DOSTLAR HEPİNİZ BU YAZIYI MUTLAKA OKUYUN !
Yeni öğretim yılının başlamasınedeniyle elli yılın birikimi olan meslek tecrübelerimi yazmayı düşünüyordum. Nitekim ‘Okullar açılırken Elli yılın Birikimi diye iki makale yazdım Ve genç meslektaşlarımdan da olumlu tepkiler almıştım. Bu olumlu tepkiler üzerine birkaç yazı daha eğitim üzerine yazmayı düşünüyordum. Ancak aniden ‘YALANCILAR KAHVESİNDE’ yüreğime düşen sızı nedeniyle eğitimle ilgili yazılarımı önümüzdeki haftalara ertelemek zorunda kaldım.
Bu arada merakınızı baştan gidereyim. Yalancılar kahvesi deyince avcıların yaptıkları avları abartılı bir şekilde anlattıkları avcılar kahvesi aklınıza gelmesin. Bu başka bir yalancı kahvesi. Herkes, hepimiz bu kahvenin tabii müşterisiyiz. Ama bugün, ama yarın. 20 Eylül Günü babam bu kahvenin müşterisi oldu. Yalancılar kahvesi yine muğlâk kaldı. Bir şey anlamadınız. Ama hepinizin bildiği ve hepimizin çok iyi bildiği bu kahveyi bir anekdotla size tanıtmaya çalışacağım.
Anadolunun ünlü manevi direkleri olan Mevlana ile Şemsi çok iyi tanıyorsunuz. Mevlana Celalettin Rumi Şems’le tanışmazdan önce Medrese Hocasıdır. Yani bugünkü deyimle Üniversite hocasıdır. Ancak ünlü sofi Şems’le tanışmasından sonra tasavvufa meyleder. Hocalığı ve Konya’daki özel dostlarını ihmal eder. Gece gündüzŞems’le derinlikli tasavvufi sohbetlere zaman ayırır. Mevlana’nın Şems’le olan bu dostluğu ve Şems’e bu kadar zaman ayırması Konya’da kıskançlığa sebep olur. Ve Şems’e karşı bir hasımlık peyda olur. Herhalde başlarına gelecekleri tahmin ettiler ki sohbetleri esnasında Mevlana “Biz birbirimizi kaybedersek nerede bulacağız” diye sorması üzerine Şems “Beni kaybedersen Tebriz’de çok meşhur bir ‘YALANCILAR KAHVESİ’ vardır. Beni ararsan orada bulursun” der. Gel zaman ,git zaman Konya’da Şems’e karşı büyük bir muhalefet oluşur. Şems ise Konya’da kalıp Mevlana’ya bir zarar gelmesine gönlü razı olmadığından bir gece aniden Konya’yı terk eder. Mevlana can ciğer dostunu kaybetmenin üzüntüsü içinde günlerce çok acı çeker. Nihayet ayrılığın hasretine dayanamaz. Sonunda bir gün o da Konya’yı terk ederek Tebriz’e yakın dostunu aramaya gider. Tebriz’e vardığında karşılaştığı herkese meşhur yalancılar kahvesini sorar. Ama sorduğu her Tebriz’li bıyık altından güler “ burada böyle bir kahve”yok diye. Ama Mevlana dostuna güvenmektedir. O yalan konuşmaz. Ve Mevlana Tebriz’de günlerce yalancılar kahvesini arar ama bir türlü bulamaz. Sonuçta dostuna olan güveninin sarsılmışlığı içinde Tebriz’den dönerken yol üzerinde ecdadının metfun olduğu mezarlığa uğrayıp bir Fatiha okumayı düşünür. Fatiha okumak için Mezarlığa girdiğinde bir de ne görsün Şems Mezarlıkta. İki dost gözyaşları içinde kucaklaşır. Neden sonra Mevlana “Sizi günlerce Tebriz’de yalancılar kahvesinde aradım. Ama kime sordumsa bana güldüler. Burada öyle bir kahve yok “ dediler. Şem ise dostunu dinledikten sonra “Var dostum var. En büyük yalancılar kahvesi burası. Eninde sonunda buraya gelince onlar da öğrenecekler. Görüyor musun? burada yatanların hepisi yalancı. Dünyada iken bunların bir kısmı malım var diye, bir kısmı ise , makamım, rütbem, sarayım, tahtım, tacım, şanım, şöhretim var diye birbirlerine çalım satıyorlardı. Ama görüyorsun bunların hiçbir şeyi yokmuş. Fakiri de, zengini de aynı elbise ile geldiler. diye cevap verir.
