Liderlerin dili hakkında geçen hafta bir çerçeve verdim. Hiçbir tarafın memnun olmayacağını biliyordum. Çünkü objektif bakışı unuttuğumuz bir kamplaşma içindeyiz. "Diğerleri bir kenara" diyerek Meral Hanım'a iletişim çağının olmazsa olmazını hatırlatmam da anlaşılmamış. Gelen yorumlar bunu gösteriyor. Bundan sonra iktidar üzerinden devam edeceğim, çünkü dili bozan büyük ölçüde o bloktur. Anlaşılır mı bilmem ama bu objektif gerçekliği konuşacağız.
Bir daha söyleyeyim: Şimdiki liderlerin Türkçe karnesinde geçer not görmüyoruz. Telaffuz (diksiyon) bakımından zayıflar. Ne söyledikleri ve nasıl söyledikleri bakımından (dil ve üslup) daha zayıflar. Bunun Türk siyasi hayatında gördüğümüz en düşük seviye olduğunu acıyla söylemem lazım. 40-50 yıl öncesinde liderlerin dili belli bir ortalamanın üzerindeydi. Düne kadar da bir dikkat vardı. Yaşı yetenler hatırlar, Çiller, dili yüzünden sınıfta kalmış bir politikacıydı. Başka arızalarından çok, diline yansıyanlar yüzünden zirveden düştü. Demek ki siyasette bir dil ve üslup aranıyordu.
1980 öncesinde siyaset dili, kavga ve sertliğe rağmen bugünden daha temizdi. 12 Eylül, mevcut yapıyı yerle bir ederken, geleneğe çok zarar verdi. Dikkat edin, Özal dâhil kurulan üç siyasi partide de tecrübeliler yoktur. Siyasi kültür kaybı önemli bir sonuçtur. Siyaset, siyaset içinde öğrenilir. Yeni baştan düzenlenen politik hayata eskilerin sonradan katılması durumu değiştirmedi. Çok yönlü incelenecek bir durumdur.
Değerler aşındırılınca
Özal'ın güçlü tarafları vardı. Devleti biliyordu. Ekonomide dönüşüme imza attı. Birçok düzenlemeye girişti. Kuralları zorlamak ve uymamak onunla başladı. Bir büyük eksiği daha vardı ve bana kalırsa asıl arızası oradaydı. Kültürde zayıftı ve kültür yaratıcılığının değerini bilmiyordu. Biliyorum, yakın geçmişte bulduğumuz bozulmalar bugüne gelişi tam açıklamıyor. Fakat, açık ara Tayyip Bey'in sürüklediği ağır dil bozukluğunun dayandığı bozulma seyri içinde bunu da saymak lazım.
Şaşılacak iştir: Özal, ailesinden sonra en çok dilinden yara aldı. "Benim memurum işini bilir" ve "Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz" mealindeki sözleri ona çok kaybettirdi. Bugün, bu sözlerin çok ilerisinde sözler duyuyor, uygulamalar görüyoruz ve iktidar için yıkıcı etki yaratmıyor. Bozulmanın dilden başlayarak nerelere vardığını görmek isteyen buna bakar.
Bulacağımız diğer kök sebep belki şudur: Değerlerin politik malzeme yapılması hayatımızı altüst etti. Din faktörü siyaseti yönlendirir hale geldi. Bugün, camide ahkâm kesen ama düzgün yaşamayan din adamı profili geminin dümeninde gibidir. Bizim milletin "Hocanın dediğini tut, gittiği yoldan gitme!" dediği eski zaman anlayışında derin bir hayat görüşü vardı. Şimdi o da değişti. Dediği ve ettiği ayrı baştakilere kesin inançla uyma hastalığı başladı. Kalabalıkların işine gelmesi ayrı bahistir. Yalnız, bilelim ki bozulma ve ahlak düşüklüğünün normalleşmesi ağır bir toplum hastalığıdır.
Siyaset dilini kim bozdu?
O halde esasa gelelim: "Siyasetçilerin dili bozuk" genellemesi doğruyu tam ifade etmiyor. İnsanlar çekiniyor, biz açık konuşalım: Bunlar nasıl oldu ve kutuplaşma nereden körükleniyor sorusunun cevabı açıktır: Eskiden sol gelenek bunu yapardı, şimdi merkeze yerleşen -Ahmet Bican Ercilasun Hoca'nın bulduğu şahane tabirle- dinbazlar. Eskiden iktidar eleştirileri göğüslerdi, şimdi iktidar, ağır bir dille saldırıyor. Yani, sorumlu olan kendini sorgulatmıyor. Görülmemiş şey budur. Gücünü ayakta tutmanın tek yolunun ayrışma olduğunu düşünen böyle bir anlayış hâkimse çatışmacı dilin merkezi bellidir. Tek kişide toplanan gücün nasıl oluştuğu ve nasıl kullanıldığı kaçınılmaz şekilde mercek altındadır.
"Şom ağız" baştakilere yakışmaz
19. yüzyılda yazıldığını bildiğimiz, Osman Gazi'ye öğütler siyasete şimdiki iktidarımızla girdi. Tarık Buğra'nın Osmancık romanında ve Kuruluş dizisinde görmüştük. O güzel metin, Türk devlet geleneği'nin özünden ses verir: "Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize, uysallık sana. Güceniklik bize, gönül almak sana! Suçlamak bize, katlanmak sana! Âcizlik bize, yanılgı bize, hoş görmek sana! Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize, adâlet sana! Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlama sana!"
Güç devşirmenin argümanlarından biri, hiç bilinmediği halde bu tür güzel sözler üzerinden tarihimiz değil miydi? Kürsülerde durmadan bu cümleleri söyleyenlere şimdi bakın! Burada çizilen idare ahlâkının ölçülerinden birisine olsun uyuyorlar mı? Soru budur, bakılacak ve yüzleşilecek durum da budur.
