TAHLİL/ABDURRAHMAN PALA
Kültür değil ilim irfan
İlahiyat ve tasavvuf alanları başta olmak üzere deyişler ve halk arasında kullanılan fakat anlamı bilinmeyen kelimelerden birisi de irfandır.
TDK’ya göre; İrfan kelimesi Arapçadan Türkçeye geçmiş olan kelimelerden birisidir. Arapçada ki İrfan, 'bilme, öğrenme, pratik bilgi, usul ve ayırt etmek, bilgilenmek ve karşılaştırmak anlamına geliyormuş
Bana göre İlimsiz İrfan, İrfansız da İlim olmaz. Bu iki unsur insanı beraber yüceltir. Eğer Bunun aksi Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’nun tabiriyle o yuvarlanan çakıl taşlarıdır
Alim bilir, Arif o bilgiyi özüne vakıf olarak anlar.
Bilmek bazen tek başına yetmeyebilir. O bilgiyi anlamadan o bilgiyi doğru kullanamazsınız.
İstanbul’a gittiğim ilk yıllardı. Bir taraftan iş, bir taraftan okul telaşı yaşarken bile ruhumuzu İlim- irfan ile doldurmaktan geri kalmamıştık.
Cuma günleri TürkOcağı’na Cumartesi günleri Aydınlar Ocağı’na, günün her saati MTTB’ye giderdik.
Türkocağı Cuma gecelerimiz doldururudu. 6 gibi başlayan buluşma, 7 veya 7.5 olunca konferans düzenine geçerdi ve biz evimize gece yarısı dönerdik.
Aydınlar Ocağı’nda Cumartesi öğleden sonra buluşurduk. Mutlaka bir büyüğümüzün konferansı veya müzakeresi olurdu. Bazen konferans veren büyüğümüz bitirince konu ile ilgili müzakere açılır ve oradaki diğer irfan sahipleri konuyla ilgili eksik kalan tarafları tamamlar ve biz akşam olduğunda konuyla ilgili bayağı mücehhez bir hale gelirdik.
Orada büyüklerimiz sadece bize bilgi aktarmakla kalmaz, sentezlemeyi bilgiyi doğru ve yerinde kullanmayı, eldeki bilgiler ile yetinmemeyi, muhalif yazar ve görüşlerin de mutlaka okunmasını, incelenmesini, takıldığımız yerde gelip kendileriyle müzakere etmekten çekinmememizi öğütlerlerdi.
Bir konferans veya seminer olduğunda seminer veya konferans veren büyüğümüzden daha çok orada bulunan ilim irfan abidesi büyüklerimizin ayaküstü değerlendirmelerini dinler, onlara soru sorar feyz alırdık.
Bir nesil böyle yetişti.
Ali Fuad Başgil’den Nurettin Topçu’ya, Süleyman Yalçın’dan Mustafa Kafalı’ya Turan Yazgan’dan İlhan Darendelioğlu’na, Erol Güngör’den İbrahim Kafesoğlu’na Faruk Kadri Timurtaş’dan Ahmet Kabaklı’ya, Tarık Buğra’dan Refik Özdek’e, İrfan Atagün’den Mehmet Emin Alpkan’a İsmail Oğuz’dan Ahmet Güner’e Eniz Öksüz’den daha nice ilim irfan sahibi büyüklerimizin bizlere aktardığı bilgi hazineleriyle yetiştik.
Ben daha sonra kendisiyle çok televizyon programı yaptığım, birden fazla televizyonda kendisini konuk ettiğim büyük mücahit Rauf Denktaş’ı ilk defa Aydınlar Ocağı’nda dinledim.
Şimdi;
Nesiller Google amcalarına inanıyor, herşeyi ona soruyorlar. Sentezleme, karşılaştırma, bilgilerin müsademesini bilmiyor zavallılar….
“Müsademeyi Efkar’dan Barika-i Hakikat Doğar” cümlesini birine söylesen sana “Kur’an mı okuyorsunuz?” diyebilir.
1980 ve sonrası doğanlar algıya açık, direnmeyen, aslını araştırmayan, sorgulamayan, neden ve niçin’i hiç kullanmayan emperyal güçlerin önüne koyduğuna (haşa) kur’anmış hadismiş, gelenekmiş gibi tabi olan güruh haline gelmiş durumda…
Bir de bu neslin anne – baba olacağını ve çocuklar yetiştireceğini düşününce uykularım kaçıyor.
Veeee
Rabbime şükrediyorum bana böyle bir hayat, ilim irfan sahipleriyle tanışma ve aynı havayı soluma şansı verdiği için…
Cemil Meriç üstadımın tam buna uyan bir tarifi var.
“Asırlar geçti birer birer söndü meşaleler
İrfan asaletini kaybetti.
Hafızaya çakıl taşı gibi saplanan bilgi kırıntılarına yeni bir ad bulduk kültür”
Rabbim neslimizi korusun
FACEBOOK YORUMLAR