‘Melâl Burcu’ kitabının yazarı A. Yağmur Tunalı, Türkçe’nin kullanımındaki bozulma üzerinden değerlendirmede bulunuyor.
ÖNCE GENEL DURUM
Meselelerimizi konuşamıyoruz. Sebeplerin büyüğü belli: Çünkü bilmiyoruz. Bu topyekün suskunluğu, nemelâzımcılığı, cehalete kapıları ardına kadar açmayı ve bu duruma nasıl geldiğimizi tartışalım diyecek bir dikkat anında boğuluyor. Gardını almış bekleyen bir nöbetçi kitle var. Soru sormaya, anlamaya ve hele hele tenkide geçit vermiyorlar. Geldiğimiz yer belli: Ya alkışlayacaksın, ya da işaret edileni yuhlayacaksın. Ya alkış ya yuh devrindeyiz!
Buradan fikir çıkmaz. Düşünce doğmadan boğulur. 1984 romanını aşan durumlara yol açılır. Değer kalmaz, değerliyi değer tayin etmez. Liyakat kovulur. Överek veya söverek bir yere gelinir. Orada mıyız? Henüz değilsek de yol oraya doğrudur. Aklımızı başımıza devşirelim. Bunun için dil ve düşünceden harekete mecburuz. Söz nereden başlasa oraya gidecektir. Bilen yapar, bilmeyen yıkar.
Bilen, anlayan azlığı bir tarafa, problemlerin varlığını konuşacak entelektüel bir kamuoyu da yok. Türkiye böyle bir yozluğun içine düşmüştür. Sağ bütün renkleriyle yerlerde sürünüyor; derdi, meselesi, iddialarının aksine günlük yaşamaktan ibaret. Yeme içme ve fizik ihtiyaçlarıyla sınırlı bir hayatı var. Manadan bahsederken maddeye hapsolmuş. Bu konuda hırsının hududu yok. Sol, belli konulara ve meselelere dönük dikkatiyle hâlâ toplumun dışında. Kültür dikkati devam ediyor ama bunu bizim hayatımıza çeviremedi.
Geniş halk kalabalıkları mazurdur. Entelektüel için böyle bir mazeret bulamayız. Bilmiyor, anlamıyor veya susuyorsa doğrudan doğruya suçludur. Hemen her meselede susan aydın, dil konusunda da susuyorsa, ona aydın demek ne kadar doğrudur, düşünülür.
FELAKETİN BÜYÜĞÜ
Aydının dil konusunda susmaktan daha öte kusuru bilmemesidir. Affedilmez bir durumdur. Felaket sebebidir. Tekrar tekrar söylesek yeridir: Milleti sevmek dilsiz olmaz. Kim ben ülkemi seviyorum diyorsa diline bakmak lazımdır. Esaslı bir ölçüdür. Türkçeyi sevmeyene ve doğru bilip doğru söyleyip doğru yazmayana memleketsever demek epeyce zorlama ve yama olur. Türkçe bu haldeyken farkında değilsek veya susuyorsak çok yönlü sıkıntılara yol açacak bir derdimiz var demektir. O zaman her şeyi tartışmaya açar gibi yapar ama tartışamayız, anlayamayız ve anlaşamayız. Bugün dil derdimiz çatallaşmıştır. Alt alta sıralansa onları bulacak ana meseleleri vardır. Ancak, Türkçe’nin yaşadığı büyük felaket telaffuzdadır. Bir zamanlar Türkçenin sesi tehdid altında derdik. Uzun heceler kayboluyor, tonlamalar bir garip, sesler yanlış yerlerden çıkmaya başladı, vurgular bozuluyor gibi arızaları söylediğimiz zamanlarda o tehdid kapıdaydı. Şimdi tehdid gelip hayatımıza yerleşmiş ve gerçek olmuştur. Tehdidi gören ve söyleyenler elbette biliyorlardı. Bilmenin ve sevmenin acısıyla konuşuyorlardı. Bugün bilen azaldığı için dediğimizi anlatacak bir kitle de bulamıyoruz. Dolayısıyle yıkım ekibi rahat rahat işini görüyor.
Bugün Türkçe sesten vurulmaktadır. Cümle dizilişinden de, diğer yapı özelliklerinden de vuruluyor. Diller iki yönden millîdir demiştik. İşte o iki millî özellik de topa tutuluyor. Ne dilin mimarisine (sentaks, diziliş, yapı) ne de sesine dikkatimiz kaldı. Aksine bir durum var, her yanlışın en doğru kabul edileceği bir ortam yaratıyoruz. Bozmak için özel gayret içindeyiz. Örneği birkaç kere söyledim, tekrar etmekten usanmayacağım: Sokaktan rastgele birini alıp bir televizyona çıkarsanız, önüne bir haber metni koysanız netice bundan kesinlikle iyidir. O eğitim almamış, sesi ve hançeresi müsaid olmayan bir kişi de olsa durum değişmez. Mevcud spikerlerin yüzde doksanından daha az hata yapar. Vehâmet anlaşılsın diye bu örneği veriyorum. Rahatlıkla denenebilir.
