Alâeddin Yavaşça, Türk kültür hayatının çok yönlü yetişmiş müstesna bir ismiydi. Ses sanatkârıydı, bestekârdı, Hocaydı, doktordu. Mûsikîmizde meşk usulüyle yetişen son icracıydı.
Kültür tarihimiz okutulmadığı ve aydınlarımızın ilgisi başka dünyalarda olduğu için birçok değerimiz gibi Meşk'i de bilmiyoruz. Ne olduğunu düşündürmeye geçmeden bugün derinden yaşadığımız büyük ârızasını söylemeliyim. Meşk Usûlü'nde notaya itibar edilmez, dolayısıyla eserlerin kaydedilmesine gerek duyulmaz. Müzik ve bilgi, insandan insana, nesilden nesile hafıza zinciriyle intikal eder. Kendi içinde kurgusu iyi görünen eski hayatımızın telafisiz eksiklerinden biridir. Bu sebeple dünden bugüne o muazzam mirastan bize pek azı kalmıştır.
Meşk'i meşketmek
Meşk'e, esas itibariyle eski eğitim-öğretim sistemi içinde çok iyi düşünülmüş ve uygulanmış bir sistem olarak bakmak doğrudur. O hayat görüşü içinde doğru ve şuurlu bir tercihtir. Öğrenci, eserleri doğrudan doğruya hocasından ve onun istediği şekilde öğrenir ve okur. Hoca, talebesinin ses özelliklerine ve kabiliyetine, mizacına göre öğretir. Öğretilen sadece müzik değildir, bir kültürdür, bütünüyle hayattır. Hoca, öğrencisinin her şeyiyle ilgilenir. Sistemin özü bellidir: Terbiye(eğitim) öğretimden her zaman önde tutulur. Sanat emanettir, sağlam karakterde olmayana verilmez. Kayıt altına almamanın, notaya itibar etmemenin belki en kuvvetli gerekçesi budur. Bir kişi, çok kabiliyetli ve sesi güzel olsa dahi, terbiyeye gelmeyecek ve sanata, memlekete, insanlığa zarar verecek halleri varsa öğrenciliğe kabul edilmez. Kabul edilmişse bırakılır. Bugünlerde çok konuştuğumuz ehliyet ve liyakat müzikte-sanatta tam işler.
Meşk Usûlü'nün, "eser geçme" şekliyle yeni eğitim-öğretim düzeni içinde de bir türlü devam etmesi gerektiğine inananlar var. En parlak örnek, Paris'te Batı usulü şan dersi de alan, Doğu-Batı tekniklerini de bilen Münir Nûreddin'dir. Bazı eserleri daha eskilerden meşk etmeyi hiçbir zaman ihmal etmemiştir. Bekir Sıtkı Sezgin ve Alâeddin Bey de öyledir. Meşk, bu isimleri büyüten önemli bir icra özelliğidir. Prof. Dr. Alâeddin Yavaşca, notaya dayanan yeni eğitim-öğretim sisteminde yetişmesine rağmen, her zaman meşk ekolünün ölçülerini icra ve yaşama prensibi edindi.
Büyük üstadlardan Meşk Usûlü'nün yeni zamanlara kalan yansımalarıyla "feyz aldı". İstanbul Belediye Konservatuvarı, İleri Türk Müziği Konservatuvarı ve İstanbul Üniversitesi Korosu'nda çalıştı. İstanbul'un kültür çevrelerinde anlayışı ve zevki gelişti. Gencecik yaşında İbnül Emin Mahmud Kemal İnal'ın dillere destan meclisinde şarkı söyleme talihini yaşadı. O yaşlarında bile belli başlı seçkin toplantılarının iştirakçileri arasında yeri hazırdı.
Parlak hayat hikâyesi
1950 yılından itibaren radyo sanatçısıdır. İtü Türk Mûsikîsi Devlet Konservatuarı'nın kurucularından ve yakın zamana kadar -profesör sıfatıyla- hocalarındandır. 1991 yılından itibaren "Devlet Sanatçısı"dır. Kolayına söylenip geçiverilecek basamaklar ve görevler olmadığı açıktır. Merak edenler, bu dönemleri genişçe çalışarak ilim ve kültür hayatımıza sunarlarsa çok şey kazanacağımız muhakkaktır.
Bir vefat yazısında bu detayları verişim, kaybettiğimiz yüksek değeri hissettirebilmek içindir. Hakikat şu ki, Alâeddin Bey'den sonra o devir kapanmasa da başka türlü devam edecek. Öyle bir sanatçı yetiştirmemiz bugünün şartlarından bakarsak imkânsız gibi görünür, doğrudur. İçimiz bundan dolayı da yanacaktır. Gidenle kaybettiğimiz erişilmez güzellikler bütünüdür. Yalnız, mademki onlar yaşanmıştır, Alâeddin Yavaşça gibi bir değerle bugüne gelmiştir, yok olmaz. Mutlaka bir yerden, bir türlü filiz verecektir.
Büyük miras
Okuyuşu muhteşemdir. Sesinin güzelliğinden öte bir duyuş ve duyuruş seviyesidir. Seslendirdiği eserler iyi ki kayıtlıdır. Her zaman öğretici olacaktır. Bundan böyle o kültür altyapısını yeni mûsikîcilerimiz bulamayacaklar. Bugünün insanına rüya gibi gelecek o esrarlı dünyanın, bilişin, inanışın, yaşayışın duyuşun tadını Alâeddin Yavaşça ve benzerlerinin okuyuşundan alacaklar.
Bestelediği bazı eserler klasik ölçülere yakındır. "Gülen gözlerinin manası derin", "Başka söz söylemem aşktan yana ben", "Ne günah etse açılmaz iki gönlün arası" ve "Kimseyi böyle perişan etme Allahım yeter!" o anlayıştan izler taşır. Mûsikîmizde devam zincirine eklenecek eserlerdir. Bazılarında yaratıcı sanatçı şahsiyeti şaşırtıcı güzellikte parlar.
Bu yıl Millî Düşünce Yahya Kemal Kültür Sanat Armağanı'nı Alâeddin Yavaşça'ya vermiştik. 25 Aralık Cumartesi günü ödül törenimiz için hayat arkadaşı Ayten Hanım ve aile ferdi mesabesinde Sinan Sipahi Bey'le konuşmuştuk. Meğer Hoca bizim törenden üç gün önce gidecekmiş. Mukadder son böyle ve bu vakitte geldi.
Faruk Nafiz'in Gurbet'indeki o şahane mısralarla yanıyoruz. Gidişinin acısı bu mısralara Alâeddin Yavaşça'nın giydirdiği seslerdedir: "Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok." İçimizdeki yangın böyle söylese de bu bahçede yeniden güller açacağını müjdeleyen yine bu sestir. Evet eserleriyle yaşayacak ve yaşatacaklar arasındadır.
Türk'ün bu güzel evlâdına binlerle rahmet!
FACEBOOK YORUMLAR