Bizim memlekette insanlar, bilmedikleri konularda rahatça konuşabilirler. Hatta şaşacağınız kadar şaşın, o alanda yükselebilirler ve en üst görevlere gelebilirler. Eski hastalığımızdır fakat bu halin normalleşmesi yenidir. Devlet hayatına, bürokrasiye ve onlara yön veren siyasete bakan bunu görür. Bilmemenin, görmemenin ve sahibinin sesi olarak görünmenin, "Ben bilmem efendim bilir" demenin, böyle bir cehaleti katlayan şahsiyetsizliğin baş tacı edildiğini de görür.
Biz bu toplum yapısıyla dünyanın gidişine sağlam bilgiyle değil, yüzünden ve anlamadan bakarız. Sonuçları dehşettir: Giderek ucuzculuk, bedavacılık yaygınlaşır, çok yüzlülük kanunlaşır. Ahlâk çöker ve yaşananlar, insanları yanlışa yönlenen bir şuuraltı düzenine iter. Doğrular ve kurallar ayak bağı ve aşılacak engel gibi görülmeye başlanır. Haliyle binlerce arıza çıkar.
Yaygın ve normalleşen cehalet
Türk Cumhuriyetleri konusu da bunlar arasındadır. Seviyor ve heyecanlanıyoruz. His bakımından problem yok. Bilme sıkıntımız var. Görmeye ve öğrenmeye başlayınca da değerlendirme sıkıntımız var. Asırlardır ayrı yaşamanın bizi ve onları nasıl değiştirdiğini anlayacak bir dikkati gösterememek, meselelere bakışımıza tesiri güçlü arızamızdır. Hâlbuki bağımsızlıktan sonra ilk işimiz bu olmalıydı. Demirel'in büyük öğrenci projesi, okullar açmak, gidiş gelişler, kültür alışverişleri, ticaret gibi alanlar belli bir seviyede tanıma ve tanışma sağladı. Demek istediğim daha sistematik ve derin bir iştir.
Bilerek hareket edemediğimizi bilmek zorundayız. Bugüne kadar bizi temsil edenlerin, büyük çoğunluğuyla Milliyetçi sanılanların bile derdi kendisiyle sınırlı kaldı. Çözmemiz gereken bir problemdir. İnsan kalitemizi geliştireceğiz. Doğru tavır alabilmenin başka yolu yoktur. Olumlu düşünmekten hiçbir zaman vazgeçmeyeceğiz ama bu hallerimizi bilerek düzeltmeyi de ihmal etmeyeceğiz.
Cesaret bilgiyle sonuç alır
1994'te Moskova'da iş yapan inşaat firmalarımızla ilgili çekimler yaptım. Bizimkilerdeki atılganlık ve kapasite malum. Onlara, bu şartları belirsiz ve kaygan zemine nasıl girdiklerini sordum. Cevaplar ufkumu açtı. Uluslararası tecrübe önemliydi. Alacakları her iş için çok ayrıntılı raporlar hazırlamışlardı. İşveren devletin durumu, çevre faktörleri, neyi, nereden, nasıl temin edebilecekleri ince ince hesaplanmıştı. Nelerle karşılaşacaklarını ve nasıl davranacaklarını bilerek işe girdiler. İşe başlayınca gördüklerini de tecrübelerine eklediler. Mesela, yerli işçilerin ücreti alınca ertesi gün gelmediklerini gördüler. 'Sovyet insanı'nın günlük yaşamasının, yarını düşünememesinin keskin bir örneğiyle yüz yüze geldiler. Çünkü sosyalizmin Sovyet uygulamasında yarın kimin ne olacağı belirsizdir. Toplumdaki bu algının hemen değişmesi de beklenemez.
Firmalarımız bunları yaşamadan bilemezlerdi. Tedbirleri genişleterek ve çeşitlendirerek planlı-programlı ve her an tetikte yürüdüler. Yerli işçilerin güven vermeyişi üzerine, her şantiyede -bedeli yüksek olmasına rağmen- belli sayıda Türkiye'den işçi bulundurmaya başladılar. Türk işçilerin bir kısmı da maaşı alınca hemen Moskova'nın eğlence hayatında harcayıp bitiriyorlardı. Ona da çare buldular. Maaşlarının yarısını kendilerine veriyorlar, diğer yarısını bankada bir başka hesapta tutuyorlardı.
Demem o ki, bir iş yapmak için bilinmesi gereken neler neler var. İş adamlarımız bunu yapmaya mecburdular, yaptılar. Devlet daha geniş bakmalıydı. İş adamının, tarihçinin, sosyologun, sosyal psikologun, antropologun, kültür adamının bildiğini bilecekti. Köylünün şehirlinin, fakirin-zenginin hayatını ve özellikle yönetenlerin neye göre hareket ettiğini bilecekti. Bildiklerinden bir politika oluşturacak ve her elemanını gerektiği ölçüde bu bilgi ve politikaya göre yetiştirerek oralara gönderecekti. Bunları yapmadık, yapamadık.
Bilenden kaçış
1999'da, istemediğim halde TRT Avrasya kanalının sorumluluğuna getirilince, bu dikkatlerimi anlatma fırsatını değerlendirmek istedim. Anlatabildiğimi söyleyemem. Devlet hayatında rastgele hareket şöyle böyle hep devam etti. Bir örneği anlatırsam, genel bakışı düşündürmüş olacağım.
Prof. Dr. Asker Kartarı, doçent olarak Almanya'dan Türkiye'ye dönmüştü. Sonra dekanı olacağı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde hocaydı. Eşi bizim TRT İnt kanalında çalıştığı için zaman zaman görüşüyorduk. Bir gün: "En önemli problemin bilmemek, sağlam karakterli ve yetişmiş insan gücü eksikliği olduğunu söylüyorsun. Şu sizin kanalda çalışan arkadaşların çoğu için de değerlendirme sıkıntısı ortada. Tika Başkanı senin arkadaşınmış. Bize randevu al, bir arkadaşımla 'Türk Cumhuriyetleri El Kitabı' hazırlamak için görüşelim." dedi.
İyi fikirdi. Hemen, heyecanla Tika Başkanı arkadaşımızı aradım. Randevu verildi. Gittiler, anlattılar. Başkan ne dese beğenirsiniz? "Biz her şeyi biliyoruz. Böyle bir şeye gerek yok." Asker geldi ve "Yağmur, şimdi seni daha iyi anladım. İşimiz zor." dedi ve acıyla ekledi: "Ne işle görevli olduğunu anlamayacak bu kafalarla memleket nereye varır?"
Hâlâ, psikolojisi düzgün, sağlam inançta, yetişmiş insan gücümüz, derli toplu, rehber niteliğinde raporlarımız, kitaplarımız yok. Problem içeride diyoruz ya.. Evet içeride.
FACEBOOK YORUMLAR