‘Kavga Günleri’ kitabının yazarı A.Yağmur Tunalı “Düşünceme hak vermeyenler olacak. Bunu bilerek söylüyorum. Evet, Sezen Aksu’nun eserleri Türk diline göre bestelenmiş değil. Bunu mutlaka tartışmak gerek” diyor.
A.Yağmur Tunalı
İçine doğduğumuz dil uzun asırların ses izlerini taşır. Dildeki sözler, uzun bir yolculuğun sonunda değişe değişe, seçile ayıklana bize gelmiştir. Yaşanan tarih asırları, bilinen-bilinmeyen nice olayla beraber o seslerdedir. Bu, aynı zamanda dilin seslerini ve milletin hançeresini özelleştiren, diğerlerinden farklı yapıya taşıyan bir müzik yolculuğudur. Dillerin ve tabii Türkçe’nin binlerce yıllık mâcerâsını bu müzikal geçmişte aramak gerektiğini bilmek lazımdır.
Dilin şekillenmesi ve konuşulması müzikle yakından ve derinden ilgilidir. Dolayısıyle müzik geçmişimiz bu açıdan da araştırılmalı, bilinmeli ve anlaşılmalıdır. Lehçe ve ağızlardaki söyleyiş farklılıklarını da müzikten hareketle anlamak mümkündür. Halk müziğimiz, ondan yarattığımız akademik müzikler ve doğuya doğru Türk illerinde icra edilen Türk müzikleri söyleyişi doğrudan etkiler. Bu, nesiller boyu esası değişmeyecek kadar kuvvetli bir ses geleneğine dayanır. Genetik şaşmaz kanunlarıyla devrededir.
Müzik değiştirir
Bununla beraber, içine doğduğumuz dil ve müzikte ağır seyreden değişme ve gelişmeler bir yerde ve bir sebeple hızlanabilir. Son nesillerimiz böyle bir şaşkın devre rastladı. Tercihlerimizle ısrarla oynadık. Müzikte ve dilde hızlı değişmeler yaşandı. Bu durumdan en fazla telaffuzumuz etkilenecekti, öyle de oldu.
Dinlediğimiz müzikler söyleyişi doğrudan etkiler. Çünkü dil her zaman bir ses sisteminin içindedir. Hançere ona uyarak kendini ayarlar. Sahne sanatkârlarının yetişmesinde şiir ve müzik vardır. Sesleri mutlaka müzikle terbiye edilir. Nefes alıştırmaları bile müzikle ve ritmledir. Müziğin nota değerleri dilin sesleri için de geçerlidir. Harf harf, hece hece bu değer ölçülür. Bu hususlar bilinir ve sesler, söyleyişler ona göre ayarlanır.
Dilin müzikle şekillendiği ve hatta öğrenildiği, benzer pek çok konu gibi bizde ihmal edilen bir meseledir. Evet dil, müzikle ve edebiyatla öğrenilir. Dikkat edin, Klasik Türk Müziği dinleyen bir kimsenin Türkçesi daha güzel duyulur. Türk Müziğinin klasik eserlere akraba yeni verimlerini dinleyen ve sevenler de o güzelliğe yakındır. Konservatuarlarda bu husus üzerinde çalışılmasını çok isterim.
Hızlı değişme
Türkiye’nin son 70-80 yılında dille beraber etkisi gittikçe artan bir müzik dinleme değişikliği vardır. Her zaman türkü ve sanat müziği denen tür önde kalmış görünür. Fakat hâkimiyet ve yaygınlık, hızla batı müziği temelli müziklere geçmiştir. 50 yıl önce arabeskvârî müzikler piyasada yer tutmuştu. 1930’larda gelen Mısır kaynaklı eserler yanında, Türkiye’nin doğusunda boy gösteren bir tür müzik plaklara okunur, alıcı bulur ve her yerde dinlenir haldeydi. Abdullah Yüce, bu türün önde gelen ismiydi. Kuvvetli bir okuyucuydu. Klasik eserlere zevki erişemeyen kalabalıklar onu dinliyordu. Bir tür meyhane müziğiydi. Nitekim onun devamı sayılabilecek arabesk de o türden bir müzik gibi hayatımızı sardı.
Bu gelişmeler değişen toplumu da gösterir haldeydi. Ve değişme tek yönlü değildi. 150 yıldır devlet eliyle desteklenen batı müziği halka kadar yayılamamıştı. Küçük bir azlığın anladığı, dinlediği ve sevdiği bir müzikti. Bir kültür tercihi herşeyi değiştirdi. Batı piyasa müzikleri ve foklörü yine devlet organları ve İstanbul piyasasında devreye sokuldu. Önce belli tatlısu frenklerinin evlerine, konaklarına, sonra kulübe, sahneye, meyhaneye taşındı.