'Bugün Türkçe sesten vurulmaktadır. Cümle dizilişinden de, diğer yapı özelliklerinden de vuruluyor.'
Televizyon spikerleri, sunucuları ve muhabirleri en çok hangi hataları yapıyorlar? İşte bunu tesbit uzun iştir ve kabul edilmesi zor, düzeltilmesi daha da çetin bir meseledir. Çünkü, değişkenlik arzeden bir durumdur. Bozmanın şekli henüz standartlaşmamıştır. Bazıları kişiye göre farkeden yanlışlardır. Mesela, hemen her kelimede es vererek konuşanlar vardır. “Millî.. Eğitim.. Bakanı..” gibi. Bu üç kelimeyi ikiye bölerek söyleyen de, ayırmadan söyleyenler de çıkar. Birkaç kelimede bir durup uzunca es verenler de vardır. Bunlardan yalnızca üçünü birden, durmadan, bir arada söyleyenin tercihi doğrudur. Başka türlü söylenemez. Yalnız, işin garibi şu ki her üç tercihte de vurgular yanlıştır. Birisi MİLli gibi söylüyor ve ilk heceye vuruyor, diğeri, her iki heceye de vuruyor, bir diğeri ikinci heceye keskince vuruyor. Doğrusu, ikinci heceyi normal ölçülerde vurgulamaktır. İlk hecede belli belirsiz bir vurgu sezilebilir. Çok teknik kaçmasın diye açıklamayı daha genişletmeyeceğim.
Burada görülecek durum, bu üç kelimelik makam ismini doğru telaffuz edecek spikerin azdan az olduğudur.
YANLIŞ YANLIŞ ÜSTÜNE
Yanlışların ortak olmayışı ve standarda ulaşmaması kategorilere ayırmamızda zorluk yaratıyor. Bu bozgunculuğun kurallarının oturmamış ve belirlenmemiş olması bakımından iyidir. Yanlışların kural haline gelmemesi yeniliğindendir. Elimizi çabuk tutarsak alışılmaz ve doğruya dönüşü kolaylaştırır. Onu konuşacak hale de geliriz. Şimdi yaşadığımız acaib curcuna ortadadır. Bu paragrafın ilk cümlesini şu anda ekranlarda, mikrofonlarda on profesyonel kişiye okutsanız, on ayrı bölümleme ve tonlama duyacağınız kesin. Bir kaçında aynı yanlışlar duyulacaktır. Bir o kadar da çeşitlenecektir. Bir dilde bu kadar anarşi kabul edilemez. Kalıcı olamayacağı da açıktır ama bozar ve bozduklarının bir kısmı atılamaz hale gelebilir. Seçtiğimiz cümlenin anlam gruplarının nasıl bölüneceği ayrı bir meseledir. Çoğunluğun nasıl böleceğini gösterirken, telaffuz hatalarının en yaygınlarından birini de gösterelim. Olur olmaz yerde, yerli-yersiz sesler uzatılıyor. Özellikle sondaki sesli harfler, ama bunun da standardı yok. Sessizler de ara hecelerdeki sesliler de uzatılıyor. Onu da bölme hatasıyla beraber şöyle gösterelim: “Yanlışların .. ortakkk olmayışııı.. ve.. standarda.. ulaşmaması.. kategorilereee ayırmamızdaaa.. zorluk.. yaratıyor.”
Bu anarşide virgülle nokta da gitti. Bakıyorsunuz, “Yanlışların.” deyip duruyor. Virgüldeki asma gibi değil, noktadaki sonu hissettiren duruş gibi bırakıyor. Sonra bakıyorsunuz, “OrtaK OLmaayışıı..” şeklinde devam ediyor. Beş sene önce NTV’de bir iki isimden başlayan nereden geldiği belli olmayan bu telaffuz şekli çok sıklaşan ve neredeyse yerleşen bir hata haline geldi. Mehmet Ali Birand’ın başlattığı bozulmayı normalleştirme sürecinde ileri bir hamleyle “herşeyi bozabilirsin” görüşü hâkim oldu. Burası mukaddeslerini, değerlerini, ölçülerini kaybetmiş bir memleket. Bu da oldu. “Nereden geldiği belli olmayan” diyorum, çünkü vurgu hatalarının çoğu batı dillerine benzetilmekten dolayı yapılıyordu. Çok zaman onlara da benzemiyordu, ama zaten dilde tam benzeme istense de başka türlü şekillenir, aynı olmaz.
RTÜK BU İŞE BAKMAZ MI?