Evet dostlarım, babamı 20 Eylül gecesi saat 03.00 hastanenin aciline götürdüm. Doktorlar ilk müdahaleyi yaptıktan sonra acilen yoğun bakıma aldılar. Ben her zaman ki gibi biraz oksijen aldıktan sonra ( Nefes darlığı) tekrar eve götürmeyi beklerken saat 08.30 da öğrencim Doktor Bekir Kaynar “ Başınız sağolsun Hocam kaybettik”deyince inanamadım. Sanki doktor öğrencim benimle şaka yapıyor sandım. Evet şaka değildi. Dünyanın tek gerçeği ile yüz yüze idim. Evet babamıkaybettim. Morga beraber indik. Işıl ışıl gözleri yerinde idi ama benim göz yaşlarımı görmüyordu. Kulakları yerinde idi ama kız kardeşlerimin feryat figanını duymuyordu. Rahmetli babamı hoca efendi ile beraber yıkadık. Ben suyunu döktüm hoca efendi yıkadı. Yıkandıkça beyazlaştı. Sonra cepsiz dört beş metre kefen. Sonra kabir. Kabire kendi ellerimle yerleştirirken bir taraftan da empati yapıyorum. Ölüm denen hakikat , eşe dosta ,konu komşuya gelecek de aileme gelmeyecek gibi geliyordu bana . Ama işte babama geldi. Er geç bana da gelecek aynı koşuşturma, aynı feryat figan benim için , çocuklarım ve aziz dostlarım sizler hepimiz ve herkes için ( Allah gecinden versin iman selameti ile bu şerbeti tatmayı hepimize nasip etsin) cereyan edecekti. O anda yamyamlar da aklıma geldi. Yamyamlar bize anlatıldığı gibi her insanın etini yemezlermiş. Sadece anne babalarının etlerini yerlermiş.“Bizi doğuran, bizi yedirip, büyüten anne babamızı nasıl kara toprağa veririz, onları yeriz kendi vücudumuzda yaşatırız onlarla beraberiz yaşarız” inancıyla anne balarının etlerini yerlermiş. Acaba dedim ben yamyamlar kadar da mı babamı sevmiyorum diye aklıma geldi. Evet seviyordum ama ben onu yüce dosta emanet ettim.
Kabire yerleştirdikten sonra göz açıp kapayıncaya kadar topraklarla kapatıldı. Sonra dini merasim. Ama Bu aradamahallemizin Erzurumlu Ersin hocanın duası beni çok etkiledi. “Dünyada yollar çoktur. Ama iki yol vardır ki biri feryat ile figan ile kabre gider, diğeri ise hakka gider. Biz birinci etabı Merhum ile tamamladık. Rabbim şu andan itibaren Mevtayı sana yolladık. Ne olur onu hata ve kusurlarıyla huzuruna kabul eyle. Rahman ve rahim sıfatınla ona merhamet eyle. Gafursıfatınla günahlarını affeyle.” diye duasını noktaladı. Babamın büyük evladı olarak tapularını, çok sevdiği evini ve eşyasını ölümü ve dirimliği için biriktirdiği üç beş altınını bana emanet ederdi.. Evi de, eşyaları da ,tarla tapuları da, altınları da hep arkada kaldı Hiç birini götüremedi. Çünkü elbisesinin cebi yoktu ki nereye koyayım. Arkama baka baka kabirden ayrılırken şunu anladım. ÖLÜMDEN BAŞAKA HER ŞEY YALANMIŞ. ALLAH CÜMLEMİZE İMAN SELAMETLİĞİ VERSİN. GERİSİ………
NE OLUR RABBİM! BABAMI MAĞFİRETİNLE YARGILA., TAKSİRATINI AFFEYLE , MEKANINI CENNET EYLE.!..
Not: Bu yazımı okuyan siz dostlarımdan ricam, geçmişleriniz ve babam için lütfen bir Fatiha….