Türk Hafif Müziği
Bu sürece iyi dikkat etmek gerek. Adı önce hafif batı müziği idi. Radyolarda sıkça dinletilirdi. Ara müzikleri, cıngıllar zaten batı müziğinden ve yeni tür piyasa müziklerindendi. Bestekâr Avni Anıl, bir yazısında “Hangi millet radyolarında bütün geçiş müziklerini başka bir milletin müziğinden seçer?” demişti de epeyce üzerine gelinmişti. Durdurulamayacak bir sürece girildiği açıktı.
Sonra asıl sıkıntılı devre başladı. Hafif Batı müziği eserlerine Türkçe söz giydirilmeye başlandı. Türkçe’de görünür bozulma o noktada başladı. Dublaj Türkçesinin müzik şubesi doğdu. Bu, daha feci bir bozulmaya yol açtı. Aynı müziğe, kötü tercümelerle sözler yazıldı. Kötü telâffuzlar artık normaldi. Çünkü o batı müziğiydi, biz ona söz yüklüyorduk. O müziğin asıl sesinden izler taşıması normaldi. Geldiği dilden etkiler barındırması şart gibi de görüldü. Savunma da böyle oldu ve tenkıdler kaynağında susturuldu. Adı da değişti ve “Türkçe sözlü hafif müzik” oldu. Kanto devrinin birazcık kırık Türkçesi sevimli geliyordu. Dili bozacak kadar da yaygın değildi. Bu yeni furya başkaydı.
Radyo ve televizyonlarda sıkça bu neye benzediği belli olmayan müzikler verildi. Konserler yapıldı, turneler düzenlendi. Devlet çapında destek vardı. Zaten okullarda da eğitim o müziğe göreydi. Tekrar hatırlatayım: Buna rağmen halka yayılamamıştı. Halk yine kendi müziğini dinliyordu fakat belli bir düşüş vardı. 2. Mahmud’dan beri gelen devlet ilgisi batılı seslere belli bir yer kazandırmıştı. Batı Müziği’nin klasik eserleri değilse de piyasa ayağı ısrarla çalıştırılıyordu. Türk Müziği ihmal edilse de bu topraklarda bu batı taklidi kötü müziğin şansı yok diyorduk.
Hafif müzikte Türk sesleri
Üçüncü bir hamle geldi ve işte yavaş yavaş kabul edilme yolunu bu hamle açtı. Türkçe sözlü batı eserleri yerine müziği de yerli eserler bestelenmeye başlandı. Kötü taklidlerdi. Yine bozuk Türkçeli metinlerdi. Teşvik edildi. İlgi sağlandı. Seri konserlerle yine yeni bir denemeye girişildi. Bu sefer ortam yumuşamıştı. Moda haline gelmesi başarıldı. Sevmeyen de ona mecbur gibi hissetmeye başladı. Anadolu’nun belli aileleri ve yeni yetişenler o müzikle eğlenir oldular. Her düğünde o tür okuyucular türedi. Onlarla dans edildi.
Bu arada adı da değişti: Türk hafif Müziği oldu. Önce garip bir adlandırmayla sanat mûsikîsi denen millî müziğin yeni ve klasik havada olmayan bestelerine bu isim verilsin istenmişti. Batı müzikçileri o ismi kaptı. Mesela, bugün neredeyse klasik gibi algılanan Yusuf Nalkesen, Avni Anıl gibi onlarca isim Türk hafif Müziği bestecisi idiler. Doğru bir isimlendirmeydi. Sonraları, Fecri Ebcioğlu, Sezen Cumhur Önal, Fikret Şeneş, Garo Mafyan, Onno Tunç, Özdemir Erdoğan gibi isimlerin söz ve müzikleri Türk Hafif Müziği adıyla söylenir oldu.
Bu isimlendirme bahsi önemlidir. Başkaları da var ama konumuz o değil. Türkçe telaffuzun bozulmasında o hafif müziklerin etkisi üzerinde durmak için bu hatırlatmaları yapıyorum. Türkiye’nin pek farkına varmadığı bir bozulmadır. Planlı programlı iş gibi de düşünülecek bir projedir. Şimdi, okulda, sokakta, evde, otobüste, metroda, irili ufaklı bütün mağazalarda bangır bangır o müzik duyuluyor.
Prozodi temel mesele
Bestelerin prozodisi düzgün olanı hemen hemen çıkmadı. Yani, eskilerin güfte taksîmâtı dedikleri kelime, hece, anlam bölümlenmeleri ve bunlara dikkatle sağlanan akış kesildi. Kim nerede ve nasıl isterse kelime bölüyor, ses yükseltiyor, düşürüyor, bir arada söylenmesi gerekenler ayrılıyor ve neredeyse kuralsız bir döneme giriliyordu.
Herhangibir hafif müzik şarkısını el alsanız bunu görürsünüz. Örnek için baktığımda çok bilinen arabesk havalı bir hafif müzik şarkısına rastladım. En az hatası olanlardan biri. Şöyle: ”Senin gibisi bir daha gelmez, Temennim gelmesin de zaten.” Bu ve benzeri son dönem şarkılarına bakılırsa Hafif Müzik eserlerinde önemli bir düzelme görülüyor. Batı müziğinin vurguları azalmış. Prozodi hataları da azalmış. Aynı kişinin okuduğu “Bangır bangır” adlı bir şarkı var ki o daha fena. Büsbütün fena olanlar hâlâ çoğunlukta.
