Kural bellidir: Ne kadar yetki varsa, o kadar da sorumluluk vardır. Bu denge şaşarsa en sağlam dediğiniz zeminlerin altınızdan kaydığını görürsünüz. Ne din din gibi kalır, ne dil dikkati, ne tarih şuuru kalır. Bunlar olmayınca kimlik krizi doğar. Kim olduğunuzu şaşırırsınız. Kendinizden şüphe paraziti içinizi kemirir. Başını nereye vuracağını bilemez, pusulasız bir insan yığını haline gelirsiniz.
Bu durumda kargaşa, panik kaçınılmazdır. Giderek öyle bir yere gelinir ki bu krizi yaratanlar, isteseler de girdikleri yoldan kolay kolay çıkamazlar. Şimdi maalesef oradayız.
Yetkisi sonsuz olanların sorumluluğu yoksa yandınız. Böyle bir idare bozgununa düşerseniz, olacakları ve başınıza nelerin geleceğini öngöremezsiniz. Kötülüklerin anası bu sorumsuzluktur. Terazinin her iki kefesi de aynı insafsız elin insafına kalmıştır. Hilesini görür ve “Yapma!” demeye kalkarsanız başınıza gelmedik hal kalmaz.
Vaziyet böyleyken böyle. Fakat ümitsizlikte konaklamak olmaz. Yanmayı göze alan insaf ehli varsa er geç bu dehlizden çıkarsınız.
Görülmemiş hesaplar
Olanı biteni anlayalım: Yetki ve sorumluluk dengesi bozuldu. Bu durumda, memleketin en büyük problemlerinden biri hesap verilebilirliğin ortadan kalkması haline geldi. Basitçe, muhasebedeki “mahsub çıkarma- hesaplaşma” kısmını ele alırsak, biz bunu yapmıyoruz. Yapamıyoruz da diyebilirim. Çünkü taraftarlıklarımız müsaade etmiyor. Çünkü yalan dolanla, sahteciliklerle elde ettiğimiz pozisyonumuzu koruma telâşındayız. Minareyi çalanların bulduğu kılıf slogan bağırıp ötekini suçlamak. Bir aşılmaz kale halinde tahkim ettiklerini zannettikleri yerlerinden karşı yakaya aralıksız kurşun atıyorlar.
Türkiye bu ahlâk dışı işlere meydan vererek gerçekle bağını kopardı. Devamlı bir çukura düşme psikolojisi içinde bugüne geldik. Zaman zaman da bu psikolojik çukurdan gerçek çukurlara düştük. Darbeler, ihtilaller, kalkışmalar ve bazı terör çıkışları bunların görünenleriydi.
Darbeden geçinmeler
Üç gün önce 27 Mayıs’tı. Kimsenin tasvip etmediği, belki üç beş marjinalin savunduğu bir darbenin 60. yılıydı. Yine lanetlemeler ve birilerini suçlamalarla geçti. Konuşulanlara, yazılanlara baktım: Buradan parsa devşirme gayretiyle konuşan, mangalda kül bırakmayanlar arasında kimler kimler yoktu..
İyi de kardeşim dedim, bu yalnızca lânetleme artık yetmedi mi?
Ne oldu da böyle oldu? Darbeyi yapanın gerekçeleri arasında kendisine darbe yapılanın hangi hataları vardı? Bu hatalar yapılmasa ne olurdu? Darbe yapanlar, şunlar şu hataları yapsalar da tepesine binsek diye mi bekliyorlar? Öyleyse bu adamlar niçin geliyorlar ve kısa bir zaman sonra da gidiyorlar? Ellerine geçirdikleri devleti neden düzeni düzenledik diyerek partiler demokrasisine devrediyorlar da o tatlı koltuklarda kalmıyorlar? Bunlar önemli sorulardır.
Kendimize bakmıyoruz
O bahane, bu bahane.. tamam. Sonra niçin hep ötekini ezmeye çalışırız? “Güç bende” diyen niçin düzen bırakmaz? Niçin darbelerde bile rastlanmayacak kanun ve kural dışı keyfilikler olur? Bunları konuşmayacak mıyız? Olanların nedenini niçinini anlayıp tedbir alamayacak mıyız?
Konu 27 Mayıs’sa Menderes merhumun yaşadığı dehşettir. Onun ve arkadaşlarının başına gelenler hala içimizi sızlatır. Kendisi de hapse konulan DP milletvekili sevgili şairimiz Fâruk Nafiz‘in Menderes için söylediği kıtanın o mısraındaki gibi içimiz sızlıyor:
“Yanarız memleketin tığ gibi Genç Osman’ına”.
Konuş(a)mamak belâsı
12 Eylül başka bir yaradır. Binlerce insan işkenceler altında inletilmiştir. İdam edilenler ve hapiste, işkencede ölenler vardır. Bunlar doğrudur ve unutulacak acılardan değildir. Fakat oraya nasıl gelindiğini sormayacak mıyız? Bir kaç olay ve durumu alarak böyle kolayına istediğimiz sonuca vararak yine “Vay alçaklar!” demeye devam mı edeceğiz?
Erdoğan’ın veya başka bir politikacının bunları fırsat bilerek oraya buraya çatması yarayı açmaktan ve hatta yeni yaralar açmaktan başka bir işe yaramaz. Toplumu ayrıştırma kodlarını besler. Bunu konuşmayacak mıyız?
15 Temmuz kalkışması da öyle. Konuşmuyor, konuşturmuyoruz. Sözün kısası, biz bu darlıktan, günlük yaşamaktan, kendimizi kurtarma telaşından, acımasızlığı darbelerden ağır kısır anlayışlardan kurtulamayacak mıyız?
Darbelerden beter
Israrla söylüyorum: Hiçbir darbe bu devamlı çekişme üreten, görülmemiş hesaplar ve anlayışlar kadar yıkıcı değildir. Çünkü darbelerin anası da bunlardır.
Biz, sadece “Vay alçaklar!” demeye devam ettikçe darbelerden ağır darbelerden kurtulamayız. Anayasaya ve hiçbir kurala uymayanlar anayasacı kesilirler. Bu sahtelik âdetâ normalleşir. Bugün Yassıada, Fetö.. yarın başka bir yer veya olay veya durum veya kişi üzerinden çatışma üretmeye devam ederiz.
Türkiye’nin okumuşları bu ortamı değiştirecek anlama gayretlerine girmiyor. Ve biz, ondan bundan, eften püften sebeplerle, onun bunun için aptalca kavga etmekten kurtulamıyoruz.
FACEBOOK YORUMLAR