Böyle bir dil keşmekeşi yaşanıyor. Yukarda örnek aldığım cümlemde, sadece verilen esler bakımından 7 hata nasıl yapılabilir? Uzatmalar da bir o kadar.. Vurgu açısından da bunlara yeni yanlışlar eklerseniz, sayı yirmiyi bulur. İşte televizyonlarda, radyolarda ve giderek okullarda ve sokaklarda bu yirmi yanlışın yaygınlaştığını görme tehlikesiyle karşı karşıyayız. RTÜK buna bakmayacaksa neye bakacak? Kişi ve kurum haklarına bakıyor. Başka kuralları da var. Dil kuralı yok mu? Dili bozmak serbest mi? Kötü Türkçe konuşanı, söyleyeni, spiker, muhabir, sunucu yapamazsınız.. denemez mi? Bunun için –yoksa- bir düzenleme yapılamaz mı? Olmaması büyük eksikliktir. Kaldı ki düzenleme yoksa da genel kurallar arasında bu durumların düzeltilmesini sağlayacak esaslar mutlaka vardır. RTÜK bir uzmanlar heyetine bu işi havale edebilir. “Televizyon ve radyolar, dilin doğru telaffuzunu esas alırlar ve bunun için ekrana çıkan kadroları dikkatle seçerler benzeri bir hüküm getirse kim karşı çıkabilir? Biz dili bozacağız ve sen sese çıkarmayacaksın denebilir mi? Yalnız diksiyon için bile böyle bir kural getirilmelidir. Esasen bu TRT bozulmamışken vardı. Örnek TRT olabilirdi. Artık onun için de bu kuralı uygulayacak bir başka güce ihtiyaç var. Bozulma orada daha hızlı. Bu spiker, sunucu ve muhabirler hiçbir tepki görmüyor. “Ne yapıyorsun?” diyen yok. Hepsine sonsuz bozma hürriyeti verilmiş. Hatta bu hürriyet değil mecburiyet gibi de algılanıyor. Eski yeni, bilen bilmeyen herkes kendini bu yanlış gidişe ayarlama peşinde. Görünmez bir güç bunu emrediyor. Ona uymak gerektiği zihinlerine programlanıyor. Bildiklerini unut veya doğru bildiklerini -yeni öğrendiğim fiille söyleyeyim- yanlışlayacak şeyler yap, denmiş gibi. Başka türlü olamaz. Çünkü, bu yanlışlar durup dururken yapılacak cinsten değil. Anamızdan babamızdan, evimizden, okulumuzdan, çevremizden böyle bir telaffuz duymadık. RTÜK bu meseleyi düzenleyici kuruluş sıfatıyla acilen ele almalıdır. Düşünülecek en kestirme çarelerden biri budur.
ZORLA KONUŞTURULUYOR GİBİ
Artık medyamızda bunu gözetecek bir dikkat yok. Muhabirler ayrı bir mesele. Her muhabir, her haberi aynı sesle sunuyor. Çoğu savaş meydanında gibi. Bir heyecan bir heyecan ki.. hâlâ alışamadım. “Ne oldu acaba?” demekten kendimi alamıyor, sonra hatırlıyor ve toparlanıyorum. Dikkat edin onlar da dura dura konuşuyorlar. Sanki konuşmak istemiyormuş da biri zorluyormuş gibi de hissediliyor. “Artık medyamızda bunu gözetecek dikkat yok” diyecekse, durum şöyle: “ARtık.. MEdyamızDAA.. BUNUUUU.. GÖzeteceeeek.. DİKkat… YOK…”
Yazışımda büyük harfler vurguyu gösteriyor. Nokta noktalar esleri. Bu söyleyiş dediğim gibi ancak bir zor karşısında mümkündür. Ya arada gidip gelen bir ağrı vardır. Ya arada iğne batırılıyordur. Ya birisi alttan dürtüyordur. Ya da silah zoruyla böyle söyleyeceksin diye çalıştırılmıştır. Affedersiniz, hepsi de bir yerlerine nişadır sürülmüş insan haliyle karşımızdalar. Bu hal sadece muhabirlerde değil, spiker ve sunucularda da var. Ekranlar bu zora koşulmuş yüzlerle doludur. Onlara bu dediklerimi demek biraz terbiye dışı olsa da söylemeli: “A kız orada birisi seni huylandırıyor mu ki böyle hoplar gibi sesler çıkarıyorsun?” Veya “ Oğlum, kim seni arada bir dürtüyor da sesin böyle rüzgâr yemiş çalı gibi yatıp kalkıyor?”
Daha iyisi var tabii: Kanalları uyarmak. Mektupla, telefonla.. her türlü… Türkçe derdimiz varsa bunu yapmayan bizden değildir. Ancak, bizde herşeyi devletten bekleyen bir anlayış hala hâkim. Mesela, dilcilerin ve Dil Kurumu’nun böyle bir derdi olmalıdır. Seslerini duymalıyız. Topa girecekler aslında onlardır. RTÜK konuyu takip etmeli ve dediklerimize ek çarelerle Türkçeye sahip çıkmalıdır.
Kaynak:http://www.karar.com/gorusler/medya-ve-rtuk-icin-turkce-yok-hukmunde-1015144?fbclid=IwAR04y7vdOYRyGk-pH5KWgYQW4XVaYG0oE22osA6VnsAQ9XmtZAuUpMvHdTg#