En yaygın eserlere bakınca belli bir ortalamadan bahsedebiliyoruz. Evet hafif müzik Türkçe’yi bozdu ve bozuyor. Müziğin de bozulduğunu söylemek mümkün. Müzik bozulmadan dilde bozulmanın bu kadar olmayacağını sıkça tekrarladık. Konumuz da zaten bu.
En yağın eserlere ve en şöhretli okuyuculara bakarak net bir fikir söyleyebiliriz. Durul Gence-Erol Büyükburç-Erol Evgin döneminde bozulma sınırlıydı. Memleketim şarkısıyla şöhreti artan Ayten Alpman’da telaffuz bozukluğu daha az hissedilir. Hafif müziğin zirve ismi İlham Gencer’de de öyle. Derece derece olmak üzere hepsinde Türkçe telaffuz bozuktur. Başka bir dilin sesi veya ana dili başka olan birinin söyleyişi gibi duyulur.
Sezen Aksu bozuk Türkçe demek
Şöhretler içinde en fecisi, Türkçe katlinde önde gideni Minik Serçe diyeceğim. Biliyorum bu düşünceme hak vermeyenler ve kızacaklar olacak. Bunu bilerek söylüyorum. Evet, Sezen Aksu’nun eserleri Türk diline göre bestelenmiş değildir. Okuyuşu da öyle. Bunu mutlaka tartışmak gerek.
Çok sevilen bir şarkısını açtım. Adı “vazgeçtim”. Vazgeçtim kelimesiyle başlayalım. Türk motifleri kullanılan şarkıda, başlangıç Türkçe telaffuza göre değil. Vaz hecesinde vurgu ağırlığı hemen belli oluyor. VAAzzı şeklinde bir giriş var. Vurguyu geriye çekilerek ve kuvvetlice ilk heceye ama son harfe doğru hızı düşerek veriyor. Z’den sonra birkaç z çıkıyor ve ı sesi ekleniyor. Müzikte de olsa dilin seslerini olduğu gibi vermek esastır. Böyle ses doğurtamazsınız.
İkinci hecede ayrı bir kelimeye girilmiş gibi vazgeçtim’in ikinci hecesi GEEEÇ çok vurgulu ve yine sessizler gölgelenerek duyuluyor. Sessizler doğuruyor, yani ikinci bir sessiz harf ekleniyor. Geç derken ç sesi uzatılacaksa tutulur ve çok ç gibi duyulmaz. Burada çok ç gibi duyuluyor. Tim hecesi de öyle. M’den sonra yine m gölgelenerek zayıf m’ler ve bir i eklenerek söyleniyor.
Müziğin dildeki sesleri kısaltma yetkisi yok. Uzatma yetkisi de kurallara bağlı. Daha önce bahsettiğimiz prozodi ve dillerin kuralları bestekârların ve okuyucuların sıkı bir şekilde uymaları gereken olmazsa olmazlardır. Sezen Aksu, dil konusunda kendisini serbest hissediyor. Frenk taklidi müzik vurgularıyla ne onlarınkine ne de bizimkilere benzer bir müzik ortaya çıkıyor. Bu bir sözlü müziktir. Sözü bozmak, dili bozmak olmaz.
“Vazgeçtim”le kulağımız için hata gibi kabul edilmesi en zor kelimeyi seçtim. Diğerleri herkes için çok açık. “Sessizce, kimsesizce gönderdim dudaklarımı” mısraının telâffuzu her kelimede birkaç Türkçe ses hatasıyla, tonlama bozukluğu ve prozodi yanlışıyla zevkımizi rahatsız etmeli. Gönderdim derken iki heceyi iki ayrı kelime gibi telaffuz ettiğini hemen her kulak duyar. Her hecede müziğin iniş çıkışları dışında bir dil sendelemesini herkes hisseder.
Fakat şunu söylemem lazım ki bunlara çok alıştık. Bu yüzden biliyorum bu dediklerimi pek az kimse duyacak veya anlamak isteyecektir. Az örnek verişim, sesi yazıyla anlatmak zorluğu yanında, çoğumuzun bu dil dikkatimizin körelmesinden dolayıdır. Batı tarzı hafif müzik bu topraklara geldiğinden beri kulağımızı bozarak ilerledi. Bu yüzden “Ne diyor bu adam?” diyecekler çok çıkacaktır.
Evet “ Ne diyor bu adam?”
Kaynak:https://www.karar.com/gorusler/hafif-muzikler-turkceyi-cok-bozdu-1115850?fbclid=IwAR3jcUhjLSc6xjUYnDfhfZS7V55R-KWO28Sk8AM5NDmsYjDaV6GW9CohPsw#