Toplumu kökten bozan bu çok yüzlülüğün dilini görür, söyler ve itibar etmezsek kurtuluruz.
Bir daha söyleyeyim: Şimdiki liderlerin Türkçe karnesinde geçer not görmüyoruz. Telaffuz (diksiyon) bakımından zayıflar. Ne söyledikleri ve nasıl söyledikleri bakımından (dil ve üslup) daha zayıflar. Bunun Türk siyasi hayatında gördüğümüz en düşük seviye olduğunu acıyla söylemem lazım. 40-50 yıl öncesinde liderlerin dili belli bir ortalamanın üzerindeydi. Düne kadar da bir dikkat vardı. Yaşı yetenler hatırlar, Çiller, dili yüzünden sınıfta kalmış bir politikacıydı. Başka arızalarından çok, diline yansıyanlar yüzünden zirveden düştü. Demek ki siyasette bir dil ve üslup aranıyordu.
1980 öncesinde siyaset dili, kavga ve sertliğe rağmen bugünden daha temizdi. 12 Eylül, mevcut yapıyı yerle bir ederken, geleneğe çok zarar verdi. Dikkat edin, Özal dâhil kurulan üç siyasi partide de tecrübeliler yoktur. Siyasi kültür kaybı önemli bir sonuçtur. Siyaset, siyaset içinde öğrenilir. Yeni baştan düzenlenen politik hayata eskilerin sonradan katılması durumu değiştirmedi. Çok yönlü incelenecek bir durumdur.
Değerler aşındırılınca
Özal'ın güçlü tarafları vardı. Devleti biliyordu. Ekonomide dönüşüme imza attı. Birçok düzenlemeye girişti. Kuralları zorlamak ve uymamak onunla başladı. Bir büyük eksiği daha vardı ve bana kalırsa asıl arızası oradaydı. Kültürde zayıftı ve kültür yaratıcılığının değerini bilmiyordu. Biliyorum, yakın geçmişte bulduğumuz bozulmalar bugüne gelişi tam açıklamıyor. Fakat, açık ara Tayyip Bey'in sürüklediği ağır dil bozukluğunun dayandığı bozulma seyri içinde bunu da saymak lazım.
Şaşılacak iştir: Özal, ailesinden sonra en çok dilinden yara aldı. "Benim memurum işini bilir" ve "Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz" mealindeki sözleri ona çok kaybettirdi. Bugün, bu sözlerin çok ilerisinde sözler duyuyor, uygulamalar görüyoruz ve iktidar için yıkıcı etki yaratmıyor. Bozulmanın dilden başlayarak nerelere vardığını görmek isteyen buna bakar.
Bulacağımız diğer kök sebep belki şudur: Değerlerin politik malzeme yapılması hayatımızı altüst etti. Din faktörü siyaseti yönlendirir hale geldi. Bugün, camide ahkâm kesen ama düzgün yaşamayan din adamı profili geminin dümeninde gibidir. Bizim milletin "Hocanın dediğini tut, gittiği yoldan gitme!" dediği eski zaman anlayışında derin bir hayat görüşü vardı. Şimdi o da değişti. Dediği ve ettiği ayrı baştakilere kesin inançla uyma hastalığı başladı. Kalabalıkların işine gelmesi ayrı bahistir. Yalnız, bilelim ki bozulma ve ahlak düşüklüğünün normalleşmesi ağır bir toplum hastalığıdır.
Siyaset dilini kim bozdu?
O halde esasa gelelim: "Siyasetçilerin dili bozuk" genellemesi doğruyu tam ifade etmiyor. İnsanlar çekiniyor, biz açık konuşalım: Bunlar nasıl oldu ve kutuplaşma nereden körükleniyor sorusunun cevabı açıktır: Eskiden sol gelenek bunu yapardı, şimdi merkeze yerleşen -Ahmet Bican Ercilasun Hoca'nın bulduğu şahane tabirle- dinbazlar. Eskiden iktidar eleştirileri göğüslerdi, şimdi iktidar, ağır bir dille saldırıyor. Yani, sorumlu olan kendini sorgulatmıyor. Görülmemiş şey budur. Gücünü ayakta tutmanın tek yolunun ayrışma olduğunu düşünen böyle bir anlayış hâkimse çatışmacı dilin merkezi bellidir. Tek kişide toplanan gücün nasıl oluştuğu ve nasıl kullanıldığı kaçınılmaz şekilde mercek altındadır.
"Şom ağız" baştakilere yakışmaz
19. yüzyılda yazıldığını bildiğimiz, Osman Gazi'ye öğütler siyasete şimdiki iktidarımızla girdi. Tarık Buğra'nın Osmancık romanında ve Kuruluş dizisinde görmüştük. O güzel metin, Türk devlet geleneği'nin özünden ses verir: "Ey Oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize, uysallık sana. Güceniklik bize, gönül almak sana! Suçlamak bize, katlanmak sana! Âcizlik bize, yanılgı bize, hoş görmek sana! Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize, adâlet sana! Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlama sana!"
Güç devşirmenin argümanlarından biri, hiç bilinmediği halde bu tür güzel sözler üzerinden tarihimiz değil miydi? Kürsülerde durmadan bu cümleleri söyleyenlere şimdi bakın! Burada çizilen idare ahlâkının ölçülerinden birisine olsun uyuyorlar mı? Soru budur, bakılacak ve yüzleşilecek durum da budur.
Toplumu kökten bozan bu çok yüzlülüğün dilini görür, söyler ve itibar etmezsek kurtuluruz.
FACEBOOK YORUMLAR