-Hur’un ilk baskısı ABD’de 1880’de yapıldı. Generalliğe kadar yükselmiş bir asker ve hukukçu olan yazar Lew Wallace, Ben_Hur’un yayınlanmasından sonra 1881-1885 döneminde Türkiye’de (Osmanlı) elçi olarak da görev yapmış biri. Önceden Anadolu’yu görmemiş olan yazar, ilginçtir ki, bu romanında Antakya’dan uzun uzun bahsetmektedir. Hz. İsa dönemini arka fon olarak kullanan ve İsa’nın doğumuyla ölümüne de değinen tarihi bir romandır Ben-Hur.

Romana ün kazandıranın filme alınmış olmasıdır. Birden fazla çekime konu olsa da 1959’da yönetmeliğini William Wyler, başrolünü rolünü Charlton Heston’ın üslendiği film 11 akademi ödülü kazanarak dikkat çekmiştir. Özellikle filmdeki Roma dönemi arenasındaki araba yarışı sahnesi belleklerde iz bırakmıştır. Belirtelim ki, filmin romandan sapmış olduğu da dikkatlerden kaçmıyor. Belki sinemaya aktarabilmek için bu bir gereklilik olabilir. Örneğin romandaki olay gelişimi büyük ölçüde antik Roma dönemi Antakya’sında geçtiği halde, filmde Antakya sadece kelime olarak birkaç defa geçiyor. Meşhur atlı araba yarışlarının Antakya’da olduğu dahi filmde belirli değil.

Mekadon Kralı İskender’in ölümünden sonra komutanlarından Selevkos’un Milattan Önce 300 yılında kurduğu Antakya Selevkosların başkenti olmuş, MÖ 64 yılında ise Roma İmparatorluğu’na geçmiştir. İklimi, ticaret yolları ve denize yakınlığı nedeniyle kısa sürede Roma İmparatorluğu’nun üç büyük kentinden biri olmuş ve İmparatorluğa bağlı Suriye Eyaleti’nin de başkentliğini yapmıştır. Yakınındaki Daphne (bugünkü Harbiye) de zenginlerin sayfiye mekanı olarak yer almıştır.

Değişik yayınevlerince Türkçe baskısı yapılan romanın son çevirisi Serpil Demirci tarafından yapılmış ve Elips Yayınları’ndan 2021’de çıkmıştır. Toplam 575 sayfalık romanın 218 sayfalık kısmı (191-409 sayfa aralığı) tamamen Antakya’dan ve Antakya’da geçen olaylardan bahsetmektedir. Başlangıç ve son bölümler Kudüs ve çevresi ile ilgili iken, romanın orta kısmındaki ana gövdede Antakya konu edinilmiş. Hz. İsa’nın doğumundan itibaren ölümüne kadar olan 33 yıllık bir dönem söz konusu. Tarih araştırmaları ve romanda da belirtildiği gibi, Antakya o dönemde etnik ve dinsel olarak homojen bir nüfus yapısına sahip değildir. Romalılar, Yunanlılar, Araplar, Yahudiler o bölgenin sakinleridir. Hıristiyanlık henüz doğum sancıları içindedir ve pagan inançlar yaygındır.

Ben-Hur çok genç bir Yahudi prensi iken, Kudüs’teki evlerinin çatısından düşen bir kiremit Roma Valisi’nin başına isabet edince, suikastçı olarak yakalanır ve kürek mahkumu olarak gemilerde cezasını çekmeye başlar. Çocukluk arkadaşı Romalı Messela da büyümüş ve ona rakip olmuştur. Messela’nın da katkısıyla annesi ve kız kardeşi Kudüs zindanlarına atılır. Kürek mahkumu olarak bulunduğu gemi, korsanlarla çarpışırken Ben-Hur kurtulur ve Romalı patronunu da kurtarır. Varlıklı Romalı Ben-Hur’u evlat edinerek ona ciddi bir döğüş ve yarış eğitimi de aldırır. Daha sonra özgürlüğüne kavuşan Ben-Hur annesi ve kız kardeşini bulmak için Kudüs’e dönerken, gemi ile Antakya’ya gelir. Bugünkü Antakya’yı bilenler, oraya gemi gelmeyeceğini bilir, ancak o dönemde ve hatta çok sonralara kadar gemi ile Antakya’ya gitmek mümkündü. O zamanki ismi Orontes olan Asi Nehri bugün olduğu gibi Hatay’daki Amik Ovası’nın ve Antakya kent merkezinin içinden geçip Samandağ’da Akdeniz’e dökülür. Nehrin denize döküldüğü yerde yine Selevkoslar tarafından kurulan liman kenti Seleucia vardı ve özellikle ticaret gemileri denizden Asi’ye girip Antakya’daki rıhtıma kadar geliyorlardı. Antakya’nın çok canlı bir ticaret merkezi olmasında bu deniz yolunun da büyük rolü vardı. Ben-Hur bu deniz yoluyla Antakya’ya geldi ve orada edindiği dostlarıyla bir hayli zaman geçirdi. Romanda önce Antakya için şu ifadelerin kullanıldığını görüyoruz:

