TAHLİL/ABDURRAHMAN PALA
Alevilik ve Ehl-i Sünnet
Arslan Tekin hem gazeteci arkadaşım hem de ülküdaşım. Kendisiyle çeşitli gazetelerde yolumuz kesişti. Uzun süre de Türkiye gazetesinde beraber olduk.
Şimdi
Yeniçağ gazetesinde yazıyor.
Kendisini ülkücü sayan gazeteler ve gazeteciler neden se onu da dışarda tutmayı tercih etti.
O da Ahmet kardeşimizin ülfetiyle Yeniçaağ’da yazmaya başladı. Uzun süredir de orada…
Geçtiğimiz günlerde Alevilik – sünnilik üzere araştırmalar yapmaya, röportajlara ve mülakatlara önem verdi.
Onun bu çalışmalarını Yeniçağ gazetesinin sitesine girerek “Yazarın eski yazıları” sekmesinden izleyebilir okuyabilirsiniz.
Ben ise Alevilik ve Sünnilik üzerine bilgilerimi paylaşmak istiyorum.
Akaid bilgilerine göre Ehl-i Sünnet velcemaat “Sıratı Müstakim” doğru yolda olduğu kabul edilen kişilerdir.
“Ben en iyiyim” demek için herkes Ehl-i Sünnet olduğunu iddia ediyor.
En çok da Cübbeli Ahmet Hoca diye bilinen malum şahıs da her fırsatta ehl-i Sünnet velcemaat olduğunu söylemekten kaçınmıyor.
Sokaktan biraz bilen kişiyi yoldan çevirseniz ve sorsanız size;
-İtikaden İmam-ı Maturidi, Şer’an ise İmam-ı Azam’ın yolunda olduğunu, Hanefi mezhebi fetvaları üzere ibadetlerini yaptığını söyleyecektir.
Aynı kişiye sorsanız İmam-ı Maturidi hakkında fazla bilgi sahibi değildir. İmam-ı Azam’ı da Hanefi mezhebinin kurucusu ve imamı olarak ifade eder.
Halbuki
Hanefi Mezhebinin kararlarını oluşturan İmam-ı Azam Ebu Hanife (Numan İbni Sabit) aklı öne alan ve her sorunu hem de akıl yoluyla da çözmeyi öneren bir alimdi.
Ama
Onun hükümlerinde İmam-ı Muhammed ve İmam Ebu Yusuf adıyla bilinen iki öğrencisi vardı. Diğer mezhep imamlarının (İmam-ı Şafi - İmam Maliki ve İmam Hanbeli) aksine o tek kişi değil kararlarını öğrencileriyle tartışırdı.
Elimizdeki bilgilerde öğrencilerine
-Siz bana bakmayın. Ben bugün verdiğim fetvayı yarın değiştirebilirim. Siz şartlara ve ortama göre fetvalarınızı güncelleştirin” Dediği de rivayet edilmiştir.
Benim de ameli olarak tabi olduğum Hanefi Mezhebi’nin kurucusu İmam Azam aklı öne alan, bilgiyi geçirdiği prosesden sonra uygulamaya koyan bir alimdi.
Ben de kendisini kendime rehber edindim. Ona Hocam diye hitap ediyorum ve ilmi değerlendirmelerinde bilgiyi ve aklı ne kadar güzel kullandığını gözlemliyorum.
Fetvanın sorumluluğunun ne kadar ağır olduğunu anlatmak için Bağdat kadılığını kabul etmeyen, karşılığında hapsedilmeyi göze alan, hapiste son nefesini veren bu büyük alim aslında büyük bir tüccardı. Manifatura ve tuhafiye alım satımı yapan bu büyük alim birgün kendisine satmak için bir elbise getiren ve “100 dirhem ver elbise senin olsun” diyen kadının malını almamış ve
-Vallahi senin elbisen 100 dirhem değil 500 dirhem eder. Değeri budur. 100 dirheme alamam. 500 dirheme razıysan alayım.
Diyebilmiştir.
Bugün aynı pozisyonda olan bir manifaturacı ve tuhafiyecinin 100 TL’ye razı bir satıcının malını sadece bu sebeble almadığını düşünün.
İmam-ı Maturidi’ye gelince;
O da İslamı anlamak ve anlatmak için aklı öne alan ve rivayet ancak ayet ile çelişmiyorsa kabul eden bir yaklaşımdır. İmam-ı Azam da öyledir. Bir çok hadisi reddetmesinin sebebi budur.
Bana göre
İmam-ı Maturidi, Ebul Hasan-ıl Eş’ari devrinin filozoflarıdır. İmam-ı Azamdan sonraki üçüncü kuşak alimler olmasına rağmen islami meseleler ile ilgili naslara bakarak hüküm veren ve “Ben böyle düşünüyorum” diyen topluma ışık saçan alimlerdir.
Kelam ilmi konusunda devrine göre Mu’tezile, Şia, La Edriye, Zeydiyye gibi bir çok fikrin havalarda uçuştuğu zamanlarda kendilerine göre doğruyu savunmuşlardır. Kendilerine Ehl-i Sünnet vel Cemaat alimleri denilen bu kişiler karşı fikir olarak daha çok Şia ile tartışmışlar, savaşmışlardır. Bugün bize bırakılan eserler o günlerde alimlerin gece gündüz toplumun meselelerine çare aradıklarını görürürüz.
Sayıları 10’u geçen büyük akımlar yanında sayılarını bilemediğimiz diğer akımlar arasında her meselede tartışma olmuştur.
Ama bu akımlar içerisinde Alevilik diye bir felsefi akım yoktur.
Şia’yı aleviler kendisine geçmiş diye alamazlar çünkü alakaları yok.
Şimdilerde Alevi dernekleri ve cemaatleri de ateistler tarafından ele geçirilmiştir.ve kendilerine göre ilkeleri olan aleviler de çaresiz kendi kabuklarına çekilmek zorunda kalmıştır.
Türkiye’de yaşayan aleviler Prof. Dr Yusuf Halaçoğlu’nun söylediği gibi” Osmanlı’da yaşayan ermeni ve Rum toplumları kendilerini böyle tanımlayarak aramızda namazsız abdestsiz yaşamaktadır.”
Alevi toplumuna siyaset önce oy deposu diye baktığı için dernek ve yönetimlerini ele geçirerek hedefine varmak istemektedir.
Caferi aleviler “Ehl-i Sünnet ile aramızda Velayet dışında fark yok derken Peygamber efendimizin KadirHum’da “Ali Mevlaküm” dediğini lakin Ebubekir ile Ömer’in bu buyruğu dikkate almadığını” söylerler.
Ritüelleri, yaşama biçimleri ve ilkeleriyle yaşayan aleviler varsa da sahipsizdirler. Onlar namaz kılarlar oruç tutarlar. Onları Ehl-i Sünnet’in dışında tutmak da mümkün değildir.
İslam’dan önceki dönemlerde Türk yurtlarında yaşanan Alevilik “Horasan Aleviliği” denilen biçim de maalesef bugün yaşayana rastlamadım. Arslan Tekin’in yaptığı röportajlarda söylenenler gibi aleviler kendi halinde alevi olmayan ermeni, Rum ve ateistler “aleviyim” diye onları yönetme derdinde…
FACEBOOK YORUMLAR