TAHLİL/ABDURRAHMAN PALA
Mehmet Akif için rahmetle
Türk milleti olarak yaşayan değerlerimizin hayatta iken değerin bilmiyoruz.
Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un ölüm yıldönümü dolayısıyle bütün erkan bişeyler yazdı.
Bence;
Daha fazla araştırılmalı.
Daha fazla Akif’in hayatı tez konusu edilmelidir.
Henüz “Mevla bu millete bir daha istiklal marşı yazdırmasın” diyebilen, kararlaştırılmış olmasına rağmen verilen ikramiyeyi çok muhtaç olmasına rağmen almayaan bir yüce şahsiyyet daha fazla irdelenmeye, araştırılmaya ve gelecek nesillere tanıtılma zaruretindedir.
Milli Şâirimiz Mehmet Akif Ersoy özellikle Mısır'a gitmek zorunda kaldığı 1925 sonrasında sıkıntılı bir hayat yaşadıktan sonra 1936'da Türkiye'ye dönmüş 27 Aralık 1936 tarihinde vefat ederek ebedi hayata intikal etmiştir.
Akif ilk meclis’te Burdur Mebusu’dur.
1920’den 1925’e ne değişmiş, neler onu zorda bırakmıştır da “”etmesin beni vatanımdan cüda” diyen o yüce insan vatanından hicret etmek zorunda kalmıştır.
Düşünüyorum da
Peygamber efendimizi hicret noktasına getiren müşriklerin akıl almaz baskı ve zulümleriydi. Akif ilk meclis’te milletvekili gibi bir makamı doldururken, 1925’e gelindiğinde neden hangi mücbir sebebden vatanından hicret etmek zorunda kalmıştır?
Asıl doktora öğrencileri bunu araştırmalı ve bunun üzerine tezler yazmalıdır.
1936’da Akif Türkiye'ye döndüğünde yaşlanmıştı, bitkindi, yalnızdı, terkedilmişti ve parasızdı.
Emekli maaşını bile alamıyordu. Ancak Haziran 1936'da maaşı verilmeye başlandı. Ama bu halini kimseye açmadı ve şikayet etmedi.
Zaten ölümü de sessiz sedasız oldu yakınları hariç kimsecikler ölümüne şahit olamadı. Ama cenazesi Beyazıt Camii'ne getirilince gençlik vefat edenin o olduğunu anladı ve ona sahip çıktı.
Bu millet kendisi için defalarca hayatını ortaya koyan ve ardından milli marşını da yazan, Milli marşı yazana verilecek kararlaştırılmış ikramiyeyi almayı da reddden, ilk mecliste mebusluk yapan bir değere yaptığı vefasızlığından utanmalıdır. Allah'a hamd olsun ki bugün insanımız kendisini affettirmek için çok büyük şeyler yaptı ve yapıyor.
Mehmet Akif’in Cenaze namazına bir hukuk fakültesi öğrencisi iken katılan (Prof.Dr.) Sulhi Dönmezer 5 Ocak 1987 de Tercüman gazetesinde “Akif’in Cenaze Töreni” başlıklı yazısında o günü şöyle anlatacaktı :
"…O zamanların ülkemizde egemen tek partinin otoriter düzeni içinde kimse idare ile çelişkiye düşmek istemediği için basında Mehmet Akif’in yurda dönüşü ve hastalığının seyri hakkında pek fazla haber yayınlanmazdı….
Bizler alana geldiğimizde, namaz saatinin yaklaşmış bulunmasına rağmen bir tabuta rastlamadık, hep birlikte bekliyoruz. Birden lokantanın ön kısmını bir cenaze otomobilinin geldiğini gördük, iki kişi üzerine örtü dahi konmamış bir tabutu indirdiler. Yoksul bir fakirin cenazesinin getirildiğini düşünerek bir kısım arkadaşlar yardıma teşebbüs ettiler. Fakat tabutun Mehmet Akife ait bulunduğu anlaşılınca bir anda yüzler genç ağlamaya başladı. …Gençler hemen Emin Efendi Lokantasının bayrağını alarak tabutun üstüne örttüler. Sonra merhumun bir kısım arkadaşları gelmeye başladı ama ne vali, ne belediye reisi ve ne de tek partinin zimamdarlarından hiç kimse ortalarda yoktu.”
Gazete arşivlerinde olan Sulhi Dönmezer’e ait yazıda bahsedilenler bunlar.
O tarihlerde Milli Türk Talebe Birliğinde görevli bulunan (Prof.Dr.) Abdülkadir Karahan da cenazeye katılmış ve bir konuşma yapmıştı. ‘Akif’in Ebediyete Uğurlanışı ve Sonrası’ başlıklı bir yazıda hatıralarını anlatan Karahan cenaze töreni sonrasında başına gelenleri şöyle anlatıyordu :
"Burada bir olaya daha değinmek isterim. Benim o eşi az bulunur Milli Marşımızın eli öpülecek şairimizin kabir başındaki hitabemi, takdir yerine adeta tekdirle karşılanmak istenmesini ben bugün bile bir muamma gibi çözemediğimi de işaret etmek isterim. Çünkü 3 gün sonra beni Yüksek Öğretmen Okulundan Emniyet Müdürlüğüne istediler. Bir şube müdürü beni sorguya çekti. “ Ne sıfatla resmi makamların törene gerek görmediği bir şairin kabri başında konuşma yaptığımı sormuştu. Cevabım yaklaşık olarak şöyleydi: Ben herhangi bir şairin değil, Türk Bayrağı göndere çekilirken, yazdığı İstiklal Marşı ile göklere seslenen bir zatın kabri başında milletimizin duygusunu, saygısını dile getirdim. Beni buraya çağırmakla hata işlemiş bulunuyorsunuz.”
Bugün Abdülkadir Karahan hocamız da Sulhi Dönmezer hocamız da hayatta değil.
Rabbim onlardan razı olsun. O vefa duygusunu örnekleyen milliyetçi gençlere de selam olsun.
Yokluk içinde ölen ve milliyetçi gençler sahip çıkmasaydı belki de kimsesizler mezarlığına defnedilme riski olan bir büyük insana karşı kusurlarımız o günkü akil büyüklerimizin feraseti ile beryataf edilmiş oldu.
İstanbul’da yaşadığım 52 yıl boyunca yolum her düştüğünde mezarını ziyaret edip fatiha okumaktan büyük bir vicdani huzur duyduğum İstiklal marşı şairimizin
Bugün kabri başındaki anmalar da bile onu defnedenlerden çok.
Rabbim taksiratımızı da affetsin.
Dedim ya
Biz aksaçlıların değerini yaşarken bilemiyoruz.
FACEBOOK YORUMLAR