İçinde bulunduğumuz ay Temmuz, yıl da MS 23, yer ise dünyanın en kalabalık şehri olmasa da Roma’dan sonraki en güçlü şehir olan, Doğu’nun kraliçesi Antakya.” (sh. 192)

Geminin Akdeniz’den nehre girişi ve nehir boyunca temaşa edilen manzaranın anlatımına da bakalım:

Bir nakliye gemisi denizin mavi sularından Orontes Nehri’nin ağzına doğru giriş yaptı. Öğleden sonraydı. Çok sıcaktı, gemideki ayrıcalığı olan herkes güvertedeydi, Ben-Hur da onların arasındaydı.” (sh 193)

“… denizden şehre kadar Suriye’ye özgü meyveler ve asmalarla dolu bahçelerin süslediği ve Neopolis’inkiler kadar zengin konakların serpiştirildiği güzelim kıyıları fark etmiyordu bile.” (sh. 196)

Geminin güvertesinde çevreyi seyrederek ilerlerken, yanındakilerle yapılan konuşmalarda bölge hakkında şu cümleler ağızlardan dökülüyordu:

Nehir buradan batıya doğru akıyor” dedi genel bir soruyu cevaplar gibi. “Hatırlıyorum da bir zamanlar sular duvarlara vururdu, Roma vatandaşı olarak huzur içinde yaşıyorduk, günümüzde hep olduğu gibi ticaret kendi yolunu yaratmış; artık bütün nehir kıyısı rıhtımlarla dolmuş. Şuradaki…” güneyi işaret ediyordu. “Casius Dağı’dır ya da buradaki insanların dedikleri şekliyle Orontes dağları. Kuzeydeki kardeşi Amanos Dağı’na bakıyor. İkisinin arasında da Antakya Ovası uzanıyor.” (sh. 196)

Nehrin güvertesinden seyredilen Casius Dağı’nın, arkasında bugünkü Yayladağı’nı gözetleyen Keldağ olduğunu da hatırlatalım.

Ben-Hur, Antakya’da kaldığı günlerde Daphne’yi de (Harbiye) gezdi ve hayran kaldı. Daphne Koruluğu’ndan bahsedilirken “Kimse onu tarif edemez. Bak! Apollon tarafından başlatılıp bitirildi. Onu Olimpos’a tercih ediyordu. İnsanlar onu bir kez görmek için gidip geri dönmüyorlar. Bir deyiş vardır: “Daphne’nin meyveleriyle beslenen bir kurt olmak kralın konuğu olmaktan bile iyidir” ifadeleri kullanılıyor (sh. 197).

Hemen belirtelim ki, Helen ve Roma dönemindeki antik Antakya’da Asi Nehri şehrin içinde iki kola ayrılıp biraz ötede tekrar birleştiği için oluşan bir ada vardı. Dönemi anlatan bütün tarihsel metinlerde bu adadan bahsedilmektedir. Romalılar döneminde adada yerleşim yeri dışında saray ve stadyum da vardı. Lew Wallace’ın romanında da adadan söz edildiğini şu cümlelerde görüyoruz:

Köprünün yukarı kısmında Calinicus’un yeni şehrini kurduğu ada başlar, sellerin de depremlerin de yıkamadığı beş büyük köprüyle karaya bağlanmıştır. Şehir hakkında size söyleyebileceğim tek şey, onu görmenin ömrünüz boyunca sizi mutlu edeceğidir.” (sh. 198)

Ada’nın önemi de şu şekilde vurgulanıyordu: “Bir konsül, general, kral ya da ziyarete gelen herhangi bir hükümdar Antakya’ya vardığında ada üzerindeki yerler hemen onlara tahsis ediliyordu.” (sh. 263)

Şehir meydanından söz eden cümlelerde; “Ben-Hur Roma’dan yeni gelmiş olmasına rağmen meydanın muhteşemliğine şaşıp kaldı. Sağda ve solda saraylar diziliydi, aralarında dikilen mermerden çok sayıdaki çifte kolon yayaların, hayvanların ve arabaların yollarını ayırıyordu, gölgelik olan bu yollar suları hiç durmadan akan fıskiyelerle serinliyordu” dendiğini görüyoruz. (sh. 199).

Romanda, kent meydanından, caddelerden, sokaklardan, binalardan, heykellerden, süslemelerden uzun uzun bahsedilmekte ve özellikle de Daphne (Harbiye) bir başka anlatılmaktadır. Daphne’deki ağaçlar, çiçekler, kuşlar, dereler, çağlayanlar usta bir betimlemeye konu olmaktadır. Yine Daphne’deki Kastalia Çeşmesi ve suyu övgü ile anlatılmaktadır.

