A. Yağmur TUNALI

A. Yağmur TUNALI

[email protected]

Nuri Pakdil varken Mustafa Necati de kim?

27 Haziran 2020 - 13:07

Nuri Pakdil varken Mustafa Necati de kim?

Artık bazı konuları ne kadar açık anlatmak mümkünse o kadar açık söyleme zamanıdır. Kimsenin durup düşünmeye zaman ayırmadığı gün gibi ortadayken başka türlü çoğunluğa değil entelektüel azınlığa da meram anlatılamaz. Bu toplum artık hepimiz için geçerli kurallar ve kurumlar peşinde görünmüyor. Sebeplerini uygun zeminlerde konuşmazsak yine bir yere varılamaz.

Geldiğimiz yer ve halimiz açık: Gücü elinde bulunduranlar bir şeyler yapıyor, ya peşine takılıp gidiyoruz veya “Aman bir şey dersem başıma iş gelir…” deyip susuyoruz.  Bu hale gelmiş bir memleketin ölçü ve ahlak problemi derindir.  Her konuda yalpalamamızı bir de bu açıdan değerlendirsek belki çok şey değişecek.  Çünkü her neye elimizi atsak, bu düşünce terazisinin yokluğuna tosluyoruz.  Ölçüsüz, şâkülü kaymış bir toplum görüntüsü verdiğimizi farkedecek  gözü kaybettik. Arıyorsak, bu tenkıdçi  bakışla bulacağız. Yalnız, bilelim ki bu durum yeni zamanlarda azgınlaştı. Hiçbir kural ve değer tanımaz hale geldi. Bu tarafıyla kolayca kıyaslanacak bir yakın devir bulmakta zorlanacağımız kesindir. Ancak tohumu epeyce eskiye dayanır.

Önce ele alacağımız en yeni durumu söyleyeyim, sonra bu tohumun başka bir örneğini vereceğim: Devletimiz, Ankara Mithatpaşa Caddesi’ndeki Mustafa Necati Evi’ni Nuri Pakdil Müze Evi haline getirme kararı almış. Bu düz bilgi veren cümleyi okuyan bile hemen şunu diyecektir.  İyi de bu ev zaten birininmiş. Niçin o adamın adını çıkarıp da başkasının adını koyuyoruz?  Veya köylü Mehmed Ağa mantığıyla şöyle düşünülecek: Bu Mustafa Necati denen adam galiba değersiz biriymiş. Nasıl olduysa böyle güzel bir evi varmış, herhalde bu layık olmayan adamın adını çıkarıp yetiştirdiğimiz değerli bir adamın adını vermek istediler.

Ama öyle mi?

Tohumu eski dedim ya, bir başka örneği hatırlatarak bu soruya geleceğim. Uğur Mumcu, 1993 Ocak’ında kahpece ve henüz tam anlaşılamayan bombalı bir cinayetle katledildi. Belediye önce yaşadığı Karlı Sokak’a onun adını verdi. Hepimiz alkışladık. Bir zaman geçince bir de gördük ki hemen yanındaki Köroğlu Caddesi’nin adı da Uğur Mumcu Caddesi yapılmış. İşte bu olmadı dedim. Ölçü şaştı. Uğur Mumcu’nun adını verecek cadde mi kalmadı ki Köroğlu gibi bir tarih ve dünya büyüğünün adını kaldırıyorsunuz?  Bu iki türlü cinayettir. Öncelikle, Köroğlu’nun muazzam, destanî varlığını bilmediğiniz veya önemsemediğiniz anlaşılır. Vahimdir. Bu gerçeği bilmeden ve benimsemeden siz nasıl bu ülkede bu kadar önemli bir yere gelebiliyor da böyle kararlar verebiliyorsunuz? Bu daha da vahimdir. Toplum vicdanı bunu kabul etmez. Uğur Mumcu, sevdiği bir adam dahi olsa, onun gözündeki koca Koçyiğit Köroğlu’ndan üstün değildir.  Uğur Mumcu’yu ezdirmeye ne hakkınız var? Böyle sevgi mi olur?  Belediye Başkanı Murat Karayalçın’a o zaman ben bunu daha kibarca söyledim. 

Şimdi Mustafa Necati Evi’ne Nuri Pakdil adını vermeye kalkmak bana aynı şeyi düşündürdü.  Köroğlu’nu layıkıyla bilmeyenler gibi Mustafa Necati’yi bilmeyenler sahneye çıktı. Bir dev adamın adını silip ona göre bir cücenin adını vermeyi düşünmek ikisinde de aynıdır. Burada başka bir tuhaflık daha var:  Adı silinen ev Mustafa Necati merhumun kendi evidir.  Böyle bir ilave saygısızlığın yüzsüzlüğü de sırıtıyor.

Kim bu Mustafa Necati?

