OYUN İÇİNDE OYUNLAR VE SAHTE GÜNDEMLER
Gerçekten gündeme yetişilemiyor.
Dünya ve memleket, somonları gevşemiş tekerlek gibi.
Her yerden bir arıza beklenmesi normal hale geldi.
Dünya bir yana, bizim için belki istisnâî bir durum var.
Bu memlekette, yaratılan gündemlerin onda dokuzu günü kurtarmak içindir.
Yani, bir merkez, "Alın siz çelik çomak oynayın da ben işimi rahat göreyim.." demek ister.
Çok sonra anlarız ki olmayacak işler olmuş.
Haydii, bu sefer oraya dikkat kesiliriz.
Gel gör ki iş işten geçmiştir.
Bunu hem biliriz, hem de nedense yine oyuna geliriz.
Bu durumdan nasıl çıkarız?
Düşündüğümüz ve düşüneceğimiz husus budur.
Benim kendimce çözümlerim var.
En azından kamuoyu önündeki konuşmalar, medya çıkışları için geçerli olabilir bir çözüm bu.
Peşin peşin söyleyeyim, uygulanabilirliğinden emin değilim.
Çünkü politik çevrelerin aklı başka türlü çalışıyor.
Muhtemelen bildikleri doğruları ısrarla savunacak ve yere sağlam basacak bir dil kullanamıyorlar.
Oyun kuran merkezin oyununa o kadar alışmışlar ki, "oynamayacağım" deseler de azıcık mızmızdan sonra sahaya dalıyorlar.
Her defasında böyle.
Halbuki gayet kolay!
Darbe mi dediler?
Bu deli saçmasının neresini konuşacağız deyip iki cümle ile konuyu formülleştirir ve kapatırlar.
Daha fazlası eğer gerekiyorsa belli merkezlerde, devletin organlarında ve üniversite kürsülerinde tartışılsın.
Halkın önünde, hiç yoktan, o şüphe bu şüphe, o adam bu adam,
o kurum bu kuruluş.. konuşulacak şeyler değildir.
Bunu yapmak başlı başına bir zarardır.
İsteyenler bu konuyu tartışabilirler.
Evet, darbe konusu bu kadardır.
O gündem kuran merkez illa tartışılsın istiyorsa, konu her sorulduğunda" Türkiye'nin böyle bir problemi yoktur.." deyip keserler.
Esas gündem kabul ettikleri hususu anlatmaya başlarlar.
Bunu, bir gün, iki gün, üç gün,, üç beş isim kararlı şekilde yapsa, emin olun o sahte gündem kolayına konuşulamaz.
O gündemler böyle böyle uçar gider.
Ayasofya mı?
"Açalım gitsin kardeşim! Bunun tartışılacak tarafı yok." deyip başka konuya geçsinler.
Yine aynı soru gelirse, yine aynısını yapsınlar.
Böyle bir dönem başlatsalar acaba Türkiye daha gerçekçi ve muhtemelen daha namuslu bir gündem tayin etme ve konuşma arayışına girer mi?
Olur mu olur.
Bir rektör, on yıldır bu gündemlerin baş konuşucusu, düşünmekten ve anlamaktan çok teyp kaydına benzer cümleler eden, ilim adına bizi mahcubiyetten mahcubiyete sevkeden şahıs, o zaman ekran yüzü göremez.
Şu anda bir kanalda, politikacıları aşan meydan siyaseti yapan, yaranma gayretinde ilmi, aydınlığı, okumuşluğu çamura seren şahinlik dozu gittikçe artan hoca kılıklı zat ne yapardı?
Emin olun sesi soluğu çıkmaz, adı sanı unutulurdu.
Şu ceza bu cezadan bahsetmiyorum.
O bizim işimiz değil!
Bu iki sözüm ona Hoca örneğini anmışken başka bir çare de aklıma geldi.
Bunlar ve benzerlerini, muhalif-muvafık, iki elin parmaklarını geçmeyecek kişiyi ekranlardan çekin kafalarımız nasıl rahatlayacak görürsünüz.
Yerlerine, bunlar gibi yeni talimatla konuşur görünen tipler, yamanma gayretindeki pasta peşindekileri koymamak kaydıyla.
Gazeteciyse gazeteci gibi, ilim adamıysa ilim adamı gibi konuşmak şartıyla..
Politikacılar için şu şart, bu kayıt demeyelim.
iİim adamı- gazeteci-aydın sınıfı kendileri gibi konuşurlarsa mesele yok.
Politikacılar da bir ölçüde hizaya gelirler.
O zaman kim kimi tutuyorsa tutsun.
Adam gibi savunur.
Kim kime karşı çıkıyorsa çıksın!
Adam gibi eleştirir.
O zaman, objektif gerçek neyse ondan uzaklaşmadan konuşurlar.
Belki o zaman, yavaş yavaş genel ölçülere, konulmuş kurallara uyma konusunda ilerleriz.
A. Yağmur Tunalı