Antakya tanıtımlarından sonra romanın olay örgüsüne yeniden dönüş yapabiliriz. Antakya’daki güzellikleri gezip gören Ben-Hur, sonradan düşmanı olan çocukluk arkadaşı Romalı Messela’nın da Antakya’da komutanlık yaptığını öğrenince ondan intikam almak amacıyla araba yarışlarına katılma kararı aldı. Romalılar döneminde bu sportif yarışlar önemliydi. Önceleri bir eğlence şeklindeyken zamanla gelişip olimpiyatlara dönüşmüştür. Roma’daki olimpiyatların benzerini burada düzenlemeye başlamışlardı.

Nehir kıyısında adanın karşı tarafındaki arenaya halk bir gün önceden gelmeye başlıyor, zira geç kalanların yer bulma ihtimali yoktu. Yarışların olduğu zaman, şehir halkı akın akın arenaya koşuyor, şehir adeta boşalıyordu. Sadece şehir halkı değil, çevreden de çok sayıda kişi yarışları izlemeye geliyordu. Yerlerini garantilemiş olan varlıklı insanların bir gün önceden koşturmasına gerek yoktu. Bu arada kumar meraklıları oyunlar üzerine ciddi bahislere giriyorlar, ciddi miktarda para dönüyordu. Borazanlar, topluluğu sessizliğe davet ettiğinden yüzbin kişinin toplandığı söyleniyor. Konsül de yerini alınca işaret bayrakları iniyor ve başlama borazanı ile zarif ve cins atlar koşuldukları arabanın üzerindeki yarışmacıyla birlikte arenada nefes kesen yarışa başlıyorlardı. Romanda çok canlı biçimde anlatılan yarış sahnesi filmde ise belleklerde derin izler bırakıyordu.

Ben-Hur yarışmada birinci olup, eski dostu yeni düşmanı Messela’yı tasfiye etmekle kalmıyor, Messela düşerek sakatlanıyor ve kötürüm duruma geliyor.

Antakya’da işi biten Ben-Hur Kudüs’e dönüyor ve bir yandan annesiyle kardeşini ararken, bir yandan da Nasaralı İsa ile ilgileniyor. Yahudilerin Kralı olarak geldiği söylenen İsa’nın aslında manevi bir krallık peşinde olduğu, onun da Cennetin Krallığı olduğu anlatılmaya çalışılıyor. Hıristiyanlığa övgü ile birlikte, İsa’nın mucizelerine de ayrıntılı biçimde yer veriliyor. Hatta Ben-Hur’un zindanda bulunan annesi ile kız kardeşinin cüzzam hastalığına yakalandığı ve İsa’nın mucizesi ile hastalıktan kurtulduklarını da son satırlarda okuyoruz. Romalılarla Yahudiler arasındaki çekişmeler ve İsa’nın bir ihbar sonucu Romalı askerler tarafından öğle saatlerinde çarmıha gerilmesi ve halkın da bu sahneyi seyretmesi ile roman bitiyor. Roman biterken Ben-Hur ve dostlarının sohbetlerinde Antakya adının anıldığını görüyoruz.

Görüyoruz ki, bu romanda Hıristiyanlığın doğuş günleri arka fon olarak kullanılarak olay örgüsü fonun önüne yerleştirilmiş ve bu örgüde Antakya’ya geniş şekilde yer verilmiş. Ayrıntılı şehit tasviri dikkat çekiyor. Şüphesiz romanlar kurgu olduğu için, şehir hakkında anlatılanların tarihsel gerçeklerle ne kadar uyumlu olduğu, ne kadar gerçeklerden uzaklaşıldığı tartışılabilir. Yazarın bu romanı yazmadan önce antik Roma Tarihi ve bu bağlamda Antakya Tarihi ile ilgili kaynakları araştırdığını ve okuduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü dönemi anlatan belli kaynaklar var ve bu kaynaklarda anlatılan Antakya ile romanda anlatılan Antakya arasında fazla bir fark yok. Bu bir tarih kitabı değil, edebî süslemelerin olması gayet doğal. Önemli olan süsleme yaparken gerçeği kapatmamaktır ki, romanda Antakya’nın gayet güzel ve gerçeğe yakın yansıtıldığını söyleyebiliriz.

Roma döneminde büyük ve oldukça ihtişamlı bir kent olan Antakya, Perslerin yağmalaması, veba ve depremlerle bir çok defa yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Özellikle MS 526 ve 528 yıllarındaki iki depremden sonra eski ihtişamına kavuşamamıştır. Müslüman Araplar, Selçuklular, Haçlılar, Memlüklüler, Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde önemli ve özellikli bir kent kimliğine sahip olmakla birlikte dünyanın sayılı kentlerinden biri olma özelliğini kaybetmiştir. 6 Şubat 2023 depreminden sonra ise Antakya yeni bir karanlığa gömülmüştür. Bu karanlıktan nasıl ve ne zaman kurtulacağını ise zaman gösterecek.


 


 


 


 


 

Reklam

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum