27 Mayıs yargısını ve bu bağlamda Yassıada Mahkemesi’ni eleştiren yayınların hemen hepsinde Mahkeme Başkanı Salim Başol’un “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” dediği ifade edilerek, bu sözden hareketle, bu mahkemenin güdümlü, yargının da adil olmadığı vurgulanmaya çalışılır. Özellikle darbenin mağdurları olan DP’liler tarafından kaleme alınan anılarda ve darbeye eleştirel bakan tüm yayınlarda bu cümleye değinildiğini görüyoruz. Salim Başol’un duruşma anında söylediği bu sözün amacından saptırıldığı ve kendisine haksızlık yapıldığını iddia edenler de olmuştur. Bu söz üzerinden Salim Başol’un tavrını irdelemeye çalışacağız.
DP’liler Anayasaya aykırı olduğu iddia edilen bazı kanunlar çıkartarak ceza yasasının 146. maddesindeki “Anayasayı İhlâl Suçu”nu işlemekle suçlanıyorlardı. Mahkeme, meclisteki konuşma ve verdiği oydan dolayı dokunulmazlığı olan milletvekillerini, falanca kanuna neden evet dedin diye suçluyordu! Suçlananlar sadece darbe günü milletvekili olanlardı. Eski yasama dönemlerinde o kanunların çıkmasında katkısı olup da darbe günü milletvekili olmayanlar yargılanmıyordu!
Suçlamadaki tuhaflığı fark eden DP Milletvekili Samet Ağaoğlu Mahkeme Başkanına “Şimdi ben bu yasama işlerimden dolayı sorumlu muyum? O halde neden burada yalnızım? Kırşehir Kanunu’na oy veren, Halk Partisi Malları Kanunu’nu savunan Fethi Çelikbaş nerede? Ötekiler nerede? Onların hesabını ben mi vereceğim?” diye sordu. Samet Ağaoğlu’na göre, Salim Başol şu cevabı vermişti; “Onu bana değil, sizi buraya tıkan kuvvete sorun.” Konuyu bir de zabıtlardan izleyelim: 11 Mayıs 1961 günkü duruşmasında sanık Samet Ağaoğlu şöyle konuşuyor; “Madem ki, bir Meclisin hey’eti umumiyesinin mes’uliyeti bahis mevzudur, şu halde o Meclisin hey’eti umumiyesini o zaman teşkil eden zevatın mes’uliyeti açıktır. O zaman bu kanunun sözcülüğünü yapmış olan kimsenin şimdi bizi zalimlikle itham eden Fethi Çelikbaş’ın yükünü ben neden çekeyim? Huzurunuzda bu kadarla geçiyorum.” Başkan Salim Başol ise buna şöyle cevap veriyor: “Bu o kadar ayan beyan bir şey ki, söylemeye bile hacet yok. Bugün Yassıada’da kapatılmış olan Milletvekilleri kimler? İnkılâp anında Mecliste bulunanlar. Niçin, sizi alıp Yassıada’ya tıkan kudret böyle istemiş, onu biz bilemeyiz. Divan, huzuruna sevkedilen dava ile mukayyettir. Bunu aydınlatmak için diyorum ki, bu kadroyu iki bine çıkartsak, sorumluluğunuzda bir değişiklik yapabilir mi?1950’den beri bütün Meclisi koysak, değişik bir şey husule getirilir mi? Getirmez.”
Zabıtlardaki “Niçin, sizi alıp Yassıada’ya tıkan kudret böyle istemiş, onu biz bilemeyiz” cümlesi, bir çok yayında “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” şekline dönüşmüş. Bu cümlenin, mahkemenin bağımlı ve güdümlü olduğunu vurgulamak için kullanıldığı bilinmektedir. Salim Başol’un kendisi de bu sözünün DP’liler tarafından çok istismar edildiğini Uğur Mumcu’ya söylemiş ve kendisinin buradaki kastının “Sizi buraya tıkan iddia makamıdır, iddianame okunur, iddianameye göre insanlar yargılanır, bunu kastetmiştim” olduğunu söylüyor. Belirtelim ki, ülkemizin saygın hukukçularından Sami Selçuk’un da bu konudaki görüşü Salim Başol’un Uğur Mumcu’ya yaptığı açıklama doğrultusundadır. Hürriyet Gazetesi’nden Yalçın Bayer’e bu konuda bir açıklama yapan Sami Selçuk da “Merhum Başol, tam bu noktada Roma hukukundan bu yana ceza yargılamasında benimsenen tarihsel ve temel bir ilkeyi dile getirmektedir. O da şudur: “Davasız yargılama olmaz” ya da “yargıç, dava açılmadan yargılama yapamaz” yahut da “yargıç kendiliğinden olaya/davaya el koyamaz.” Bu açıklamayı yapan Sami Selçuk Salim Başol’un duruşmada sanıklara davranışını eleştirmekte ve Yassıda Mahkemesi’nin doğal yargıç ilkesine aykırı olduğunu belirtmekte, ancak Başol’un ünlü sözünü isabetli bulmaktadır. Peki burada bir sorun yok mudur? Anayasayı ihlâl ettiği iddia edilen yasaları çıkartan milletvekillerinden bir kısmı suçlanıp yargılanırken, aynı yasaları çıkartan milletvekillerinden bir kısmının, sırf 27 Mayıs 1960 darbe gününde milletvekili değiller diye suçlamanın dışında tutulmaları ne kadar hukukidir? Bu durum, aynı kişiyi öldüren iki kişiden sadece birini, birlikte hırsızlık yapan üç kişiden sadece ikisini suçlamak anlamına gelmez mi?
Açıktır ki, böyle bir durumda suçluların bir kısmı cezalandırma kapsamının dışında kalır ki, hukuk düzeninin bunu koruması gerektiği düşünülemez. Hukuk önünde eşitlik evrensel bir ilkedir ve ceza yasaları da eşitlik ilkesinin dışında değildir. Elbette, ceza yargıcı önüne gelen iddianame kapsamındaki kişileri yargılayacaktır, iddianame dışındakileri yargılayamaz. Ama yargıcın, aynı suçu işleyip de iddianamenin dışında kalmış kişiler için yapması gereken bir şey yok mudur? Yapması gereken bir vazife varsa, Salim Başol bunu yapmış mıdır?
Önemle belirtelim ki, o dönemde yürürlükte olan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 151. maddesinde, “Bundan önceki maddelerde yazılı cürümlerden birini öğrenen her kişi bunu hemen hükümete bildirmeye zorunludur” diyor ve bu zorunluluğu yerine getirmeyenlere de hapis cezası öngörüyor. Burada “bundan önceki maddeler” derken, Yassıada sanıklarının yargılandığı 146. maddeyi de kapsadığını özellikle belirtelim. Peki, Salim Başol, ceza kanunun bu emredici maddesini yerine getirmiş midir?
Yine o zamanki ceza kanununun 235. maddesi, memurların bir görev yaptığı sırada görevine ilişkin olarak kamu adına kovuşturmayı gerektiren bir suç işlendiğini öğrenip de ilgili merciye bildirmekte savsama ve gecikme gösterenlere hapis cezası ve suçun önemine göre geçici veya daimi olarak memuriyetten mahrumiyet cezası öngörmektedir. Salim Başol da bir devlet memuru olduğuna göre ve görevinden dolayı başka suçluların da varlığından haberdar olduğuna göre, bunları bildirmek zorunda değil mi? Elbette bu görev ceza yasası ile kendisine de verilmiştir. Bu görevini yapmış mıdır?
Kısaca ve sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; Yassıada Mahkemesi Başkanı Salim Başol’un “Niçin, sizi alıp Yassıada’ya tıkan kudret böyle istemiş, onu biz bilemeyiz” sözü, “Sizi buraya tıkanlar cezalandırılmanızı istiyor” anlamına geliyorsa zaten bir hukuk faciasıdır. Bu söz “Ben iddianame ile sınırlıyım, iddianamenin dışında kalanları yargılayamam” anlamında ise, o takdirde ceza kanununun kendisine yüklediği görevler var ve o görevleri yapmakla sorumludur. Bu görevini yerine getirmiyorsa, ya da getiremiyorsa, yine hukuk açısından çok ciddi sıkıntı vardır. Esasen bir darbe dönemi ve ortamından dolayı Salim Başol’un yasanın kendisine yüklediği bu görevi yapmadığı ya da yapamadığı çok açıktır. Darbe yargısında görev kabul etmeyen hukukçular da vardı. Başol, görev kabul ettiğine göre darbecilere bağlı ve güdümlüdür. Erich Fromm’un ifadesi ile “Bir insana, kuruma veya iktidara itaat, teslimiyettir.” Salim Başol, görevden çekilmeyip itaati tercih ettiğine göre, aynı zamanda teslimiyeti de tercih etmişti.
FACEBOOK YORUMLAR