Yakın devrin çok önemli isimlerindendir. İyi okumuş, iyi yetişmiş bir devlet adamıdır. İstiklal Harbi’nin önemli kahramanlarındandır. 1920’deki ilk Meclis’in milletvekilidir. Cumhuriyet’in ilk bakanlarındandır. Mübadele’yi uygulayan İmar İskân Bakanı’dır. Sonra hukukçuluğundan dolayı Adalet Bakanı’dır.  Eğitim öğretim hayatımızın kurucu isimlerinden, hocalarından biri olduğu için 1925’ten itibaren Millî Eğitim Bakanı’dır.  Millî Eğitim teşkilatımızın asıl manasındaki kurucusu odur. Tevhîd-i Tedrîsat da yeni harflere geçiş de onun zamanındadır. Büyük bir zekâdır. Yüksek kültürü vardır. Kurucu-yapıcı bir karakterdir. Yorulmaz bir idealisttir.  Yaptıkları arasında Altay Spor Kulubü’nün kuruculuğu da dâhil çeşitli alanlarda olağanüstü işler vardır. 35 yaşına sığdırdığı işler, bugünün önde gelen onlarca isminin altından kalkamayacağı türdendir.

Biz bu adamın evinden kendi adını silip Nuri Pakdil’in adını koyacağız. Olacak iş mi? Pakdil’e yer bulamadık da akıl almaz bir cehaletle yakın devrin bir ordu gibi çalışan devlet adamını mı evinden kovuyoruz? Buna nasıl cür’et edilir? Bunun neresinden tutsanız bir yanlışlık, bir paslanmışlık, çürümüşlük dökülmez mi?

Evin başına gelen son cinayet budur.  Yalnız, bu vakte kadar da az şey görmedi. Önce mezbelelikti.  Sonra bizim gördüğümüz en milliyetçi kültür bakanımız İstemihan Talay’ın himmetiyle restore edildi.  Çöplük ve kuru fasulyeci olduğu utanç dönemi kapandı.  Sergi salonu oldu, müze karakterinde bir tarihî bina olarak Meclis’e tahsis edildi. Şimdi de malum karar.

Niçin Nuri Pakdil?

Bizde kararlar ideolojik verilir. Gerçeğe bakılmaz. Mevcud iktidarımız fikir ve sanat adamı olarak Nuri Bey merhumu önder kabul etti. Birkaç defa bu konuyu da yazdık, söyledik.  Nuri Pakdil sizin en büyüğünüzse varacağınız bir yer yoktur, dedik. Onu sevin, görün gözetin ama en büyük derseniz, kendinize güldürürsünüz.  Yaşayanlar içinde bile yeri o dediğinize uzak bir isimdir. Heykeli dikileceklerden hiç değildir. Hayatına bakınız değildir, eserine bakınız değildir. Ondan bir örnek ve öncü çıkarmaya kalkmasanız iyi olur.

Bunları her türlü dedik. Hatta Sayın Cumhurbaşkanı, 2019 Kültür bakanlığı Özel ödüllerini dağıtırken, kültürde istediğimiz başarıyı yakalayamadık dedi.  O zaman Nuri Bey de hayattaydı. Şunları yazdım: “Cumhurbaşkanımız şöyle demiş: "Hükümetlerimiz döneminde kültür sanat alanına özel önem verdik. Kültür ve sanat insanlarımızla sürekli istişare içinde olmaya ihtimam gösterdik. Buna rağmen, geçtiğimiz 16 yıla baktığımda kültür-sanat alanında yeteri kadar mesafe kat edemediğimizden dolayı hep hayıflanırım."

Bu cümlelerin önemli bir bölümüne katılamadım. Sebebi açık: Kültür ve sanat seviye ister. Muhtemelen o seviyedeki isimlerle istişare etmediniz. O seviyedeki insanlara önem vermeden de olmaz. Dolayısıyla kültür ve sanata özel önem verildiğini söylemek mümkünse de netice ortada. "Nerede hata ettik, nerede yanlış yapıyoruz ki bu cümleyi edecek durumdayız?" sorusu mühimdir. Bakanlığımız bu gerçeği bilenlerin görevde bulunduğu bir merkez olmalıdır. Öyle mi? Sanmıyorum.

Sayın Cumhurbaşkanı, ben mahallenin delisini konuşturayım: Kurduğunuz kültür sanat heyetinde dokuz benzemez var. Değerli, az değerli veya orada olmaması gereken pek çok isim. Bir örnek daha vereyim: Nuri Pakdil'in en büyük sanatkâr kabul edildiği yerde kültür sanatın yükselmesi değil konuşulması bile beyhudedir. En yükseğe onu koyarsak varacağımız yer yoktur.

Sebep "bizim adam"lardır. "Bizim adam"lar sanatı bilmiyor, anlamıyor ve sevmiyor Sayın Cumhurbaşkanı. Onları yetiştirmek için bile yüksek kültür ve sanatı özümsemiş olanlara itibar etmek mecburiyettir. Bakınız, şu sözünüz ne kadar doğru: " (Kültür ve sanatı)En az terörle mücadele, dış politika gibi önemli bir beka meselesi olarak görüyorum." Böyle düşünüyorsanız, böyle düşünenlerle çalışmalısınız.

Yine bir şey değişmedi. Yine o kültürden nasibi sınırlı adamlarla buraya gelindi.

Ya Mustafa Necati?

Mustafa Necati değerinde insan yetiştirmek bugün hayaldir. Onun çeyreği ayarında bir Millî Eğitim Bakanı yetiştirecek durumda da değiliz. Sadece o mu? Ondan önceki ve sonrakiler ayarında da. Son altmış senede Hamdullah Suphi, Vasfi Çınar, Hasan Âlî ve hatta Reşid Gaalib’in yanına yaklaşacak bir bakanımız yoktur.  Bizim gençlik çağlarımız Hasan Âlî Yücel’e olmadık cümleler etmekle geçti.  Şimdi biliyoruz: Türk kültürüne ondan sonra gelenlerin tamamı onun kadar hizmet etmiş midir, bilenler söylesin!  Bu kadar önemli bir isimdir. Batıyı doğuyu bilir. İbnül Emin gibi bir ters adamın kapısında yatarak Son Sadrazamlar, Son Asır Türk şairleri gibi şâheserlerinin yayınlanmasını sağlamıştır. Millî Eğitim ve Kültür Bakanı böyle olur. Bu kıratta adamlar azdan az yetişir. Bugün imkânsıza yakındır.

Mustafa Necati de onlardandır. Rahmetli Hâlide Nusret Zorlutuna’dan çok dinlerdim. Malum Mustafa Necati ile akrabadırlar. Ayrıca beşik kertmesi denecek şekilde uzun süre sözlü kalmışlardır. Hatıralarında da bunlardan bahseder.  Bir Devrin Romanı’nın 140. sayfası ve devamını okuyan Mustafa Necati portresinin başka bir tarafıyla da tanışır. Mesela, birilerinin ona dinsiz demesi Halide Nusret Hanım’ı çok üzerdi. Çok dindar olduğunu söylerdi. Hatıralarında bunu da yazar. Aslında bundan kime ne ama biyografisini doğru bilmek bakımından gereklidir. Mustafa Necati İzmir’in işgalinde orada avukat ve gazetecidir. İstanbul’a Yunanlılarca öldürüldüğü haberleri ulaşır. Hâlbuki ölmemiştir; bir gün kaçarak İstanbul’a çıkar gelir.  Yola salarken derviş olan babası dua ederek göğsüne bir şey koymuş, eline bir Kur’an vermiş ve mürşidinin işaretini söyleyerek “Allah’ın izniyle sana bir şey olmayacak..” demiştir.  Bu da bir başka türlü tedbirdir. Olur mu olur. Nitekim, bu inanışla Yunan askerlerinin arasından gara gider ve İstanbul’a ulaşır. 

Sonra gideceği yerler Balıkesir ve Ankara’dır.  Millî Mücadele’ye katılmadır. Kurtuluş ve kuruluşun harcını karanlardan olmaktır. O devrin büyükleri gibi hayatı bir destandır. Romanlara, filmlere konu edilse anlardık.  Balıkesir’de yaptıkları Necatibey Eğitim Enstitüsü ve şimdi üniversiteye adının verilmesiyle yaşıyor. Ankara’nın Necatibey Caddesi de onun adını taşır. Evi de onun adıyla yaşamaya ve yaşamaya devam etmelidir. O levha oradan indirilmemelidir.  İki şey yapılabilir: Ya son yıllardaki gibi,  bir müze ve sergi salonu olarak kullanılabilir; ya da daha yakışanı, malzeme bulunursa bir bölümü onun müze evi şeklinde düzenlenir ve bir katı da sergi salonu yapılır.

Batı’da böyle büyük bir adamın evi anında müze yapılır ve ziyarete açılır.  Biz bu konularda iyi değiliz. Koruma konusunda hiç değiliz. Aile evlerini ve eşyalarını nesilden nesle aktarma alışkanlığımız bile gelişmemiştir.  Buradan hareketle çok şey söyleyebiliriz.  Mustafa Necati Evi’nin başına gelenleri de böyle değerlendirmek yanlış olmaz. İdeolojik bakışın körlüğü vardır ama tam olarak bu tarih bilmezliğimiz ve saygı eksikliğimizin acı yansımasıdır.

A. Yağmur Tunalı

 

 

 

 

 

 

Reklam